Kendi İşini Yapmak Nasıl Bir Şeydir Bilir Misin?

Bir yerde maaşlı çalışan kişilerden “Ah bir kendi işimizi kursak, şöyle sahilde küçük bir kafe açsak” benzeri dilekleri sıklıkla duyarız değil mi? 

Kendi işini yapan insanlar Cumartesi gelse de alemlere aksak veya Pazar gelse de evde yan gelip yayılsak benzeri dilekler tutmazlar. Zaten cumartesileri kesin çalışıyorlardır. Duruma göre pazar çalışması da opsiyoneldir. Yani kendi işini yapan insanların hafta içi mesaisi ve hafta sonu tatili gibi kavramları yoktur. İnanmazsanız kendi işini yapan insanların ailelerine sorun!

Kendi işini yapan insanlar öyle bu sene bayramlar birleşiyormuş uzun tatil varmış diye de sevinmezler. Çünkü uzun tatil demek para kazanılamayacak uzun dönemler demektir. Kendi işini yapan insanlara tatil yaparlarken kimse para ödemez. Bu nedenle kendi işini yapan insanların öyle uzun uzun işi gücü bırakıp gezdiklerini pek göremezsiniz. Her fırsatta hükümetin bayram tatillerini uzatmasından haz etmezler. Kendi işini kuran pek çok kişi ilk yıllarında neredeyse hiç tatil yapmadan çalışmak zorunda kalır. Yeni kurulmuş işleri bir düzene oturtmak zordur. İşleri düzene girdiğinde de aradan geçen zamanda artık tatil alışkanlıklarını kaybetmiş ve çalışmanın bağımlısı olmuş olurlar çoğu kez.

Kendi işini kurduğunuzda öğlene doğru kalkarım şöyle sıkı bir kahvaltı yapıp keyifle işime giderim filan diye düşünüyorsanız onu da unutun. Kendi işlerini yapan insanlar maaşlı çalıştıkları dönemlere kıyasla çok daha fazla çalışır ve çok daha erken kalkıp işlerine giderler. Öyle öğlene kadar yatakta keyif yapmayı seven birisi iseniz büyük hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Kendi işini yapan herkes istisnasız size kendi işinizde başkası için çalıştığınızdan çok daha fazla emek harcamanız gerektiğini söyleyecektir.

Kendi işini yapanlar ofislerinin çok havalı ve manzaralı olmasını aramazlar. Eskiden ofisin maliyetini bir işveren karşılıyor iken manzaralı odayı prestij olarak görüp mobilyalarınızın markasını dert edinirdiniz ama kendi işinizi yaparken ofis sırtınızda ciddi bir maliyete dönüşecektir. Aynı durum arabanız için de geçerlidir. Eskiden işverenin verdiği arabanın modelini yılını beğenmezken kendi işinizi yaptığınızda bir araba almanın nasıl bir maliyet olduğunu anlar ve kiralamayı daha akıllıca bulursunuz. Çünkü araba çocuğunuzun maliyetinden yüksek bir maliyettir. İşinizi kurarken sanal ofisle filan idare edip araba gibi gereksiz lükslere para bağlamamayı öğrenirsiniz.

Maaşlı çalışırken müşterilerinizi en pahalı restoranlara götürür ve faturayı da keyifle şirkete yazardınız. Oysa kendi işiniz olduğunda birisini yemeğe götürecekseniz iki kere düşünür ve o maliyetin size bir şekilde dönüşü olmasını hesaplarsınız. Mümkünse en sosyetiğinden restoranlara gitmezsiniz. Artık tüm yediğiniz içtiğiniz sizin masrafınızdır. Bir anda sefer tasıyla eşinizin pişirdiği yemekleri işe götürmek çok cazip gözükebilir… Öyle ya hem sağlıklı hem ucuz hem de lezzetli!

Patronunuzun maaşa ek olarak sunduğu yan haklara burun kıvırdığınızı hatırlıyorsunuz değil mi? Sağlık sigortası ve emeklilik sigortası gibi imkanlar kendi işinizi yaptığınızda birden kıymete biner. Sigortalarınızın her kuruşu sizin için bir maliyettir. Birden işverenlerin sırtına nasıl yükler bindiğini görür ve çalışanların kendilerine sunulan imkanlar konusunda nankörlük ettiklerini düşünmeye başlarsınız. Artık siz de işveren olmayı anlamaya başlamışsınızdır.

Kendi işinizi yaptığınızda o ay tek bir fatura bile kesememiş olsanız da kiranızı, aidatlarınızı, yanınızda çalışanların maaşını sigortasını ödemek zorundasınızdır. Muhasebecinize nasıl olsa fatura kesmedik neyin masrafı bunlar diyemezsiniz. Zaten muhasebeciniz hiç yoksa kendi faturasını burnunuza dayayacaktır hemen. Hele devlete bunu hiç diyemezsiniz çünkü devlet sizden daha kazanamadığınız paranın vergisini alma işinde çok ustadır. Fatura kesmiş ama paranızı tahsil edememişsinizdir henüz. Devlet baba mazeret tanımaz, daha tahsil edemediğiniz faturanın KDV’sini beyannamesini ister sizden.

İşin aslı Türkiye’de kendi işiniz hiçbir zaman tamamen kendi işiniz değildir. İşinize devlet ortaktır ve kazandığınız tüm paranın en az 1/3’ü devlet tarafından alınır. Üstelik bu daha doğrudan vergilerin oranıdır, benzine, gaza harcamalarınızın üstünden ödediğiniz dolaylı vergiler buna dahil değildir. Öyle hastalanıp çalışamayacak durumda olsanız dahi devlet size acımaz vergileri tahsil etmeye devam eder. Hadi onu da geçtik pandemi döneminde gördünüz işte; devlet hem sokağa çıkmayı dükkanı açmayı yasaklar hem de vergini öde der.

Kendi işinizi yaptığınızda kerameti kendinden menkul ve hiçbir faydasını göremeyeceğiniz ticaret odası, esnaf odası filan gibi ne kadar gereksiz mesleki kuruluş varsa peşinize düşer ve ne kazandığınıza bakmadan her ay sizden para tırtıklar. Doğrusu bu kuruluşların ne yaptığını kimse bilmez, sizden aidat alırlar ama herhangi bir hizmet de sunmazlar. Bazen faaliyet belgesi filan gibi kağıtlara mühür vururlar ama tabi bunların parasını ayrıca alırlar sizden.

Kendi işinizi yaparken kapısına gidip de ihtiyaç duyduğunuz bir eğitimi isteyebileceğiniz bir patronunuz yoktur. Ne konuda eğitime ihtiyacınız varsa tıkır tıkır parasını ödemeniz gerekir, tabi buna zaman yaratabildiğiniz varsayımıyla… Çünkü işten kırıp eğitim molası verme güzelliği, kendi işinizi yaparken eğitim almak için işin başından ayrılma kabusuna dönmüştür. Şirketinizin düzenli olarak eğitim aldırdığı ve sizin bunlara burun kıvırdığınız yılları özlemle hatırlarsınız.

Kendi işinizi kurmak demek kendi kazancınızı belirlemek demektir. Yorulursanız, sıkılırsanız, bunalırsanız para kazanamazsınız. Daha fazla kazanmak isterseniz daha çok çalışmak zorundasınızdır. Kimse size fazla çalışma ücreti ödemeyecektir. Kendinize emekli maaşı bağlamak için işinizden ciddi ödemeler yapmak zorundasınızdır. Sıkıştığınızda başvuracağınız bir yardım sandığı filan da yoktur. Ne biriktirebildiyseniz onla emekli olursunuz ve onunla yaşarsınız. Eğer SSK veya Bağkur’dan filan emekli olurum diye düşünüyorsanız kolay gelsin, çünkü hepi topu lüks bir restoranda bir akşam yeme içme parası kadar emekli aylığı öder bu kuruluşlar. Kendi işinizden emekli olduğunuzda sürünürsünüz.

Her ay sabit giderlerinize ait faturalar gayet düzenli şekilde gelir ama önünüzdeki ay ne kazanacağınız hiç belli değildir. Giderleriniz gelirlerinizi aştığında ne yapacağınızı düşünmeniz gerekir. Bankalar bile maaşlı insanlara daha rahat kredi verir, çünkü bir girişimci olarak sizin geliriniz belirsiz ve düzensizdir. Öyle işler kötü giderse bankadan kredi alır maaştan öderim gibi bir rahatlık olmadığı için finansal açık verecekseniz babanız zengin olsa veya bir köşede birikmiş paranız olsa iyi olur.

Düzensiz bir gelirle yaşamak büyük bir disiplin gerektirir. Kazanırken biriktirmeniz, kaybederken de oradan karşılamanız gerekir. Bu sıra şaşacak olursa nasıl kurtulacağınızı bulmanız gerekecektir. Neden yeni kurulan işlerin %65’i beşinci yılı göremiyor şimdi daha iyi anlamışsınızdır. 

Aman yeni bir iş kurarken, örneğin bir kafe açarken masrafları masa, sandalye, kiradan ibaret zannetmeyin. Yeni bir iş kurarken en az bir yıl hiç para kazanamayacak gibi düşünmeli ve yeterli sermaye birikimiyle işe başlamalısınız. Türkiye’de işletmelerin çoğu yetersiz işletme sermayesinden dolayı batar. Yani işi kuracak parayı bulmanız yetmez yaşatacak parayı da bulmalısınız.

Her ay kime gitsem ne satsam düşüncesi beyninizde turlar durur. Hep büyümek ve ilerlemek zorundasınızdır. Yeter bu kadar burada duralım diyemezsiniz. Siz deseniz de giderleriniz demez, devlet demez, çalışanlar yeter bize bu kadar maaş demez. Eşiniz yeter bu kazandığımız eski evimizde otururuz demez. Malınızı hizmetinizi satabilmek için bin takla atarsınız, uzun vade yapmak zorunda kalırsınız, bu sefer de alacaklarınızı tahsil edemezsiniz. Bağırış çağırış alacaklarınızı toplayacak cesaretiniz yoksa aman hiç kendi işinizi kurmaya heves etmeyin. Bu ülkede satmak ayrı derttir, parasını almak ayrı bir dert.

Kendi işinizi kurmak demek sürekli rekabet etmek demektir, hep daha iyi olmak zorundasınızdır yoksa fındık kadar fiyat farkıyla işi elinizden alırlar. İş alma stresi size her türlü sinirsel hastalık deneyimini yaşatacaktır. Kimseden iş isteyemezsiniz, siz almak zorundasınızdır. İş isterseniz zayıf olduğunuzu düşünürler ve sizi ezmeye kalkarlar. Her yeniliği izlemek zorundasınızdır aksi halde müşteriler sizden hemen sıkılır ve sizi terk eder. O müşterileri memnun etmek için her akşam bir yerlerde tabiri caizse konsomasyon yapmanız gerekir. İşi yapmanız yetmez müşterileri bir de eğlendirmeniz gerekir. Bir akşam da ayağımı uzatayım TV’de dizi izleyeyim diyemezsiniz. Bir patronla çalışırken ve maaşlı bir yönetici iken ortalıkta işe ve firmaya sadakat ahkamları kesebilirsiniz ama kendi işinizi yaparken ilk anladığınız şey herkesin yalnızca kendisine sadık olduğudur.

Peki diyeceksiniz ki şimdi, o zaman neden kendi işimizi yapalım ki? 

Zorlukları çoktur tabi ama tüm zorluklarına karşın kendi işini yapanlar özgürdür, kendi kaderlerini ele alma cesaretini göstermişlerdir. Ödül de onlarındır ceza da, kazanç da onlarındır kayıp da… 

Patrona, müdüre yalakalık yapmaları gerekmez. Kimsenin ne dediğine bakmadan kendi burunlarının dikine gidebilirler. Kimse onları takdir etmiş mi performansını görmüş mü umursamazlar. Önemli olan tek şey kendilerinin yaptıkları işten tatmin olmalarıdır. Tüm bu zorluklara karşı kendi kaderine hakim olmanın mutluluğu başka hiçbir şeyle değişilmez. Kendi işini kuranları yalnızca buna cesaret edebildikleri için bile takdir etmelisiniz, çünkü birçok insanın dilinde kendi işini yapmak bu ömür boyu sürecek ama hiçbir zaman hayata geçirilmeyecek bir sızlanmadır yalnızca. 

Bir gün hazır olduğunuzda kendi işinizi kurmayı mutlaka düşünün ama bunu gerçekçi bir şekilde düşünün diye yazdım tüm bunları. Kendi işinizi kurmak demek “Bodrum’a bir kafe açalım da hafiften takılalım” demek değildir. Öyle olduğunu umarak yola çıkanlar o kafeleri birkaç aya devrediyorlar.

Kürşat Tuncel