Gayrimenkul Danışmanlarının Kötü Alışkanlıkları Nelerdir?

  1. Şikayet etmek
    Koşullardan memnun değil misiniz? Tamam olabilir. Peki memnun olmadığınız koşullar hakkında ne yapıyorsunuz? Ofis mutfağında sigara içerken koşullar hakkında homurdanmak bir işe yaramaz biliyorsunuz. Ya da her fırsatta 
    alt yapı vardı da biz mi başaramadık” demek başarılı olmanızı sağlamaz. Koşullardan memnun değilseniz önce ilgili kişiye çözüm önerinizi iletirsiniz. İlgililer ilgisizse ya da çözüm aramıyorsa kendinize istediğiniz koşullara sahip olduğunu düşündüğünüz yeni bir ofis ararsınız. O da olmadıysa kendi ofisinizi açarsanız. Siz yeter ki derdinize çare arayın.

  2. Başkalarını suçlamak
    Hayatta başımıza gelen şeylerin büyük bir kısmının sorumlusu biziz. İş yerinde biri hakkınızı mı yiyor, engel olun. Dedikodunuzu mu yapıyor, geçip karşısına yüzleşin. Güvendiğiniz insanlar size kazık mı atıyor, seçimlerinizi gözden geçirin. Bazı şeylere ulaşmanıza başkalarının davranışları engel olabilir ama onları suçlayarak hatalarını düzeltmelerini beklemek size hiçbir şey kazandırmaz. Siz yolunuza devam edin. Sizi yolunuzdan başkası alıkoymaz. Sadece önünüze engel çıkaran olur. Üzerinden atlayacak ya da teslim olup vazgeçecek olan sizsiniz.
  3. Zamanınızı boşa harcamak
    Arkanıza dönüp baktığınızda boşa harcadığınıza en çok pişman olacağınız şeydir zaman”. Lak lak ederek, candy crush oynayarak harcadığınız o zamanın onda birini kendinizi geliştirmek için harcasaydınız bambaşka bir yerde olurdunuz.
  4. Dedikodu yapmak
    Başkalarının hayatı ve hataları kendilerini ilgilendirir. Ortada sizi ilgilendiren bir durum varsa bunu üçüncü bir kişiye değil direkt ilgili kişiye söylemelisiniz. Dedikodu yapıyorsanız, dedikodusunu yaptığınız kişinin yüzüne karşı düşüncelerinizi söyleyemeyecek kadar korkaksınız demektir. Başarı korkakları sevmez.
  5. Hata yapmaktan korkmak
    Hata yapmıyorsanız bir şey yapmıyorsunuz demektir. Yeni bir şey deneyen herkes bir kaç hata yapar çünkü. Hata yapmayı göze almak, risk almayı öğrenmenizi sağlar. Aynı hataları tekrar etmeyin yeter. Başarı risk alabilme ve sonuçlarını sırtlanma sanatıdır. Başarısız olmayı göze almazsanız ilerleyemezsiniz. Hani filmlerde hep söyledikleri bir söz var 
    kaybedeceğim savaşa girmem ben” diye.  O sadece korkakların ve film karakterlerinin söyleyeceği bir laf. Çünkü zafer bir sürü yenilgiden oluşur.
  6. Sabit fikirli olmak
    Hayatta hedefler de hedefe ulaşmak için kullanılan yöntemler de değişebilir. Hedefte istikrarlı olmaya çalışabilirsiniz ama yöntemde esnek olmak zorundasınız. Zaman, koşullar, çevre ve hatta kendiniz sürekli değişirken yöntemlerinizi sabit tutarak ilerleme sağlayamazsınız. Sabit fikirli olmanız gereken tek şey iş ahlakınızdır.
  7. Tembellik
    Emek olmadan yemek olmaz. Çalışmadan başardığını düşündüğünüz kişiler siz bakmazken sizin bilmediğiniz yöntemlerle çalışıyorlar. Ne demiş John Hanke: 
    Bir gecede başarılı olmak 20 yılımı aldı.”

 

 

TANJU HAN

Siz değerli takipçilerimi de bu değişimin birer parçası olarak görüyorum.

Beni takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Gayrimenkul Sektöründe Kazanan Kim? Ofis Mi? Danışman Mı?

yabancı-gayrimenkul-markaları

 

Bütün işi ben yapıyorsam neden ofise kazancımın yarısını vereyim?” 

Sorusu bence başlangıç eğitimlerinde sorulan en can alıcı sorudur. Henüz işe yeni başlamış bir danışmana bu paylaşım oranlarını haklı çıkaracak pek çok şey söyleyebilirsiniz. Yolun başında bir marka çatısı altında çalışmak bir avantajdır, kurulu bir düzende ilerlemek çok daha hızlı ve kolaydır, ofislerin masrafı çoktur, kendiniz ofis açsanız kazancınızın daha büyük bir kısmını ofis ve tanıtım masraflarına harcamak zorunda kalırsınız falan diye sıralarsınız.

Hepsi haklı sebeplerdir. Ama biraz yol almış, meslekte kendine güvenmeye başlamış danışmanlar karşınıza bu soruyla geldiğinde verdiğiniz cevapların yeterli olmadığını bilirsiniz. Bunun farkına varan pek çok ofis kendi içinde ciroya bağlı yükselen prim kotaları koyarak sorunu çözme yoluna gitti. Bu soru Amerika’da da çok sorulduğu ve cevabı pek tatmin edici verilemediği için gayrimenkul danışmanları kendilerine bir marka kurarak çözümü göstermeye çalıştılar. Danışmanlar için, danışmanlar tarafından kurulan bu markanın verdiği cevap işe yaramış olsa gerek ki hem kurulduğu ülkede hem de bizde kısa sürede hızlı bir büyüme sağladı.

Ofis sahipleri de Markaların kendilerinden çok kazandığını söylüyor.

Sistemden sadece danışmanlar şikayet etmiyor. Konu ofis sahiplerine gelince daha da karışıyor olay. Yeni ofis açacak birine markalı çalışmak ve markasız çalışmak arasındaki farkı açıklamak pek kolay olmuyor. Markalara yapılan ödeme kalemleri çok kalabalık ama sağlanan fayda çok göreceli. Üstelik her yerde her şehir ve kasabada aynı hızda sonuç alınamıyor.

Ofisler ne kazanıyor?

Ofisler markalara isim hakkı bedelleri dışında adı markadan markaya değişen aylık ödemeler yapar. Raporladıkları her işlemin yüzde sekizini, çatısı altında bulundukları markaya öderler. Eğitimler için ödeme yaparlar, kimi marka dergi çıkarıp almayı zorunlu hale getirir, rozetinden sözleşme koçanına her türlü logolu aksesuarı için piyasa fiyatının oldukça üzerinde fiyatlar talep eder. Büyük ve gösterişli kongreler, ödül törenleri düzenleyip otel, yol gibi masraflarınızı marka üzerinden ödeyerek bu etkinliklere katılmanızı ister. Bazen marka tarafından kesilmiş faturanın ne hakkında olduğundan bile emin olamazsınız.

Ofislerin sık sık ödemeler konusunda markalarla kavga ettiğini duyarsınız. Bu ödeme listesinin büyük bir kısmını ofislerinden almayarak ofisleri koruduğunu söyleyen birkaç marka kurumsal imajını yükseltemediği için ofis sayısını arttırmasına rağmen danışman sayısı artışında pek ilerleme kaydetmeyi başaramadı henüz. Tuhaf bir çelişki değil mi? Sanki bir markaya ne kadar çok para verirseniz o kadar çok popülaritesini arttırıyorsunuz.

Birbirine çok benzer yapılarla kurulmuş olsa da çoğu yurt dışından getirilip ülkemiz koşullarına uyarlanmaya bile çalışılmadan isim hakkı satmaya başlamış bu gayrimenkul aracılık markalarının her biri yoğurdunu kendi usulünce yer. Farklı faydaları ve farklı sıkıntıları vardır. Etrafınıza bir sorun. Bir markadan diğerine transfer olan pek çok ofis sahibi de size benzer şeyler söyleyecektir. Temelde sorun sabittir. Beklentiler ve sonuçlar birbirini bir türlü tutmaz. Ne ofisler markalardan beklediklerini alabilir ne de danışmanlar ofislerden.

Markalar arasında henüz insanı ön plana koyup farklılaşmayı başaran pek çıkmış olmasa da ofisler arasında kendi düzenini kurup, çalışma koşullarını sinir bozucu olmaktan çıkaran ve beraber çalıştığı danışmanlarıyla hem verimli hem de herkesin kazançlı çıktığı bir iş modeline dönüştüren birkaç ofisin varlığını kendi gözlerimle gördüğümü söylemeliyim. Bunu da markalarına ters düşmeden yapabiliyorlar.

Şimdi gelelim sorunun cevabına.

Gayrimenkul sektöründe gerçek kazanan kimdir?

Cevap öyle kestirip atabileceğiniz, genelleyebileceğiniz bir şey değil emin olun. Şu anki duruma bakacak olursak en büyük kazancı isim hakkı satan markalar sağlıyor gibi görünüyor. Ama hepimizin bildiği bazı gerçekler var. Pek çok ofis gerçek cirolarını markalarına raporlamıyor. Bir o kadarı da isim hakkı olarak vermeyi kabul ettiği toplu ödemenin taksitlerini ödememeyi ve aylık ödemelerini yapmamayı seçiyor. Bazı ofisler neredeyse aracılık hizmetinden çok danışman alıp satarak para kazanıyor. Markasından daha yüksek oranda kar eden ofis var mı, evet var. Ofisine kazandırdığından daha çok kazanan danışman var mı, ohooo pek çok. Yani bu kargaşada maalesef en çok kazananlar kestirme yoldan gidenler oluyor hala.

Benim fikrimi sorarsanız kimin kazandığını bence ofis sahipleri belirliyor. Markayla ilişkiniz de danışmanlarla ilişkiler de ofis sahiplerinin gücü ve becerisine kalmış. Güçlü olduğu için markalardan ayrıcalık kazanmış ofisler hakkındaki söylentileri mutlaka duymuşsunuzdur.

İş böyle olunca sosyal medyadan markasıyla kavgalarını açık eden ve sektörün ve markasının ipliğini pazara çıkaracağını söyleyen pek çok paylaşım görmeye başladık. Kimisi ima yoluyla kimisi açık açık yaşadığı sorunları sosyal medyadan anlatmaya başladı. Sonuçları ne olacak pek emin değilim. Markalar bu isyanın böyle açıkça yapılmasını ciddiye alıp pozisyonlarını yeniden mi belirleyecek yoksa görmezden gelip bu açıklamaları yapanları suçlayacak ya da kendilerinin haklılığını savunacak dedikodular mı yayacaklar bekleyip hep beraber göreceğiz.

TANJU HAN

Siz değerli takipçilerimi de bu değişimin birer parçası olarak görüyorum.

Beni takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Kazanan Emlak Dehasının Örnek Çalışma Stili Nasıl Olur?

Geleneksel Gayrimenkul Modeli ile Kazanan Emlak Dehasının Örnek Çalışma Stili...

Michael Friedman… Her sabah kravatını bağlıyor, takımını çekiyor ve cilalanmış ayakkabılarını giyerek emlak ofisi The Grubb’a doğru yola koyuluyor. Hatta iş arkadaşları olan Ed Kuo ve Dana Cohen, onun bu geleneksel bakış açısını yansıtan görünümü hakkında ufak bir takılma ile sabaha başlıyorlar. Üçlünün sabaha bu neşeli başlangıcı, “eski okul” bankacı stilini özetliyor değil mi? Ancak The Grubb firmasının emlak danışmanları olan bu isimlerin elde ettiği başarılar, hiç de yabana atılacak cinsten değil. The Grubb 2014 yılında, içinde bulunduğu piyasanın yüzde 14’ü gibi büyük bir oranını temsil etmesinin yanı sıra tamamladığı 781 işlem üzerinden tam 925 milyon dolarlık satış yaptı.

Firmanın başkanı ve eş kurucusu olan DJ Grubb ise bu geleneksel iş temposunun baş isimlerinden biri. Her gün sabah 9’da ofise gidip akşam 5’te evine dönüyor. Babası Donald Grubb, bu firmayı 25 yıl önce kurmuş ve oğluna teslim etmiş. Piyasaya çıkan yeni emlak firmaları ve brokerları farklı olmak adına garip görünümlere bürüne dursun, Grubb ise geleneksel görünümünün altında son derece tutkulu ve zekice bir iş stratejisini sürdürmeye devam ediyor.

Danışmanların Çalışma Yapısı

The Grubb şirketi, pazarlama, bilişim ve diğer hizmetlerde olmak üzere 65 ayrı firma ile ortak çalışmasının yanı sıra 15 tane tam zamanlı personeli bulunuyor. Bu çalışma biçimi, danışmanların hizmet verdiği müşterilere tam anlamıyla odaklanmalarını sağlıyor.

Danışmanlar, geleneksel komisyon oranına sadık kalarak çalışıyorlar. Hedefleri ise bir yıl boyunca en az 1000 anlaşma yaparak, ulaşabilecekleri en yüksek satış meblağına ulaşmak. Danışman başına belki 15 anlaşma düşüyor olabilir, ancak bu satışların değerleri ise pek çok firmanın yarışamayacağı düzeyde. Kendi bölgelerinde delicesine satışlar gerçekleştiren danışmanlar, firma için büyük bir gelir elde ediyorlar.

Her gün ofisteki kendine ait odasına gidip gelen Grubb, personellerinin de firmanın iki ana ofisine gelmelerini istiyor. Her haftanın Salı günü ise firma çapında bir saatlik bir satış toplantısı yapıyorlar. Grubb, bu konu hakkında üzerlerindeki sorumluluğun büyük olduğunu belirterek disiplinli ve birebir temasın ön planda olduğu bir çalışma sistemini benimsediklerini söylüyor.

Firmanın İş Kartlarındaki Yaratıcılık

Firmanın iş kartlarının hepsi aynı stilde hazırlanıyor. Beyaz arka plan üzerine siyah kara kalem çizimi şeklinde hazırlanan bu kartlar, katı iş disiplini yaklaşımına bir renk katarak oldukça yaratıcı ve rahat bir görünüm kazandırıyor. Öyle ki web sitelerinde ofislerinin görüntülerini dahi bu kara kalem çizim yöntemi ile hazırlayıp eklemişler. Grubb bu fikri, 15 yıl önce The Wall Street Journal’den esinlenerek bulmuş. Gördüğünüz gibi yaratıcılık ve farklı düşünmek denilen şey işte bu!

Az ama Öz Teknoloji ile Birebir Temasın Önemi

Grubb firmasında öne çıkan bir diğer özellik de teknolojinin ıcık cıcık her konuda kullanılmıyor olması. Her şeyden biraz diyerek bilinçsizce atılmak yerine, sadece ihtiyaçlarına göre kullanabilecekleri teknolojileri seçiyorlar ve hakkını vererek kullanıyorlar. Komple bir teknoloji paketi yerine, özellikle müşteri yönetimi alanında kendilerine fayda sağlayacak girişimleri tercih ediyorlar. Örneğin DocuSign veya SkySlope gibi… Ancak yine de firmanın ana malzemesi kağıt olmaktan kurtulamıyor. Bu firma, teknolojiye zekice ayak uydururken, aynı zamanda sektörün ana maddelerini de unutmuyor.

Y Kuşağını Hedefleyen Bakış Açısı

Grubb firması, geleneksel yapısının altında yenilikleri takip eden Y kuşağını da hedeflemesini inanılmaz bir şekilde başarıyor. Daha mobil dostu ve daha çok resim destekli olması için web sitesini yenileyen Grubb, bu kuşaktaki alıcıları etkileme amacını taşıdığını açıkça belirtiyor. Grubb bu konuda işin püf noktasını yakalamış:

Lüks, Y kuşağı alıcılarına satılmaz, ancak görsel bir hikaye sunmak onları çekmenin en iyi yoludur.

Geleneksel Kültürü Bakım Altına Almak

Grubb, benimsedikleri geleneksel kültürün körü körüne tutulan bir inat olmadığını belirtiyor. Sadece geleneklere güvenemeyiz diyen Grubb, kültürün bazen bakıma alınması gerektiğini ve geleceğin gözü ile bakılması gerektiğini de sözlerine ekliyor.  

Teknolojiden uzak bir geleneksel gayrimenkul anlayışı ile iş yapan Grubb, yılların verdiği deneyimle ve iş dünyasına karşı mükemmel bakış açısı ile ayakta durmayı başarıyor.

TANJU HAN

Siz değerli takipçilerimi de bu değişimin birer parçası olarak görüyorum.

Beni takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Emlak Blogu Yazmak İsteyenlere 10 Önemli İpucu…

Bugün bir blog sahibi olmak artık çok kolay. Ücretsiz yazılımlar ve internet üzerinde bulabileceğiniz sayısız kaynak ile blogunuzu dakikalar içerisinde kurup hayata geçirebilirsiniz.

Fakat asıl iş bundan sonra başlıyor. Blogunuzu eğer sadece kendiniz için yazmıyor ve insanların takip etmesini istiyorsanız, elinizdeki en önemli araç içeriğiniz olacaktır. İster tek kişilik dev bir kadroya, ister çok yazarlı bir yapıya sahip olsun blogunuzun içeriğine gerekli önemi vermezseniz bir süre sonra ziyaretçi istatistiklerine bakmak kendi kendinize konuşuyormuş hissine kapılmanıza yol açabilir.

Özellikle yeni başlayan ve orta seviye blog yazarlarının işine yarayacağını düşündüğümüz, içerikle ilgili 10 önemli ipucunu bir araya getirdik.

1- Kimin için yazıyorsunuz?

Eğer hedef kitlenizi tanımlayamazsanız, onlarla iletişim kuramazsınız. Yazdıklarınızı okumalarını istiyorsanız hedef kitlenizin kimler olduğunu, ne sevip ne sevmediklerini, ne yiyip ne içtiklerini anlamaya çalışmak zorundasınız.

Başlangıçta hedef kitlenizle ilgili ön görüleriniz %100 başarılı tahminler olmayabilir. Hiç hedeflemediğiniz kullanıcı profillerine rastlayıp, “bunlar da kim?” dediğiniz ziyaretçilerle karşılaşacak olursanız panik olmaya gerek yok. Bu durum son derece doğal…

Hazırladığınız içerik sizin başlangıçta hedeflediğinizden farklı bir kitlenin ilgisini çekebilir. Örneğin siz grafik profesyonellerine hitap etmeyi planlarken, grafiğe meraklı ama yeni başlayan kullanıcılar sitenizi daha faydalı bulabilirler. Bu gibi durumlarda, ziyaretçilerinizi değil en başta tanımladığınız hedef kitlenizi gözden geçirmekte fayda var.

Bu arada eğer bu maddenin sorusuna “kendim için yazıyorum” yanıtını verdiyseniz, size 20 dakika kazandıralım; doğrudan 10. maddeye geçebilirsiniz ?

2- Alıntı yapın, kopyala-yapıştır asla

Özellikle yazmaya yeni başladıysanız, kısa süre sonra bunun sandığınız kadar kolay bir iş olmadığını farkedeceksiniz. İlk zamanlarda günde birkaç kez yeni yazı yayınlarken, haftada birkaç keze, oradan da ayda bir iki yazıya düşüp paniğe kapılabilirsiniz.

Bu durumda çoğu kez blog boş kalmasın, yayınlanan yazıların arasında çok uzun süre olmasın niyetiyle kolay yoldan içerik elde etmek akla gelir. Bir süre sonra kendinizi her gün başka blogların veya yayınların içeriğini kopyalarken bulabilirsiniz. Bu blogunuzun sonu anlamına gelir. Çünkü okurlarınız için bu yazıların orjinal kaynağına ulaşmak ve özgün içerikleri kaynağından takip etmek hiç de zor değil.

Diğer yandan alıntı yapmak konusunda durum çok daha farklı. Siz kendi özgün içeriğinizi üretirken, konuyla ilgili bilgilendirici veya eğlenceli alıntılar yapıp, bir de bunu yaparken kaynak gösterirseniz sadece içeriğinizi zenginleştirmekle kalmaz, okuyucularınıza aynı konuyu başka yerde bir arada bulamayacakları farklı perspektiflerden aktarma şansına ulaşırsınız.

3- Samimi ve mümkünse eğlenceli yazın

Eğer yazdığınız konu çok fazla teknik değilse, yazı dilinizi samimi ve eğlenceli hale getirmeye çalışın. Konu uygun olduğu sürece herkes her konuyu biraz daha sıcak ve eğlenceli bir halde okumaktan memnun olur.

Eğer espri yeteneğinize güveniyorsanız, yazı içine (abartmadan) ufak espriler serpiştirmeye çalışın.

Diğer yandan bunun oldukça riskli olduğunu da gözden kaçırmamak lazım. Eğer doğru dozu tutturamazsanız yazılarınız okurlar tarafından fazla “sulu” bulunabilir. Esprilerinize yakın arkadaşlarınız çok gülüyor olabilir ama sözlü esprilerdeki lezzeti yazıya aktarmak her zaman kolay değildir.

4- Konuya değer katın

Haber odaklı yayınlar için bir haberi ilk aktaran olmak yani “breaking news” hayati önem taşır ama bu tip haberler üretmek herkes için kolay, hatta mümkün olmayabilir. Profesyonel yayınların bu tarzda haberler yayınlama imkanı ve potansiyeli çok daha fazla olduğu için onlarla bu konuda yarışmak, özellikle yeni başlayan bloglar için mümkün değil.

En iyisi kendi blogunuzda aktarmaya uygun olduğuna inandığınız son dakika haberlerini kaynak göstererek, alıntı olarak kullanmak. Fakat burada ikinci maddedeki kopyala-yapıştır tuzağına düşmemek için bu habere kendi yorumunuzu ekleyerek değer katmanız en mantıklısı olacaktır.

Okurların çok büyük kısmı o haberi zaten ilk yayınlayan kaynağından okuyacaklardır. Aynı haberi sizin blogunuzda tekrar okumaları için tek geçerli sebep sizin başka yerde bulunamayacak özgün yorumunuzu eklemeniz olacaktır.

5- Uzmanlık alanınızı netleştirin

Aklınıza gelebilecek her konuya ait yatay olarak içerik üreten en az 10 farklı blog veya yayın bulabilirsiniz. Eğer uzun zamandır hayatta olan bu yayınlarla rekabet edecek potansiyeliniz yoksa, kenarda kalmamak için en iyi tercihinizi içeriği daha dar bir alanda sınırlamak olacaktır.

Örneğin size rahatlıkla şu an için teknoloji konusunda genel içeriğe sahip bir bloga daha gerek olmadığını söyleyebilirim. Eğer bir şekilde çok ciddi anlamda fark yaratamayacaksanız genel olarak teknolojiyi ele almak yerine, örneğin sadece cep telefonlarına odaklanın. Cep telefonları ile konuyu daralttınız ama bu da yeterli olmayabilir. O zaman sadece akıllı telefonlar veya sadece mobil işletim sistemleri üzerine yazın.

Ne kadar çok şeyden bahsetmeye çalışırsanız, içeriğiniz o kadar yüzeysel hale gelecek ve ciddiye alınma ihtimali de o kadar azalacaktır. Ama siz konuyu daralttıkça hem rekabetin daha az olduğu kanallarda varlığınızı sürdürebilir, hem de sınırlı kaynağınızı, vaktinizi daha rahat uzmanlaşabileceğiniz bir alana odaklayarak, okuyucularınız için daha doyurucu içerikler üretebilirsiniz.

6- Okuyucuya saygı gösterin – 1

Eğer blogunuzu önemsiyorsanız, okuyucularınızı da önemsemelisiniz. Elinizden geldiği kadar sık içerik üretmeye çalışın. Eğer haftalarca yazamıyorsanız, haftada en azından bir kez yazabilecek duruma gelmeye çalışın. Haftada en az 1 özgün içerek duruma gelene kadar blogunuzun pek ciddiye alınmayabileceğini göz önünde tutmalısınız. Ne kadar sık içerik sağlarsanız, blogunuzun o kadar değer kazanacağını unutmayın.

Hızlı başlayıp, yolda ivme kaybeden bloglar okuyucularını da kaybeder. Ve kazanılması en zor okuyucu bir kez kaybedilmiş olandır.

7- Okuyucuya saygı gösterin – 2

Okuyucunuz asla şişirme olarak nitelendirilen bir yazıyı hak etmiyor. Sakın ama sakın kolaya kaçarak, onlara kötü içerik sunmayın ve kulaktan kulağa pazarlamayı asla hafife almayın. İyi bir içeriğin ulaştığı bir kişi size 10 yeni okuyucu kazandırabilir. Diğer yandan kötü bir içerik yüzünden kaybettiğiniz okuyucuyu tekrar geri kazanmak sandığınızdan çok daha zor olabilir.

Eğer yoğun bir şekilde Twitter kullanıyorsanız burada anlatmaya çalıştığımızı daha iyi anlayacaksınız. Twitter aslında, bir tweet’den sonra bir anda takipçilerin nasıl bir anda azalabildiği gerçeğini ve kaliteli içerik üretmenin ne kadar önemli olduğunu pek çok kişiye en kolay yoldan öğretti.

8- Sinirlerinize hakim olmayı öğrenin

İnternetin bugün ulaştığı noktanın en büyük avantajlarından biri de insanların en pratik şekilde birbirleri ile etkileşime girebilme imkanı. Artık her hangi bir konuya yorum yapmak çok kolay. Her blog yazarının istediği şey, yazısına daha çok yorum yapılmasıdır.

Fakat her yorum beklediğiniz tarzda olmayabilir. Ne yazık ki internet, bazı kullanıcıların içlerindeki muhalif hisleri çok kolay bir şekilde ortaya dökmelerine de yardımcı oluyor. Yapıcı olmaktan uzak, ağır eleştiri ve hatta hakaret içeren yorumların sayısı ne yazık ki hiç de az değil.

Eğer blogunuza önem veriyor ve yakından ilgileniyorsanız, muhtemelen siz de bu tip moral bozucu yorumlarla karşılaşacaksınız. Bu tip durumlarda en sık tekrarlanan hata, bu tip yorumlara aynı tarzda yanıtlar vermektir. O yorumu yapan kişi belki konuyu ertesi gün unutacak, siz de 3 gün sonra anımsamayacaksınız bile. Ama internetin hafızası hepimizden daha keskin ve o gereksiz yoruma verdiğiniz gereksiz yanıt internette varlığını çok uzun süre koruyacak.

Bu tip durumlarda en güzeli konuyla ilgisiz, yapıcı olmaktan uzak yorumları görmezden gelmektir. Siz yanıt verdikçe o konu uzayacağı ve bir anda çığırından çıkabileceği için kendinize hakim olmayı öğrenmelisiniz. Eğer yorum gerçekten haksızsa, zaten diğer okurlar müdahale ederler. Eğer onlar da etmiyor ve hatta söz konusu yorumu destekliyorlarsa belki de yorumda bahsedilen konu, sizin geliştirmeniz gereken bir şeyleri gösteriyor olabilir.

Özetle sinirlerinize hakim olun ve yorumların hepsine kulak verirken gereksiz tartışmalardan uzak ama sizin için değerli olabilecek fikirlere yakın durmaya çalışın.

9- Hepiniz bu blog, bu blog hepiniz için

İş yaşamı, özel hayat derken bazen haftada 1 tek yazı yazmak bile zor olabilir. Neyse ki bu işi tek başınıza yapmak zorunda değilsiniz. Son zamanlarda Türkiye’de çok yazarlı bloglar da ciddi bir artış var. Bu moda olduğu için değil, aynı konuda fikirlerini paylaşmak isteyen insanların bir araya gelmesinin ortaya daha güçlü bir blog ortaya çıkartabildiğinin fark edilmesinden kaynaklanıyor. Çok yazarlı bloglarda hem daha zengin bir içerik elde etmek, hem de benzer konuları farklı bakış açılarıyla aktarabilmek açısından önem taşıyorlar.

Eğer blog konunuz sizin özel ilgi alanınızsa, muhtemelen çevrenizde aynı konuya ilgi duyan başkaları da vardır. Onların da bloga katkıda bulunmasını sağlayabilirseniz, ortaya okurlar için takip etmesi daha keyifli ve daha bilgilendirici bir yayın çıkacaktır.

Eğer imkanınız varsa veya blogunuz maddi bir değer üretiyorsa bu konuda profesyonellerden de yardım alabilirsiz. Ücretli içerik üretenlerin yazıları genellikle daha kaliteli ve profesyonel olacaktır. Blog’unuza yatırım yapma imkanınız varsa, doğru yönetim ile bu yatırımın maddi ve manevi karşılığını almanız sandığınız kadar zor değil.

10- Yazarken Eğlenin

İster sadece kendiniz için yazın, isterseniz büyük hedefleri olan sektörel olarak söz sahibi olmasını hedeflediğiniz bir bloga sahip olun; yazarken eğlenmek zorundasınız. Eğer yazarken eğlenmiyorsanız belki de yapmanız gereken şey bir blog yazmak/yürütmek değildir.

Eğer çok şanslı değilseniz özellikle başlangıçta ve büyük ihtimalle uzun süre bu işten çok ciddi bir gelir elde edemeyeceksiniz. O seviyeye ulaşacağınızın da garantisi yok. Ama kesinlikle denemeye değer ve denerken size devam etme gücü verecek tek şey yaptığınız işten keyif alıyor olmanız.

Yazı okuyucu ile aranızda tek taraflı bir köprüye benzer ve siz keyif alıyorsanız bu his okuyucuya da mutlaka yansıyacaktır. İşin kötü yanı zoraki yazıyorsanız bu his de ulaşacak ve siz keyif almadığınızda okuyucular da keyif almayacak.

Mutlaka aramızda çok tecrübeli blog yazarları da var ve yukarıda saymaya çalıştığımız noktalar önemli olmakla beraber, her şey bunlarla sınırlı değil. Eğer siz de yorumlarda bu konuyla ilgili tecrübelerinizi, fikirleriniz paylaşırsanız özellikle yeni blog yazarları için ortaya daha faydalı bir kaynak çıkartılmasına katkıda bulunabilirsiniz…

TANJU HAN

Siz değerli takipçilerimi de bu değişimin birer parçası olarak görüyorum.

Beni takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.