Arsa Sahiplerine Kötü Haber!

Arsasını kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile müteahhide verip karşılığında aldığı daire veya dükkanları satan arsa sahiplerinin vergilendirilmesi ile ilgili;

Maliye, bu satışları ticari faaliyet olarak değerlendirirken, 

Danıştay, arsanın kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi ile müteahhide verilmesi sonucu elde edilen bağımsız bölümlerin satışının ticari bir organizasyon olarak değerlendirilemeyeceği, elde edilen gelirin ticari kazanç olarak kabul edilemeyeceği ve KDV’ye tabi tutulamayacağı görüşündeydi. 

Ancak, Danıştay son dönemde verdiği kararlarda, arsa sahipleri lehine olan bu görüşünü bu kez Maliye lehine değiştirdi!

Maliye, bu şekilde iktisap edilen daire ve dükkanların arsa sahiplerince,

  – Toplu olarak bir defada satılması halinde, bu satış işleminin ticari faaliyet kapsamında vergilendirilemeyeceği ve KDV’ye tabi  tutulamayacağı,

 – Ticari bir organizasyon içerisinde satılması veya bu tür bir organizasyon içinde satılmamakla beraber, aynı kişiye farklı tarihlerde, farklı kişi ve tüzel kişilere aynı tarihte, değişik kişi ve tüzel kişilere değişik tarihlerde veya birbirini izleyen yıllarda, bir kısmının teslim alındığı yıl içinde toplu olarak, diğer kısmının ise takip eden yılda satılması halinde ise, satış işleminin ticari faaliyet olduğu ve gelir vergisi ve KDV’ye tabi tutulması gerektiği görüşünde.

Danıştay, son 2 yıla kadar verdiği kararlarında, kişinin arsasını kat karşılığı müteahhide vermesi ve inşa edilen binada kat sahibi olmasını servetin değerlendirilmesi ve servetin biçim değiştirmesi olarak görüyor, sözleşmeye istinaden edinilen bağımsız bölümlerin satışının ticari bir organizasyon olarak değerlendirilemeyeceği, elde edilen gelirin ticari kazanç olarak kabul edilemeyeceği ve KDV’ye tabi tutulamayacağı görüşünde bulunuyordu. 

Kat karşılığı inşat sözleşmesine göre alınan birden fazla daire ve dükkanın satışının işlem sayısındaki çokluk dikkate alındığında, kazanç sağlama amacının da göstergesi olarak kabul edilmesi gerektiği, bu nedenle söz konusu satışların ticari faaliyet, elde edilen kazancın ise ticari kazanç olarak değerlendirilmesi ve gelir vergisi ve KDV’ye tabi tutulması gerekçesiyle;

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından verilen bir Karar,

“Arsa üzerinde birden çok bağımsız bölümden oluşan yapı yapılması, arsanın vasfını değiştirmekte ve üzerindeki mülkiyet haklarının paylara bölünerek birbirinden bağımsız hale gelen payların elden çıkarılmasına olanak sağlamaktadır. Tapuda ayrı bağımsız bölümler olarak tescil edilmiş her taşınmaz satışı, ayrı ve bağımsız işlemler olup, aynı takvim yılında birden fazla bağımsız bölüm satılması sürekliliğin göstergesidir.

Kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle edinilen dairelerin 2 adedinin 2007, 10 adedinin 2008, 1 adedinin 2009, 2 adedinin 2010 yılında satılarak devamlılık koşulunun gerçekleştiği dolayısıyla kazancın ticari nitelik taşıdığı olayda, aksi yönde verilen mahkeme kararında isabet bulunmamaktadır.”

Bu Konuda artık yasal bir düzenleme yapılması şart!

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Yüksek Faiz Dönemi Emlak ve Gayrimenkul sektörünü Zorlayacak.

Türkiye’nin pandemiyle olan mücadelesinde yavaşlayan ekonomik faliyetlerin yanı sıra bankaların faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte 2021 yılında gayrimenkul piyasası konut satışlarında neler yaşanacak?

Türkiye’nin pandemiyle olan mücadelesinde yavaşlayan ekonomik faliyetlerin yanı sıra bankaların faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte 2021 yılında gayrimenkul piyasası konut satışlarında neler yaşanacak?

2021 yılında emlak ve gayrimenkul sektöründe sıkıntılı günler yaşanacak. Artan faiz oranları ile birlikte konut satışlarının durma noktasına gelebilir. Bankaların konut kredi faizleri şu anda ortalama %1.65 

Yeni yılda faizlerin bu şekilde seyretmesi halinde konut satışlarını yavaşlatacak. Merkez Bankası’nın Aralık 2020’deki son toplantısında faiz oranını 2 puan arttırarak yüzde 17 olarak belirledi. Açıklamanın ardından bankaların konut kredi faizleri de ortalama 1.65’e kadar yükseldi. 

Kasım 2020 rakamlarına baktığımızda ipotekli konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 44,3 azalış göstererek 24 bin 450 oldu. Toplam konut satışları içinde ipotekli satışların payı yüzde 21,7 olarak gerçekleşti. Faizin 2 puan daha arttırıldığı gerçeğiyle birlikte konut satışlarında ciddi oranda azalmanın gerçekleşeceğini görmemiz gerekiyor.

Durgunluğun aşılması için kamu bankalarının Haziran ve Temmuz 2020’de düzenledikleri konut kredisi kampanyaları ile gayrimenkul sektöründe büyük bir canlılık yaşandığını hatırlayalım.

Temmuz ayında Türkiye genelinde 229 bin konut satılarak Cumhuriyet tarihinin rekorunun kırıldı. İpotekli (kredili) konut satışlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 900,6 artış göstererek 130 bin 721 oldu ve tarihi zirveye yükseldi. 2017 – 2019 yılları arasında ruhsat alınan yeni büyük projelerde yüzde 75 azalma gerçekleşti.

2020 yılındaki rekora bakıldığında gerçekleşen konut satışlarının % 60’tan fazlası ikinci el konutta gerçekleşti. Yeni konut üretimi son iki yıldır zaten azalmıştı. Bu faiz oranları ile satışların düşeceğini öngören inşaat firmaları 2021 yılında yeni konut üretmeyecektir. Dolayısıyla bir yandan yüksek konut kredi faizleri diğer yandan arz-talep dengesindeki daralma ile birlikte konut fiyatlarında artış gerçekleşecek. 

Kredi faizlerinin yüzde 1’in üstüne çıktığı her dönem satışların durağan hale geliyor. Merkez Bankasının Aralık ayındaki faiz artışının ardından ne kamu bankaları ne de özel bankalar konut kredi faizlerini yüzde 1’in altına çekemeyecek. Gayrimenkul sektörünün büyük oyuncuları kendi finansman kaynakları ile konut satışlarında alıcıya kolaylıklar sunuyordu. Bu yıl onların da bu kaynakları bulmaları ya da varsa bile bu faiz oranlarıyla kullandırmaları mümkün olmayacak. 2021 yılında ne içinde oturup yaşamak için ne de yatırım yapmak için vatandaşlar konut almayı ekonomik bulmayacak.

2021 yılı konut fiyatlarının ortalama yüzde 25-30 oranında da artacak. 2020 yılında ipotekli ve ikinci el konut satışları devam ederken, yeni büyük projeler üretilmedi. Stokların eritilmesi için gayret gösterildi. İnşaat birim maliyetleri pandeminin de etkisiyle arttı. Mart ayında metrekare maliyeti 3700-3800 iken, bugün 6000-6500 TL’lere çıktı. Dolayısıyla artan maliyetlerle birlikte azalan konut arzı fiyatları ortalama yüzde 20-30 oranında yukarı çekecek.

2020 yılındaki ipotekli konut satışlarında şirketlerin maliyet hesabının bir önceki yıl üzerinden yaptılar. Yeni üretilecek olan konutlar için maliyetler de arttı. Ya zamlı fiyatlarla konut üretilecek ve eldekiler de buna göre fiyatlandırılarak satılacak.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

2020 Yılında Türkiye genelinde konut kira değeri son bir senede yüzde 18, satış değeri ise yüzde 35 arttı.

Türkiye genelinde konut kira değeri son bir senede yüzde 18, satış değeri ise yüzde 35 arttı. 

Türkiye genelinde konut kira değeri son bir yılda %18, satış değeri ise %35 artış gösterdi. 1+1’lerin kirası ortalama 1.200 TL, 2+1’lerin 1.268 TL, 3+1’lerin 1.332 TL, 4+1’lerin ise 2.218 TL olarak değişkenlik gösterirken, Türkiye genelinde konut metrekare kira fiyatı en yüksek olan il Muğla oldu.

Endeksacom’un verilerine göre, Türkiye genelinde konut kira bedelleri son bir senede yüzce 18 arttı. Ortalama metrekare kira 14 lira ve ortalama kira 1.480 lira, geri dönüş süresi 20 yıl oldu. Türkiye genelinde 1 oda 1 salonların kirası ortalama 1.200 TL, 2 oda1 salonların 1.268 TL, 3 oda 1 salonların 1.332 TL, 4 oda 1 salonların ise 2.218 TL.

Türkiye genelinde metrekare kira fiyatlarının en yüksek olduğu şehirler sırasıyla Muğla, İstanbul, Antalya, İzmir, Edirne, Çanakkale, Aydın, Yalova, Gaziantep ve Bursa oldu. Muğla’da konut kiraları son 1 senede yüzde 22 artış gösterdi, ortalama metrekare kira 21 lira, ortalama kira 2 bin 67 lira ve geri dönüş süresi 28 yıl oldu.

Mega kent İstanbul’da kiralar son bir senede yüzde 18 artış gösterdi, ortalama metrekare kira 18 lira, ortalama kira 1.667 lira ve geri dönüş süresi 21 yıl oldu. Antalya’da ise konut kiraları yüzde 13 arttı, ortalama metrekare kira 15 lira, ortalama kira 1.659 lira ve geri dönüş süresi ise 18 yıl.

Geçtiğimiz bir senede konut satış ve kira değer değişimi incelendiğinde artışın kira değerinden çok satış değerinde oldu. Pandeminin etkisi ile en önemli ihtiyaçlarımızın başında gelen barınma ihtiyacının önemini bir kez daha anlamış olduk. Bu dönemde özellikle daha geniş veya bahçeli, balkonlu evlere olan talep arttı. Hem yaşanılan bu talep artışı, hem de Haziran ayında yapılan cazip konut kredisi kampanyasının da etkisi ile satış fiyatları artış gösterdi.

İzmir kiralık konut fiyatları değişim oranları



Aralık 2019  Ort. m2 FiyatAralık 2020  Ort. m2 FiyatYıllık DeğişimAmortisman Süresi
1.Güzelbahçe19 TL31 TL%63,1523
2.Urla16 TL26 TL%62,5029
3.Menemen9 TL13 TL%44,4420
4.Narlıdere16 TL23 TL%43,7530
5.Menderes11 TL14 TL%27,2736

İzmir’de son bir yılda kiralık konut fiyatlarında %63,15’lik artışla Güzelbahçe ilk sırada yer aldı. Yüzde 62,50 ile ikinci sırada Urla yer alırken, %44,44 ile Menemen üçüncü, %43,75 ile Narlıdere dördüncü ve %27,27 ile Menderes ilçesi beşinci sırada yer aldı.

İzmir’de ise yaşanılan deprem felaketi sonrasında kiralık evlere olan talep artınca; özellikle yeni binalarda kira artışı kaçınılmaz oldu. Listenin beşinci sırasında yer alan Hatay’da ise uzun süredir imar sorunları nedeniyle hareketsiz olan sektör faiz indiriminin ardından hareketlendi.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Konut Piyasası Görünümü

Sahibinden.com verilerine göre;

– Satış fiyatları son üç yılda yüzde 50 artış gösterdi

Satılık konut ilanlarındaki metrekare fiyatları 2017 Eylül-Aralık 2020 döneminde Türkiye genelinde yüzde 50 artış gösterdi. Üç büyük ilde en yüksek artış yüzde 60 ile İzmir‘de görülürken, Ankara’da yüzde 50, İstanbul’da yüzde 40 olarak gerçekleşti. Bununla birlikte 2017 Eylül’den samlgın dönemine kadar azalan reel satış fiyatları, geçen bahardan itibaren artışa geçti ve kayıplar önemli ölçüde telafi edildi.

2020 Aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre konut ilanlarındaki satış fiyatları yüzde 34,2 arttı. Böylece 2019 Aralık ayında metrekare cinsinden satılık konutların ilan fiyatları 2 bin 624 TL iken 2020 Aralık ayında 3 bin 521 TL’ye yükseldi.

Satılık konut ilanlarında Aralık 2020’de bir önceki yılın aynı ayına göre cari fiyatlarda (ilan fiyatları) büyükşehir statüsündeki 30 il içerisinde, en yüksek artışların kaydedildiği iller, yüzde 60,6 ile Mardin, yüzde 57,1 ile Aydın, yüzde 55,3 ile Diyarbakır, yüzde 52,7 ile Muğla ve yüzde 52,1 ile Kahramanmaraş oldu. En düşük artışların kaydedildiği iller ise Trabzon, Kocaeli, Ordu, İstanbul ve Tekirdağ olarak kayıtlara geçti. Fiyat artışı bu illerde yüzde 24 ile yüzde 30 arasında kaldı.

2020 yılına kadar yatay seyreden satılık ilan sayısı ve satılan konut sayıları salgından sonra hızlı bir şekilde arttı. Rapor, bu dönemde uygulanmaya başlayan düşük faizli konut kredilerindeki büyük artışın satılık konut piyasasına canlılık getirdiğini ortaya koydu.

Raporda tanımlanan Ucuz Konutlar ve Lüks Konutlar ilan satış fiyatları, 2017 Eylül ayından 2020 Aralık ayına dek enflasyonun altında bir artış yaşamış olsa da, lüks konutların ilan fiyatlarındaki artış son aylarda hızla artarak enflasyon artışını yakaladı.

2020 yılının Aralık ayında ucuz konutların ilan metrekare fiyatı ortalama 1.922 TL iken lüks konutların ilan metrekare fiyatı ortalama 10 bin 585 TL olarak belirlendi. 2020 yılının Haziran ayında kamu bankalarının vermeye başladığı düşük faizli konut kredilerinin lüks konutların reel fiyatlarında çok hızlı bir toparlanmaya neden olduğu, buna karşın ucuz konutların kredi genişlemesinden lüks konutlar kadar etkilenmediği görüldü.

– Kiralar ve satış fiyatları 2017’den bu yana artışta

Raporun başlıca bulgularına göre, 2017 Eylül ayından itibaren kiralar artan bir seyir izledi. Kiralık konut ilan metrekare fiyat verileri 2020 Aralık ayında yıllık olarak fiyatların yüzde 19 arttığını gösteriyor. 2019 Aralık’ta 12,9 TL olan kiralık konut ilan metrekare fiyatı 2020 Aralık ayında 15,4 TL’ye yükseldi. Üç büyük ilde son bir yılda en yüksek kira artışı yüzde 24 ile İstanbul’da olurken, İzmir‘de yüzde 18 ve Ankara’da yüzde 10’luk bir artış görüldü.

Büyükşehir statüsündeki 30 il itibarıyla kiralık konut ilan fiyatlarında en yüksek artışın kaydedildiği il yüzde 45,3 artışla Diyarbakır olurken, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Mersin ve Sakarya’da yüzde 33,7 ile yüzde 38,6 arasında gerçekleşti. En düşük artışlar ise Van, Antalya, Ankara, Erzurum ve Bursa’da görüldü. Bu illerde ilanlardaki yıllık kira artışı yüzde 5 ile yüzde 13 arasında kaldı.

Raporda kiralık ilan sayılarının normalleşme sürecinin başlamasıyla birlikte artışa geçtiği dikkati çekiyor. Haziran’da uygulanmaya başlanan düşük faizli konut kredisi desteğinin kiralık konut piyasasına da canlılık getirdiği ve yaz aylarında kiralanan konutların toplam kiralık konut sayısına oranının yüzde 19’a kadar yükselerek dönemin en yüksek noktasına ulaştığı görülüyor.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

İnşaat Sektörü 2021 Yılı Beklentileri

Türkiye ekonomisi ve istihdamının temel dinamiklerinden inşaat sektörü, hükümetin pandemi döneminde hayata geçirdiği kredi destek paketleri, gerileyen faiz oranları ve konut satışlarındaki güçlü artışla üçüncü çeyrekte yüzde 6.4 büyüme kaydetmiş; yarım kalan projeler açılan kredi muslukları sayesinde tamamlanarak firmalara nakit girişi sağlanmıştı.

Genişlemeci politikaların pozitif etkisinin son çeyrekte ivme kaybederek de olsa sürmesiyle inşaat sektörünün 2020’yi büyüme ile tamamlaması bekleniyor.

Ancak, Merkez Bankası’nın 2021’in önemli bir bölümünde yüksek politika faizi uygulayacağı öngörüsü ve kredi faizlerinde beklenen yüksek seyir sektörün 2021 performansını sınırlayacak.

Merkez Bankası’nın 2021’in önemli bir bölümünde yüksek politika faizini koruyacağı öngörülüyor. Buna bağlı olarak konut kredisi ve TL ticari kredi faiz oranlarının da yüksek kalması bekleniyor.

BDDK verilerine göre; hükümetin kredi destek paketlerini devreye aldığı nisandan kasım sonuna kadar inşaat sektörüne kullandırılan nakdi krediler 49 milyar lira arttı. Sektörün toplam kredileri Kasım sonu itibarıyla 284.13 milyar liraya ulaştı.

TÜİK verilerine göre, inşaat sektörü 2020 3. çeyrekte yüzde 6.4 büyürken; 2019 yılında Türkiye GSYH’sında yüzde 5.4 olan payı da, 2020’nin ilk dokuz ayı itibarıyla yüzde 5.7’ye yükseldi.

2020’de birinci el konutta yüzde 0.64, ikinci elde yüzde 0.74’e kadar gerileyen kredi faizleri mevcut durumda yüzde 1.35 seviyesine yükselmiş durumda. Konut satışları gerileyen kredi faizleri ve kampanyaların etkisiyle haziranda sert yükselmiş, Temmuzda da tüm zamanların rekorunu kırmıştı. Yükselen faizlerin etkisiyle konut kredili satışlar aralıkta yüzde 71 gerilemişti.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Konut Satışlarında 2020 Yılı Verilerinin Yorumu

Konut satışlarında 2020 yılı satış verilerini Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açıkladı. 

Açıklanan rakamlara göre, Türkiye’deki konut satışı 2020’de toplam 1.499.316 şeklinde gerçekleşti. Toplam konut satışlarının sadece yüzde 31,33’ünü yeni konutlar oluştururken, yüzde 68,67’si ise ikinci el konutlardan oluştu.

Konut alımlarının 2020 yılında yeni (sıfır) konuttan, ikinci ele kaydığı ve bu durumun bir tercihten çok, zorunluluktan kaynaklandığını görülüyor.

Yeni konut projelerinin son 2-3 senede azalma eğilimine girdi. Yapı ruhsatlarına başvuruların 2018 ve 2019 yıllarında önemli ölçüde azaldı. 

Yeni (sıfır) konutların toplam konut satışları içindeki ağırlığının düşmesindeki esas sebebinin, müteahhitlerin gerçek satış fiyatı ile beyan edilecek satış fiyatı arasında önemli farklardır. 

Yani yüksek oranda kredi kullanarak konut almak isteyenlere karşın müteahhitlerin vergisel nedenlerle satış fiyatı ile beyan edilecek satış tutarı arasındaki farkın tüketiciler tarafından kredi ile değil nakit olarak kendi birikimleri ile karşılanması durumudur. 

Faizin nereden nereye geldiğini de hatırlamakta yarar var. Haziran başında kamu bankaları öncülüğünde aşağı çekilen faiz, Merkez Bankası verilerine göre tüm bankalar ortalamasında temmuz ayında yüzde 9.11’e kadar inmişti. Aralık ayı ortalamasındaki yüzde 18.19, yani faiz beş ay içinde tam ikiye katlanmış durumda.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Otomatik Portakal” Anthony BURGES

Onbeş yaşında bir çocuk olan Alex, Dim, Pete ve Georgie adlı dört gençten oluşan bir sokak çetesinin lideridir. Gündüzleri gayet normal bir genç gibi okuluna gitmekte, akşamları ise çetesiyle beraber çeşitli suçlar işlemektedir. İşlediği suçlardan bazıları ise bir dilenciyi öldüresiye dövmek, bir kadının evini basmak ve ülkesindeki önemli yazarlardan birinin eşine tecavüz etmek ve daha kötüsü cinayettir. Çetenin kendi aralarında kullandıkları Rusça sözcüklerden oluşan bir jargonları da vardır. Bu dile “Nadsat” demektedirler.

“Neden “iyiliğin kökenini” incelemezler, araştırmazlar?” Eğer serseriler kötülük yapıyorsa bu onların tercihidir. Ben kötülüğü yeğleyenler arasındayım.” diyen Alex kötü olmayı seçmiştir.

Bir gece de “Otomatik Portakal” adlı bir roman yazmakta olan bir yazarın evine de girip evi dağıtırlar. Ortalığı kırıp döktükleri gibi karısının da ırzına geçerler. Başka bir sefer de yaşlı bir kadının kediler ile dolu evine girerler ve onlara direnen yaşlı kadını da öldürürler.

Bir gece barda otururlarken çetelerinin en güçlü ve iri -aynı zamanda aptal- üyesi Dim ile çok basit bir konuda tartışırlar. Alex, Dim’e çok sert davranır. Çetenin diğer üyeleri Alex liderleri olduğu için pek bir şey söylemeseler de, Dim’e gereksiz yere çıkışmasından rahatsız oldukları bellidir. Ertesi günlerde yine çete işleri yaparlarken Alex bazı şeylerin değiştiğini fark eder. Otoritesi sarsılmıştır bir kere.

Bir gece, Pete bir fikir ortaya atar. Kedileriyle yaşayan yaşlı ve yalnız bir kadının evine girip evindeki altın, gümüş ve antikaları çalacak, daha sonra da bunları kara borsada satacaklardır. Bunu daha önce hiç yapmadıklarından Alex pek benimsemez ama Dim’le yaşadıkları olaydan sonra pek karşı çıkmak istemez ve kabul eder. Evin önüne gittiklerinde Alex pencereden içeri girerek yaşlı kadını etkisiz hale getirmeye çalışır. Fakat önceden hazırlıklı olan kadının direnmesini önlemek o kadar da kolay olmayacaktır. Kadının kedileri Alex’in üstüne atlar, o da o arada bir vazoyla kadının kafasına vurur. Kadın ölmüştür ölmesine ama önceden polisi çağırmıştır. Polis geldiğinde çete arkadaşları Alex’i satmaya önceden hazırdır zaten. Her şeyin Alex’in fikri olduğunu, kadını onun öldürdüğünü söylerler. Böylece Alex tutuklanır ve tam on dört yıl hapis cezası alır.

Alex’in hapise girmesinin üzerinden tam iki yıl geçmiştir. Üç kişilik küçük bir hücrede altı kişi kalmaktadırlar. Bir akşam hücrelerine yeni bir mahkum getirilir. Biraz kendini beğenmiş ve geveze bir mahkumdur. Gece herkes uyuduktan sonra Alex’in yanına yatar. Alex bunu fark edip de uyanınca hep beraber bu yeni gelen mahkumu döverler, sonunda bayılır ve yere düşerek öylece kalır. Diğerleri de uykularına kaldıkları yerden devam ederler.

Sabah uyandıklarında, diğer mahkumun hala aynı yerde yatmakta olduğunu görürler. Çoktan ölmüştür. Herkes telaşla birbirini suçlamaya başlar. Sonunda, hepsi birden öldürücü darbeyi Alex’in yaptığına karar verirler. Gardiyanlar gelip de cesedi götürdüklerinde de aynı şeyi söylemeye devam ederler. Akşama doğru, içişleri bakanı ve hapishane müdürü gelirler. İçişleri bakanı hapishanelerin ne kadar dolu olduğundan, hapis cezasının mahkumlar üzerinde hiçbir etkisi olmadığından şikayet eder. Islah etme adı verilen yeni bir yöntem bulmuşlardır ve olayın olduğu hücrenin yanına ulaştıklarında Alex’i işaret ederler. Bu yöntemi ilk olarak onun üstünde deneyebileceklerini söyler. Her şey yolunda giderse Alex iki hafta içinde özgürlüğüne kavuşabilecektir. Tabii bunu seve seve kabul eder.

Suçluları Yeniden Topluma Kazandırma projesiyle “Ludavico” adlı bir laboratuvar çalışmasına tabi tutularak kişilikleri düzeltilecektir. Alex bu çalışmanın kobayı seçilmiştir. Burada herkes ona çok iyi davranmaktadır, hapiste gardiyanların yaptığı gibi kimse dövüp sövmemekte, aksine tatlı bir dille konuşmaktadır. Ona çok yeni ve güzel bir pijama takımı verirler ve küçük, temiz bir odaya götürürler. Burası artık onun odası olacaktır. Ertesi sabah ise işin iç yüzü ortaya çıkar. Onu kötü bir insan olmaktan kurtaracak, iyilik yapmasını sağlayacak denen ıslah etme yöntemi, tam bir işkencedir.

Bu çalışmanın seanslarında Alexe, şiddet dolu filmler izlettirilip, fiziki işkenceye maruz bırakılıp acılar çektirirler. En sonunda Alex aklından kötülük geçtiği anda kusacak ve acılar çekecek hale getirilir. Bu yöntemle tedavi edilen Alex artık kötülüğü düşünemeyecek hale gelmiş olur.

Ama Beethoven müziğini duyduğu anda kendisine seyrettirilen Nazi soykırım filmlerinin dehşet dolu sahnelerini yaşamaya başlar. Böylece kişiliği değişen Alex, bir kuklaya dönüşmüştür. Artık en çok sevdiği Beethoven’den ve müzikten de olmuştur. Tedavi sonrasında kayıtlara iyileşmiş olduğu yazılıp salıverilir.

Artık şiddet uygulama isteği olduğunda tuhaf bir hastalığa tutulmakta, bu yüzden de istemeden de olsa herkese iyi davranmaktadır. İlk iş olarak bir yerde kahvaltı yapar ve sonra da annesi ve babasıyla yaşadığı eski evine gider. Kapıyı açtığında annesi, babası ve bir yabancıyı kahvaltı ederken görür. Onun yokluğunda ailesi odasını bir başkasına kiralamıştır. Hayal kırıklığıyla kendi evinden çekip gider, artık evsiz de kalmıştır.

Alex şehir kütüphanesine gider. Orada eski çete günlerinde kötülük yaptığı bir yaşlı adamla karşılaşır. Adam onu tartaklamaya başlar fakat şiddet uyguladığında hastalandığından karşılık veremez. Kütüphane müdürü polisi çağırır ve bir süre sonra iki polis çıkagelir. Polislerden biri Alex’in eski çete arkadaşı Dim, diğeri ise eski düşmanlarından biridir. Alex’i alarak şehirden uzak bir ormana götürerek öldüresiye dövüp sonra da çekip giderler. Alex kendine geldiğinde yakınlardaki bir köye yürümeye başlar. Bir eve rastladığında kapıyı çalar ve yardıma ihtiyacı olduğunu söyler. Bir adam kapıyı açar ve onu içeri alır. Ona çok iyi davranır, fakat sonradan amacı anlaşılır.

Adam hükümet karşıtı bir siyasetçidir. Alex’in hikayesini duyunca “Ludevico” yönteminin insanlık dışı bir uygulama olduğunu kanıtlamak için harekete geçer. Alex’i de hükümetin yeni yönteminin kurbanı olarak herkese göstererek prim yapma peşindedir. “Senin gibi bir delikanlıyı OTOMATİK PORTAKAL’a dönüştürenlere yaşam hakkı tanımamalıyız.” der. “Seni bir makinaya dönüştürmüşler ” diyerek ona yardımcı olmaya çalışır. Ancak Alex bu kez de başka bir kesim tarafından başka bir amaçla kullanılmaktadır. Birkaç arkadaşı ile beraber Alex’i bir eve götürürler. Sonra da kapıyı kilitleyip ona şiddet dolu müzikler dinletirler. Buna dayanamayan Alex, camı açar ve aşağı atlar. Ölmemiştir, fakat birçok kemiği kırılmıştır ve oldukça kötü durumdadır.

Kaldığı hastanede onu tedavi ederler. Artık şiddete tepki vermemektedir. Eski günlerine geri dönebileceğine inanır ve yeniden bir çete kurar. Bir akşam, Alex yeni çetesiyle katkılı süt içerken, canı sıkılır ve arkadaşlarından ayrılıp yürümeye başlar. Canı çay içmek ister, oldukça sıradan insanların oturup sohbet ettiği bir mekana girer ve kendine bir çay söyler. Oturmak için yer ararken eski arkadaşı Pete ile karşılaşır. Bir bayanla oturmuş kahve içmektedir. Alex’i gördüğüne mutlu olur ve sohbet etmeye başlarlar. Pete yanındaki bayanın karısı olduğunu söyleyince Alex çok şaşırır, Pete’nin evlenebileceğini hiç düşünmemiştir. Evine döndüğünde kendisini yeni bir his karşılar, baba olmak istediğini fark eder. Tabii bunun için bir eşe ihtiyacı vardır. Alex artık büyümüştür.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Kendi İşini Yapmak Nasıl Bir Şeydir Bilir Misin?

Bir yerde maaşlı çalışan kişilerden “Ah bir kendi işimizi kursak, şöyle sahilde küçük bir kafe açsak” benzeri dilekleri sıklıkla duyarız değil mi? 

Kendi işini yapan insanlar Cumartesi gelse de alemlere aksak veya Pazar gelse de evde yan gelip yayılsak benzeri dilekler tutmazlar. Zaten cumartesileri kesin çalışıyorlardır. Duruma göre pazar çalışması da opsiyoneldir. Yani kendi işini yapan insanların hafta içi mesaisi ve hafta sonu tatili gibi kavramları yoktur. İnanmazsanız kendi işini yapan insanların ailelerine sorun!

Kendi işini yapan insanlar öyle bu sene bayramlar birleşiyormuş uzun tatil varmış diye de sevinmezler. Çünkü uzun tatil demek para kazanılamayacak uzun dönemler demektir. Kendi işini yapan insanlara tatil yaparlarken kimse para ödemez. Bu nedenle kendi işini yapan insanların öyle uzun uzun işi gücü bırakıp gezdiklerini pek göremezsiniz. Her fırsatta hükümetin bayram tatillerini uzatmasından haz etmezler. Kendi işini kuran pek çok kişi ilk yıllarında neredeyse hiç tatil yapmadan çalışmak zorunda kalır. Yeni kurulmuş işleri bir düzene oturtmak zordur. İşleri düzene girdiğinde de aradan geçen zamanda artık tatil alışkanlıklarını kaybetmiş ve çalışmanın bağımlısı olmuş olurlar çoğu kez.

Kendi işini kurduğunuzda öğlene doğru kalkarım şöyle sıkı bir kahvaltı yapıp keyifle işime giderim filan diye düşünüyorsanız onu da unutun. Kendi işlerini yapan insanlar maaşlı çalıştıkları dönemlere kıyasla çok daha fazla çalışır ve çok daha erken kalkıp işlerine giderler. Öyle öğlene kadar yatakta keyif yapmayı seven birisi iseniz büyük hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Kendi işini yapan herkes istisnasız size kendi işinizde başkası için çalıştığınızdan çok daha fazla emek harcamanız gerektiğini söyleyecektir.

Kendi işini yapanlar ofislerinin çok havalı ve manzaralı olmasını aramazlar. Eskiden ofisin maliyetini bir işveren karşılıyor iken manzaralı odayı prestij olarak görüp mobilyalarınızın markasını dert edinirdiniz ama kendi işinizi yaparken ofis sırtınızda ciddi bir maliyete dönüşecektir. Aynı durum arabanız için de geçerlidir. Eskiden işverenin verdiği arabanın modelini yılını beğenmezken kendi işinizi yaptığınızda bir araba almanın nasıl bir maliyet olduğunu anlar ve kiralamayı daha akıllıca bulursunuz. Çünkü araba çocuğunuzun maliyetinden yüksek bir maliyettir. İşinizi kurarken sanal ofisle filan idare edip araba gibi gereksiz lükslere para bağlamamayı öğrenirsiniz.

Maaşlı çalışırken müşterilerinizi en pahalı restoranlara götürür ve faturayı da keyifle şirkete yazardınız. Oysa kendi işiniz olduğunda birisini yemeğe götürecekseniz iki kere düşünür ve o maliyetin size bir şekilde dönüşü olmasını hesaplarsınız. Mümkünse en sosyetiğinden restoranlara gitmezsiniz. Artık tüm yediğiniz içtiğiniz sizin masrafınızdır. Bir anda sefer tasıyla eşinizin pişirdiği yemekleri işe götürmek çok cazip gözükebilir… Öyle ya hem sağlıklı hem ucuz hem de lezzetli!

Patronunuzun maaşa ek olarak sunduğu yan haklara burun kıvırdığınızı hatırlıyorsunuz değil mi? Sağlık sigortası ve emeklilik sigortası gibi imkanlar kendi işinizi yaptığınızda birden kıymete biner. Sigortalarınızın her kuruşu sizin için bir maliyettir. Birden işverenlerin sırtına nasıl yükler bindiğini görür ve çalışanların kendilerine sunulan imkanlar konusunda nankörlük ettiklerini düşünmeye başlarsınız. Artık siz de işveren olmayı anlamaya başlamışsınızdır.

Kendi işinizi yaptığınızda o ay tek bir fatura bile kesememiş olsanız da kiranızı, aidatlarınızı, yanınızda çalışanların maaşını sigortasını ödemek zorundasınızdır. Muhasebecinize nasıl olsa fatura kesmedik neyin masrafı bunlar diyemezsiniz. Zaten muhasebeciniz hiç yoksa kendi faturasını burnunuza dayayacaktır hemen. Hele devlete bunu hiç diyemezsiniz çünkü devlet sizden daha kazanamadığınız paranın vergisini alma işinde çok ustadır. Fatura kesmiş ama paranızı tahsil edememişsinizdir henüz. Devlet baba mazeret tanımaz, daha tahsil edemediğiniz faturanın KDV’sini beyannamesini ister sizden.

İşin aslı Türkiye’de kendi işiniz hiçbir zaman tamamen kendi işiniz değildir. İşinize devlet ortaktır ve kazandığınız tüm paranın en az 1/3’ü devlet tarafından alınır. Üstelik bu daha doğrudan vergilerin oranıdır, benzine, gaza harcamalarınızın üstünden ödediğiniz dolaylı vergiler buna dahil değildir. Öyle hastalanıp çalışamayacak durumda olsanız dahi devlet size acımaz vergileri tahsil etmeye devam eder. Hadi onu da geçtik pandemi döneminde gördünüz işte; devlet hem sokağa çıkmayı dükkanı açmayı yasaklar hem de vergini öde der.

Kendi işinizi yaptığınızda kerameti kendinden menkul ve hiçbir faydasını göremeyeceğiniz ticaret odası, esnaf odası filan gibi ne kadar gereksiz mesleki kuruluş varsa peşinize düşer ve ne kazandığınıza bakmadan her ay sizden para tırtıklar. Doğrusu bu kuruluşların ne yaptığını kimse bilmez, sizden aidat alırlar ama herhangi bir hizmet de sunmazlar. Bazen faaliyet belgesi filan gibi kağıtlara mühür vururlar ama tabi bunların parasını ayrıca alırlar sizden.

Kendi işinizi yaparken kapısına gidip de ihtiyaç duyduğunuz bir eğitimi isteyebileceğiniz bir patronunuz yoktur. Ne konuda eğitime ihtiyacınız varsa tıkır tıkır parasını ödemeniz gerekir, tabi buna zaman yaratabildiğiniz varsayımıyla… Çünkü işten kırıp eğitim molası verme güzelliği, kendi işinizi yaparken eğitim almak için işin başından ayrılma kabusuna dönmüştür. Şirketinizin düzenli olarak eğitim aldırdığı ve sizin bunlara burun kıvırdığınız yılları özlemle hatırlarsınız.

Kendi işinizi kurmak demek kendi kazancınızı belirlemek demektir. Yorulursanız, sıkılırsanız, bunalırsanız para kazanamazsınız. Daha fazla kazanmak isterseniz daha çok çalışmak zorundasınızdır. Kimse size fazla çalışma ücreti ödemeyecektir. Kendinize emekli maaşı bağlamak için işinizden ciddi ödemeler yapmak zorundasınızdır. Sıkıştığınızda başvuracağınız bir yardım sandığı filan da yoktur. Ne biriktirebildiyseniz onla emekli olursunuz ve onunla yaşarsınız. Eğer SSK veya Bağkur’dan filan emekli olurum diye düşünüyorsanız kolay gelsin, çünkü hepi topu lüks bir restoranda bir akşam yeme içme parası kadar emekli aylığı öder bu kuruluşlar. Kendi işinizden emekli olduğunuzda sürünürsünüz.

Her ay sabit giderlerinize ait faturalar gayet düzenli şekilde gelir ama önünüzdeki ay ne kazanacağınız hiç belli değildir. Giderleriniz gelirlerinizi aştığında ne yapacağınızı düşünmeniz gerekir. Bankalar bile maaşlı insanlara daha rahat kredi verir, çünkü bir girişimci olarak sizin geliriniz belirsiz ve düzensizdir. Öyle işler kötü giderse bankadan kredi alır maaştan öderim gibi bir rahatlık olmadığı için finansal açık verecekseniz babanız zengin olsa veya bir köşede birikmiş paranız olsa iyi olur.

Düzensiz bir gelirle yaşamak büyük bir disiplin gerektirir. Kazanırken biriktirmeniz, kaybederken de oradan karşılamanız gerekir. Bu sıra şaşacak olursa nasıl kurtulacağınızı bulmanız gerekecektir. Neden yeni kurulan işlerin %65’i beşinci yılı göremiyor şimdi daha iyi anlamışsınızdır. 

Aman yeni bir iş kurarken, örneğin bir kafe açarken masrafları masa, sandalye, kiradan ibaret zannetmeyin. Yeni bir iş kurarken en az bir yıl hiç para kazanamayacak gibi düşünmeli ve yeterli sermaye birikimiyle işe başlamalısınız. Türkiye’de işletmelerin çoğu yetersiz işletme sermayesinden dolayı batar. Yani işi kuracak parayı bulmanız yetmez yaşatacak parayı da bulmalısınız.

Her ay kime gitsem ne satsam düşüncesi beyninizde turlar durur. Hep büyümek ve ilerlemek zorundasınızdır. Yeter bu kadar burada duralım diyemezsiniz. Siz deseniz de giderleriniz demez, devlet demez, çalışanlar yeter bize bu kadar maaş demez. Eşiniz yeter bu kazandığımız eski evimizde otururuz demez. Malınızı hizmetinizi satabilmek için bin takla atarsınız, uzun vade yapmak zorunda kalırsınız, bu sefer de alacaklarınızı tahsil edemezsiniz. Bağırış çağırış alacaklarınızı toplayacak cesaretiniz yoksa aman hiç kendi işinizi kurmaya heves etmeyin. Bu ülkede satmak ayrı derttir, parasını almak ayrı bir dert.

Kendi işinizi kurmak demek sürekli rekabet etmek demektir, hep daha iyi olmak zorundasınızdır yoksa fındık kadar fiyat farkıyla işi elinizden alırlar. İş alma stresi size her türlü sinirsel hastalık deneyimini yaşatacaktır. Kimseden iş isteyemezsiniz, siz almak zorundasınızdır. İş isterseniz zayıf olduğunuzu düşünürler ve sizi ezmeye kalkarlar. Her yeniliği izlemek zorundasınızdır aksi halde müşteriler sizden hemen sıkılır ve sizi terk eder. O müşterileri memnun etmek için her akşam bir yerlerde tabiri caizse konsomasyon yapmanız gerekir. İşi yapmanız yetmez müşterileri bir de eğlendirmeniz gerekir. Bir akşam da ayağımı uzatayım TV’de dizi izleyeyim diyemezsiniz. Bir patronla çalışırken ve maaşlı bir yönetici iken ortalıkta işe ve firmaya sadakat ahkamları kesebilirsiniz ama kendi işinizi yaparken ilk anladığınız şey herkesin yalnızca kendisine sadık olduğudur.

Peki diyeceksiniz ki şimdi, o zaman neden kendi işimizi yapalım ki? 

Zorlukları çoktur tabi ama tüm zorluklarına karşın kendi işini yapanlar özgürdür, kendi kaderlerini ele alma cesaretini göstermişlerdir. Ödül de onlarındır ceza da, kazanç da onlarındır kayıp da… 

Patrona, müdüre yalakalık yapmaları gerekmez. Kimsenin ne dediğine bakmadan kendi burunlarının dikine gidebilirler. Kimse onları takdir etmiş mi performansını görmüş mü umursamazlar. Önemli olan tek şey kendilerinin yaptıkları işten tatmin olmalarıdır. Tüm bu zorluklara karşı kendi kaderine hakim olmanın mutluluğu başka hiçbir şeyle değişilmez. Kendi işini kuranları yalnızca buna cesaret edebildikleri için bile takdir etmelisiniz, çünkü birçok insanın dilinde kendi işini yapmak bu ömür boyu sürecek ama hiçbir zaman hayata geçirilmeyecek bir sızlanmadır yalnızca. 

Bir gün hazır olduğunuzda kendi işinizi kurmayı mutlaka düşünün ama bunu gerçekçi bir şekilde düşünün diye yazdım tüm bunları. Kendi işinizi kurmak demek “Bodrum’a bir kafe açalım da hafiften takılalım” demek değildir. Öyle olduğunu umarak yola çıkanlar o kafeleri birkaç aya devrediyorlar.

Kürşat Tuncel

Haftanın Kitap Önerisi: “Yaşama Uğraşı” Cesare PAVESE

Cesare Pavese’nin Yaşama Uğraşı Kitabından İnsan Üzerine 10 Alıntı

1 İnsan artık istemediği zaman elde eder bazı şeyleri.

Talihsizliğe uğramış bir genci şu sözlerle avutmaya çalışırız: “Sabırlı ol; kendini koyuverme; ilerisi için daha dayanıklı yapar bu seni; herkesin başına bir kere gelir böyle şeyler vb.” Kimse gerçeği söylemeyi düşünmez: “Aynı şey bir kere, dört kere, on kere daha başına gelecektir- böyle şeyler her zaman başına gelecektir; çünkü sen kendini koruyamayacak bir yaradılışta isen, bundan kendini kurtaramazsın.”

2 Estetik değerler, ahlakın özü, gerçeğin ışığı öğretilemez. Her insan kendi içinde yaratmak zorundadır bunları. Bu kavramlar mutlak, zaman ve toplum dışı değerler oldukları için başkalarına iletilemez. Kelimeler bu kavramları ancak ana çizgileriyle dile getirebilirler.

3 Geçmiş bizim için, hem düşünmeden yeniden yaşayabileceğimiz kadar alışık olduğumuz, hem de ona her döndüğümüzde bizi şaşırtacak kadar bize yabancı bir şey olmalı: Bu durumda hayal gücümüzün kullanabileceği bir nitelik kazanmış olur. Size önceden sıradan görünmüş olan bir yaşantının üzerinden bir zaman geçsin, onu yepyeni bir gözle görür, hayretler içinde kalırsınız.

4 Acının kamçısını suratına yemesini bilmek de bir sanattır, öğrenmen gereken bir sanat. Bırak kendini tüketsin her saldırı; acı daha yoğun, daha güçlü bir şekilde incitebilmek için tek saldırı bulunur hep. Sen de, acının iğnesini bir noktayı sokmuş gibi zehrini dökerken seni sokabileceği bir başka yerini uzat ki ilk yaranın sancısını duymayasın. Gerçek acı çeşitli düşüncelerden meydana gelir. İnsan aynı anda ancak bir şey düşünebileceğine göre, bir düşünceden öbürüne geçmeyi, böylece sırayla her sızlayan yerin acısını dindirmeyi öğren.

5 Aşırı duygusal kimselerin yanıldıkları nokta “sevecen duygular”ın varlığına inanmaları değil, kendi sevecen yaradılışları adına bu duygulara sahip çıkmalarıdır. Ancak sert ve kararlı kimseler kendilerini sevecen duygularla kuşatma bilgi ve yeteneğine sahiptirler; ama işin acısı, bu duyguların tadını da en az onlar çıkarabilirler.

6 Mutluluğun gizini, onu yarın ve her zaman yeniden elde edebilecek şekilde bulaya çalışmanın o gelip geçici acısı olmasa, beşki de eksiksiz olurdu mutluluğum. Ama belki de yanılıyorum, belki de acıda gizli mutluluk. Bir kez daha, yarın anılarla yetinebilmeyi umduğumu anlıyorum.

7 Kaderin amansız oluşu değildir sorun; çünkü insan bir şeyi inatla isterse, onu elde eder. Korkunç lan, istediğimiz şeyi elde ettikten sonra ondan bıkmamızdır. O zaman suçu kaderde değil, kendi isteğimizde bulmalıyız.

8 Bir dikey tipler vardır: Bunlar her şeyi sırayla yaparlar; bir kişiden ya da bir şeyden öbürüne geçerken öncekini bırakırlar; kendilerini yeni bir sevgiliye adadıkları zaman, bir eski sevgilinin gelip onları kışkırtmasına sinirlenirler. Bunlar romantiktir, hiç büyümezler. Bir de yatay tipler vardır: Bunlar oldukça geniş bir değerler dünyasından yaşantı zenginleştirirler, eski tanıdıklarından vazgeçmeden yeni insanlarla ve şeylerle ilgilenmesini bilirler; serinkanlılıklarının, köklü inançlarının yardımıyla birbirinden oldukça değişik tutkuları denetleyecek ve yola getirecek gücü bulurlar. Böyle insanlar da klasiktir.

9 Herkesin başına aynı şeylerin gelmesi, belirlenimci bir saptama değildir. Tam tersine. Bu şeylerin olması, öznenin bu şeylerin gerekliliğince belirlendiği anlamına gelmez; özenin her karşılaşmaya kendi iradesini, yapısını, kişiliğini, özünü vb. taşıdığı anlamına gelir, karşılaşmaları seçen, onlara hep aynı biçimi veren de budur. Karşılaşmalara her ne kadar insan benliği girse de, onlar özgürdür.

10 Kaderin bilgeliği, temelde, bizim bilgeliğimizdir, çünkü bize bir şeyin köküne indiğimiz zaman neyi yapıp yapmamamız gerektiği konusunda sınırsız bir duyarlılık verir. Bizi baştan çıkaracak hangi durumla karşılaşırsak karşılaşalım, bu konuda hiçbir zaman yanılmayız. Her zaman bir kader duygusuyla hareket ederiz. İkisi de aynı şeydir.

Yanılan insan henüz alın yazısının ne olduğunu bilmeyen insandır. Yani bu insan, geleceğini belirleyen geçmişini anlamıyor demektir. Ama ister anlasın, ister anlamasın, geçmiş gene de geleceği gösterir. Her hayat, olması gerektiği gibidir.

ÖZET

Dünyanın en acımasız katliamının, yine bir Ağustos ayında üç gün arayla yarım milyon insanın ölümüne neden olan atom bombalarının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılmasının üzerinden tam beş yıl geçmiş.

Tarih 26 Ağustos 1950, bir yazar; eleştirmenlerin övgü ve alkışlarıyla karşılanan, başarısının doruğunda, en son yazdığı “Yalnız Kadınlar Arasında” romanı İtalya’nın en önemli Strega edebiyat ödülünü hak etmiş, henüz 42 yaşında ve yapılacak çok şey var, oysa o Torino’da, küçük bir otel odasında uyku hapı alarak intihar etmeyi tercih ediyor.

Edebiyat dünyasında kendi elleriyle yaşamına son veren ilk yazar değildir Cesare Pavese. 1900’lü yılların ilk yarısı, akıl almaz işkenceler içinde geçen Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sonuçlarına tanık olmuş ve milyonların ölüm acılarıyla yoğrulmuş bir dünya nüfusu bırakmıştır geriye. Aynı yıllarda savaşlara rağmen iyi şeyler yaratmak için uğraş verenler bu yılların dramını, içlerinde hapsedilmiş ürkütücü ve bir o kadar korkunç çığlıkları geride bıraktıkları eserlere yansıtmışlardır bir şekilde.

“İnsan altmışını aşınca, her şeye bütünüyle yeniden başlamak, çok büyük güç gerektirir. Benim gücüm ise, vatanımdan uzak, yıllarca dolaşma sonucunda tükendi. Bu nedenle, düşünce düzeyindeki çalışmaları en yüce mutluluk, kişisel özgürlüğü ise en değerli varlık saymış bir yaşamı, henüz dimdik dururken noktalamayı uygun buluyorum” diyen ve savaşın ağır sonuçlarına katlanamayarak 23 Şubat 1942’de 61 yaşında intihar eden Avusturyalı yazar Stefan Zweig ölmeden önce “Satranç”, “Acımak”, “Amok Koşucusu”, “Korku”, “Günlükler” ve “Üç Büyük Usta” gibi önemli eserleri gelecek nesillere bırakmayı başarabilmiştir.

Bombardıman uçakları tarafından ülkesi her gün ölüm yağmuruna tutulan Virginia Woolf’da 59 yaşında Ouse ırmağına atlayarak intihar ettiğinde takvim yaprakları 1941 yılını göstermektedir. Sık sık gelen sinir krizleri ve intihar eğilimleri, ruhi çöküntüler ve ağır depresyon halleri bile “Yıllar”, “Dalgalar”, “Deniz Feneri”, “Kendine Ait Bir Oda” ve “Mrs. Dalloway” gibi birbirinden başarılı eserler bırakarak bu dünyadan ayrılmasına engel olamamıştır. Woolf’un mezar taşında “Dalgalar’” isimli romanının son cümlesi yer alır; “Senin üzerine atacağım kendimi, yenik düşmeden, boyun eğmeden, Ah. Ölüm!”

Her üç yazarın da en önemli ortak özellikleri yaşadıkları dönemlerde edebiyat alanında son derece başarılı çalışmalar yapmaları, eserlerinin en ünlü eleştirmenler tarafından takdir edilmiş olmasıdır. Ve hepsinden öte her üç yazarın ortak yazgısı yazılarını sık sık yapılan hava bombardıman anonslarının altında yazıyor olmalarıdır şüphesiz. Ve her üçünde ortak bir başka nokta en iyisini yazma tutkusudur. İşkencelerle ölmüş milyonların çığlıklarını, o güne kadar alışagelmedik yeni anlatım yollarıyla ifade etmek zorundadırlar. Onlar adına bunu fazlasıyla hak etmişlerdir. Bu nedenle yazılarındaki duygu ve düşünceleri asla tatmin edici bulmazlar. Daha fazlası gereklidir. Woolf, “Yıllar” isimli kitabını bir çok kez gözden geçirir ve her seferinde onda eksik bir şeyler bulur, kitabı yeteneksizliğinin bir kanıtı olarak görüp sinir krizleri geçirir. Oysa kitabın Woolf’a verdiği yanıt gerek Amerika’da gerekse Avrupa’da en fazla okunması ve beğenilmesi şeklinde olur.

Yaşadıkları savaş dönemlerini, yüklenmiş oldukları sosyal, tarihi ve siyasi sorumluluğu eserlerine yeterince yansıtamadığını düşünmek sanatçıların ruhlarında sonsuz acılar uyandırır. Sancılar bir tek mükemmellik duygusuyla yok olabilir. Yaratılan her eserde bir öncekini aşma tutkusu vardır. İç sesler, iç hesaplaşmalar onları asla rahat bırakmaz, eserlerinin aslında kusursuz olduklarına inanmazlar ve yeterince duyuramadıklarını düşündükleri yaşam çığlıkları ne yazık ki onların da sonları olur. “Dalgalar kıyıda parçalandı.” (V. Woolf, Dalgalar isimli romandan)

Ölümünden iki yıl sonra “Yaşama Uğraşı” adıyla yayımlanan güncelerini 1935 yılında tutmaya başlar Pavese -ölümünden 15 yıl önce-. Yaşadığı her deneyimden kendine özgü düşünceler ve sonuçlar çıkarmıştır. Özellikle yazdığı şiirlerde kendini geliştirme, farklı teknikler ve konular yakalayarak yeni bir başlangıç noktası bulma çabaları, başarıları ve hüsranları, kadınları, terk ettiği ve terk edenler nedeniyle çektiği aşk acıları, yalnızlığı, nedensiz acıları, kendine, yazdıklarına ve kişiliğine yönelik acımasız eleştirileri, sürekli kendi kendisiyle yaptığı iç hesaplaşmaları, romanları, etkilendiği diğer yazarlar ve eserleri hakkında tuttuğu kısa günlük notlar, intiharla sonuçlanan acımtırak bir yaşamın analizini yapmak için bir çok ipuçları verir.

Roma’da Strega ödülünü aldıktan hemen sonra yaşadığı Torino’ya dönen Cesare Pavese günlüğü dışındaki tüm çalışmalarını yok eder. 1949 yılında simgesel gerçeklik üzerine iki ayda tamamladığı “Ay ve Şenlik Ateşleri” yazarın son eseridir. Güncesinde “Her şeyi koymalıyım bu kitaba” derken son kitabı olduğunu kendisi de biliyordur zaten. İntihar düşüncesi güncenin yazıldığı ilk günlerden itibaren kendini hep korumuştur. Bilinmeyen şey gerçekleşeceği zamandır. Sevdiği kadınlar tarafından terk edildikten hemen sonra yaşanan içini kemiren yalnızlık duygusu, (“kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum”) onu sık sık intihar olgusu ile karşı karşıya getirir.

“Ne zaman bir güçlükle yada acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar.” İntiharından on dört yıl önce, güncesinde yer alan satırlardır bunlar. Ve devam eder.

“Bir iç trajediyi sanat biçiminde dile getirmek ve böylece ondan arınmak, ancak bu trajedinin içindeyken bile duyargalarını geren ve incecik ipliklerle örgüsünü örebilen, kısacası, bir yandan yaratıcı düşüncelerin kuluçkasına yatabilen bir sanatçının başarabileceği bir iştir. Bir çıkar yol olarak intihar yerine, bir sanat eserinin aracılığı ile fırtınayı yaşamak ve baskı altındaki duygulardan böylece kurtulmak diye bir şey olamaz. Bunun ne kadar doğru olduğunu, kendini gerçekten başına gelen bir felaket yüzünden öldüren sanatçıların genellikle sıradan şairler, duygu taşkınlıklarında içlerini kemiren kanserin en ufak bir belirtisini bile duyurmayan gösteriş düşkünleri oluşu gösterir. Bundan şunu öğrenir insan: uçurumdan kurtulmanın yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.”

“Bir arabanın altında kalmanın yada öldürücü bir hastalığa yakalanmanın korkusuyla kendini öldürmeyi düşünmenin hiç de gülünç ve saçma bir yanı yoktur. Acı çekme derecesinin dışında, insanın kendini öldürmek istemesi, ölümünün önemli, bilinçli ve yanlış yorumlanmaması gereken bir eylem sayılmasını istemesidir. Bu yüzden intihar edecek kimsenin ezilmek yada zatürreeden ölmek düşüncesi gibi anlamsız bir şeye katlanamamasını doğal karşılamak gerekir. Onun için üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat”

Sorar kendine. “Bu yıl iki kere intiharı aklından geçirdin. Herkes sana hayranlık duyuyor, seni övüyor, seni kutluyor. Öyleyse?”

Övgüler, kutlamalar ve başarılar artık kanıksandığı için midir? Hayaller gerçekleşmiştir. Yapılacaklar tamamlanmıştır. Geriye bir şey kalmamıştır. Oysa bir sanatçının yaratıcılıktan uzak kalması düşünülemez. Aslında Pavese bilinçli ve de ne istediğini bilen bir insandır. Nitekim:

“Cecchi’nin yazısı.. De Robertis’in yazısı, Cajumi’nin yazısı. En büyük “üstatlar” ca övülüyorsun. Sana” Kırk yaşındasın ve ününü yapmış durumdasın: kendi kuşağının en iyisisin ve tarihe geçeceksin; başkalarına benzemeyen, sahici bir yazarsın…” diyorlar. Yirmi yaşındayken bundan başka bir şeyi düşlemiş miydin?”

“Peki? ‘Hepsi bu kadar, şimdi ne olacak?’ demeyeceğim. Ne istediğimi bildiğim gibi, elde ettiğim şeyin değerinin ne olduğunu da biliyorum. Bundan başka bir şey istemiyordum. Bunu sürdürmek, daha ileri gitmek başka bir kuşağı da kapsamak, bir tepe gibi sonsuzlaşmak istiyorum. Yarından başlayarak yılmadan aynı yolda yürüyeceğim.”

“Ama nasıl inanılmaz bir gözle görmüşüm geleceği isteklerimle yazgım arasında bu ne güzel rastlaşma! Ya bu sonucun değeri eserlerde değil de, bu rastlaşmadaysa?”

Doğrusu bu ya, oldukça ürkütücü cümleler…

Ama intihara giden yol yine de devam eder… Birkaç ay sonra…

“…içimde yazma dürtüsü kalmadı artık, beynimdeki boşluk yeniden beliriyor… Hangi yeniliği bulmalı, nasıl yaşamalıyız ki, bu yenilik de kokmaya başladığı zaman bunu görebilelim… Peki sonra? Bir şeftalinin, bir üzümün mutluluğu. Kim daha fazlasını ister? Yaşıyorum, bu da yeter.”

Ve sonrası…

“Yaptıklarıma, eserlerime karşı bir tiksinti duyuyorum… Çizginin aşağı doğru inmesi… Hayatı suçlamıyorum, dünyayı güzel ve sevilmeye değer buluyorum. Ama batmaktayım. Yapacağımı yaptım. Olabilir mi? İstek, özlem, bir şeyi almak, yapmak, yeni bir şeye sarılma dürtüsü. Yeniden başlayabilir miyim? (Bütün bunlar “Tepelerdeki Şeytan” ile ilgili bir sürü olumsuz eleştiri çıkması yüzünden.)”

Boşluk devam ediyor…

“Kendimi hiçbir zaman, şu öğle sonları ve akşamları olduğu kadar bir köşeye kıstırılmış ve sıfırı tüketmiş hissetmemiştim. İçimdeki boşluğu aydınlatacak bir hayat kıvılcımı hala yok. Bu noktadan öteye gidemeyeceğimi, söyleyecek neyim varsa, söyleyip bitirmiş olduğumu çok iyi biliyorum. En kötüsü, bir şeyler başarmış olmam, bu yüzden de her şeyden büsbütün vazgeçmeyi göze alamam. Bu durumdan kurtulacağımı ve başka eserler vereceğimi de biliyorum. Ama çatlak ortada, açıkça görülüyor.”

“Acının düzenli vuruşları başladı. Her akşam, hava kararırken, yüreğim gece oluncaya kadar sıkılıyor.”

Birkaç gün sonra…

“Artık sabahı da kaplıyor acı.”

Nitekim Pavese adım adım gittiği bu sona hazırdır.

“Gizlice en korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.”

“Yazıyorum: Ey, sen, acı. Peki sonra?”

“Bütün gerekli olan biraz cesaret”

“Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım”

Bunlar son sözleridir yazarın.

İntihar düşüncesi Pavese’in tek saplantısı değildir. Yazar her mutluluğun acı bir sonla biteceğine inandırmıştır kendini. 1948 yılının başında şu notları düşmüş günlüğüne.

“Toprağa, sulara vuran pırıl pırıl güneşiyle Roma’yı hatırlatan ılık bir sabah. Şimdiye kadar hiç böyle bir yıl başlangıcı görmedim. Önümüzde korkunç bir yıl mı var acaba?”

Ama bu boş inancı gerçekleşmez, tam tersine kısa bir süreliğine de olsa yaşamındaki en mutlu günlerin başlangıcı olur. 48-49 lu yıllar; 4 başarılı kitabın -“Tepedeki Ev”, “Tepelerdeki Şeytan”, “Yalnız Kadınlar Arasında” ve “Ay ve Şenlik Ateşleri”, ödüllerin ve her şeyden önemlisi büyük bir tutkuyla bağlandığı son sevgili, Amerikalı sinema oyuncusu Constance Dawling’in yazarın hayatında olduğu yıllardır. Constance’ın onu terk edip ülkesine dönmesi ise Pavese’in sonunu hızlandırır. 1950 Mayısında düştüğü bir notta bu saplantı yine açığa çıkar. “48-49’daki mutluluğumun hesabı görüldü” derken içinde bulunduğu ruhsal çöküntüden kurtulmasına yönelik dış dünyadan bir umudu kalmamıştır artık.

Nasıl kalsın ki…

“Sokakta insanların bu kaynaşmadan habersizce omzuna çarpıp geçmelerine neden şaşıyorsun, sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarının, içlerini kemiren kurdun ne olduğunu bilmez, buna aldırmazken.”

1950 yılında düştüğü bazı notlar içinde bulunduğu dış dünyanın durumunu belirtir.

“İnsanlar gene cephelerde ölmeye başladı. Bir gün barış içinde, mutlu bir dünya kurulursa, bütün bu olanlar için acaba ne düşünür o dünyanın insanları. Bizim yamyamlar, Aztek kurbanları, büyücü yargılamaları hakkında düşündüklerimizi belki de.”

Pavese’i yalnız bırakmayan bir diğer saplantısı ise sürekli çektiği acılardır. Bu da mutluluğun ve tutkuların sonu mutsuzluktur saplantısından kendisini kurtaramayan bir kısır döngünün sonucu olsa gerek. Cümlelerinin sonunda gelen “Peki sonra?” sorusu yaşamdan ne umduğunu yada hiçbir şey ummadığını gösterir. Elde edilen başarılar ve gerçekleşen umutlardan daha fazlası, mükemmelliği arayanların sonunda yaşama amacını unutturacak kadar daha iyisini, daha fazlasını isteyenlerin sahip olabildikleri tek duygudur acı, daha fazlasını istemekten vazgeçmeyeceğimiz sürece ona katlanmak gerekir.

“Kendini bırak, acıya dayanmayı öğren. Denemek yiğitliği gösterip acı çekmek, korkup kaçmaktan yeğdir.”

“İnsanın acı çekmeye alıştığı doğruysa, nasıl oluyor da insan yıllar geçtikçe daha çok acı çekiyor?” diye sorar kendisine.

“Bir insan kendisini herhangi bir tutkuya ne kadar kaptırırsa kendi başlarına kişisel niteliği olmayan olaylar ona o ölçüde acı vermeye başlar.”

“Yalnızlık acı çekmektir: sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak yada yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm.”

“Bir şey meydana getirmenin çilesi, bu iyi bilinen işkence, bir şey meydana getirip bitirdikten sonra ne yapacağını bilmemenin acısı yanında hiçtir.”

“İnsanın ülkülerine erişememekten de acı bir şey vardır; onları gerçekleştirmiş olmak.”

Korkutucu…

Ve noktayı koyar…

“Acı çekmemek için her şeyin acı çekmek olduğuna inandırmamız gerekir kendimizi. Acı çekmemek için acı çekmeyi “kabul etmek” gerekir. Bunu yapabilmek içinse, pisliği altına çevirebilecek bir simya bilgisine sahip olmalı insan. Acı çekmeyi “kabul edemeyiz” üstelik, bunun da ötesi yoktur. Hem neden edelim? Denecektir ki;

(1)     daha iyi bir insan olunur,

(2)     Tanrı’ya varılır,

(3)     Bize şiir yazma esini verir (en zayıf gerekçe),

(4)     Herkesin ödediği bir vergi ödenmiş olur.

Ama en son acıya, ölüme, gelince, (1) ile (3) geçerliliklerini yitirir, geriye Tanrı’ya erişmek ve insanlığın ortak yazgısı kalır.”

İnsanlığın ortak yazgısı acı, kelimenin kendisi bile söylenirken bir ok gibi saplanıyor insanın yüreğine ve tüketiyor ruhun gücünü. Keşke olmasaydı hiçbir sözlükte. Belki o zaman daha kolay olurdu yaşam. Kim bilir?

Acılardan uzak mutlu günler dileğiyle…

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Gayrimenkul Danışmanları İçin, 2021 Yılı Vergi Rehberi

2021 Emlak Vergisi

Resmi Gazete’nin aynı mükerrer sayısında yayımlanan emlak vergisi kanunu genel tebliği uyarınca, mükellefiyeti 2021 yılında başlayanların, mükellefiyetleri ile ilgili bina, arsa ve arazi vergisi tarhiyatına esas alınacak vergi değerinin hesabında; 2020 yılı değeri, 2020 yılına ait belirlenen yeniden değerleme oranının yarısı olan yüzde 4.555 artırılması suretiyle belirlenecek.

Buna göre, değerli konut vergisine tabi konutların nitelikli taşınmaz değeri alt ve üst sınırları; 5.22 milyon ile 7.81 milyon arasında değer sahip olanlarından; 5.22 milyon TL’yi aşan kısım için binde 3, değeri 10.4 milyon TL’ye kadar olanlarından 7.8 TL’si ve fazlası için binde 6, değeri 10.4 milyon TL’den fazla olanlarından bu tutarın ve fazlası için binde 10 olarak belirlendi.

2021 Çevre Temizlik Vergisi

Konutlara ait çevre temizlik vergisi; su tüketim miktarı esas alınmak suretiyle metreküp başına büyükşehir belediyelerinde 50 kuruş, diğer belediyelerde 38 Kuruş olarak hesaplanacaktır.

2021 Yılı Tapu Harcı Oranı

Tapu Harçlarında oran yüzde 4 olarak (%2 satıcı ve %2 alıcı) uygulanacaktır.

2021 Tapu Harcı Döner Sermaye Ücreti 

2021 yılında tapu harcı alınırken ek olarak tapu harcı döner sermaye ücreti 385 TL alınacak.

2021 Doğrudan Gider Yazılabilecek Demirbaş Sınırı

Doğrudan Gider Yazılabilecek Demirbaş Sınırı 1500 TL olarak açıklanmıştır. Tutar katma değer vergisi hariç tutardır.

2021 Gayrimenkul Satışlarında Değer Artış Kazancı istisnası

Değer artış kazançlarına ilişkin istisna tutarı 19.000 TL’dir.

2021 Konut Kiralamalarında Beyanname Verilmesine Gerek Olmayan Tutar Sınırı

Gelir Vergisi Kanununun 21 inci maddesinde yer alan mesken (konut) olarak kiraya verilen binalar için yıllık istisna tutarı 2021 yılı için 7.000 TL olarak tespit ve ilan edilmiştir. (313 Seri no.lu GVK Tebliği)

2021 İşyeri Kiralamalarında Beyanname Verilmesine Gerek Olmayan Tutar Sınırı

Tevkifata tabi tutulmuş menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarında beyan sınırı 53.000 TL olmuştur.

2021 Yılında Arızi Kazançlara İlişkin İstisna Tutarı, 

Elde Ettiğiniz Süreklilik Göstermeyen Geliriniz için, Gelir Vergisi Kanununun 82 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan arızi kazançlara ilişkin istisna tutarı2021 takvim yılı gelirlerine uygulanmak üzere 43.000 TL olarak tespit edilmiştir.

2021 Gelir Vergisi dilimleri

24 bin liraya kadar % 15

53 bin TL’nin 24 bini için 3600, fazlası için % 20    

130 bin TL’nin 53 bini için 9400, fazlası için % 27

650 bin TL’nin 130 bini için 30.190 fazlası için % 35

650 binden fazlasının, 650 bini için 22.190, fazlası için % 40

Gayrimenkul Danışmanları İçin 2021 Yılı Vergi Takvimi

26 Ocak 2021

– Aralık 2019 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

1 Mart 2021

– 2020 Yılı Emlak Vergisi 1. Taksit Ödemesinin Başlangıcı (1 Mart – 1 Haziran 2020 Tarihleri Arasında)
– 2020 Yılı Çevre Temizlik Vergisinin 1. Taksit Ödemesinin Başlangıcı (1 Mart – 1 Haziran 2020 Tarihleri Arasında)

31 Mart 2021

– 2019 Yılına İlişkin Yıllık Gelir Vergisi Beyannamesinin Verilmesi ve 1.Taksit Ödemesi

17 Mayıs 2021

– 2020 I. Geçici Vergi Dönemine (Ocak-Şubat-Mart) Ait Gelir Geçici Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

1 Haziran 2021

– Veraset ve İntikal Vergisi 1.Taksit Ödemesi
– 2020 Yılı Emlak Vergisi 1. Taksit Ödemesinin Son Günü (1 Mart – 1 Haziran 2020 Tarihleri Arasında)
– 2020 Yılı Çevre Temizlik Vergisinin 1. Taksit Ödemesinin Son Günü (1 Mart – 1 Haziran 2020 Tarihleri Arasında)

2 Ağustos 2021

– 2019 Yılına İlişkin Yıllık Gelir Vergisi 2. Taksit Ödemesi

17 Ağustos 2021

2020 II. Geçici Vergi Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran) Ait Gelir Geçici Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

26 Ekim 2021

– Eylül 2020 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

17 Kasım 2021

– 2020 III. Geçici Vergi Dönemine (Temmuz-Ağustos-Eylül) Ait Gelir Geçici Vergisinin Beyanı ve Ödemesi 

30 Kasım 2021

– Veraset ve İntikal Vergisi 2. Taksit Ödemesi
– 2020 Yılı Emlak Vergisi 2. Taksit Ödemesi
– 2020 Yılı Çevre Temizlik Vergisinin 2. Taksit Ödemesi

30 BAŞLIKTA İNSANLARI ETKİLEME SANATI

1. ELEŞTİRMEYİN.

İnsan kendi davranışlarını her zaman haklı görür ve olumsuzluklardan dolayı başkalarını suçlar. Oysa başkalarını suçlamak hiçbir zaman işe yaramaz. Eleştiri, karşınızdaki kişiyi haklılığını kanıtlamak için savunmaya geçmek zorunda bırakır, bu nedenle anlamsızdır. İnsan özsaygısını koruma eğilimindedir, yaptıklarımızın onaylanmasını ister, dışlanmaktan kaçınırız. Özellikle iğneleyici eleştiriler küskünlük ve kin oluşturur. Çoğu zaman mantıklı değil duygusal ve önyargılıyızdır. Bu nedenle onurumuz ve gururumuz kırıldığında tepkisel davranırız. İnsanlarla iyi ilişkiler kurmak için daima onların iyi yönlerinden bahsetmelisiniz. Onları eleştirmeyin, kınamayın ve şikayet etmeyin.

2. ÖNEMLİ OLDUKLARINI HİSSETTİRİN.

Karşınızdaki kişiye istediğinizi yaptırtabilmenin tek yolu, onda o işi yapma isteği uyandırabilmektir. Zorlamacı yöntemler her zaman geri teper ve etkisizdir. İnsanın en önemli tutkularından birisi, kendisini önemli hissetmektir. Bu nedenle iyi bir ilişki kurucu olarak insanlardan samimi övgünüzü esirgememelisiniz. İnsanların tercihlerini beğenilme arzusuyla yaptıklarını unutmayın. Onlara kendilerini önemli hissettirirseniz sizin için bir şeyler yapmaya istek duyacaklardır. İş dünyasında bazılarına yüksek kazançlar sağlanmasının nedeni o kişilerin olağanüstü teknik bilgileri değil, insanları harekete geçirebilme yetenekleridir. İnsan eleştirildiğinde değil, takdir edildiğinde motive olur ve harekete geçer. Karşınızdaki kişinin özgüven açlığını doyurmalısınız.

3. HEVES VE İSTEK UYANDIRIN.

Kendi gündeminizi izlemek için saplantılı olmayın, önemli olan karşınızdaki kişinin düşünceleri ve istekleridir. İnsanları harekete geçirmenin yolu, onların istediğiniz davranışla neler kazanıp neler kaybedeceklerini anlamalarını sağlamaktır. İnsan yalnızca kendi çıkarı için harekete geçer. Tehdit etmeniz veya zorlamanız işe yaramaz. İyi bir iletişimci kendisini karşısındaki kişinin yerine koyabilmelidir. Önerinizin karşınızdaki kişinin sorununu çözebileceğini gösterirseniz memnuniyetle harekete geçecektir. Satış dünyasında bilinen bir söz vardır; müşteriler satın almaktan hoşlanır, kendilerine bir şeyler satılmasından değil!

4. İÇTENLİKLE İLGİLENİN.

İnsanların sizinle ilgilenmelerini sağlamanızın en iyi yolu, sizin de onlarla içtenlikle ilgilenmenizdir. İnsanlar sizin ne çok şey bildiğinizi umursamaz, onlarla ne kadar ilgilendiğinizi umursarlar. İnsanları sevmiyorsanız iyi bir ilişki kurucu olamazsınız. Alçakgönüllü, dostça ve samimi bir tavır iyi ilişkiler kurabilmenin anahtarıdır. En önemsiz görünen insanlara dahi isimleriyle hitap etmeli ve onlara samimi bir ilgi göstermelisiniz. Hepimiz bize hayranlık duyan insanları severiz. Dost edinmek istiyorsak insanlar için bir şeyler yapmaya hazır olmalıyız. Samimi ilgi kadar güçlü bir ilişki kurma yöntemi daha yoktur.

5. GÜLÜMSEYİN.

İnsanlarda ilk anda muhteşem bir etki yaratmanızın en garantili yolu yüzünüzdeki samimi bir gülümsemedir. Bu insanlar için sözcüklerden çok daha fazla anlam ifade eder. İçten bir gülümsemeyi içten bir sohbet izler. Gülümseyen insanlar daha iyi yaşamaya, öğretmeye, satış yapmaya ve daha mutlu olmaya yatkındırlar. Telefon görüşmesinde dahi sesinizden gülümseyip gülümsemediğiniz anlaşılabilir. Gülümsemek iletişim kurmaktan keyif aldığınızı da gösterir. İnsanlar gülümsemenize gülümseyerek karşılık verecektir. Olumlu tavırlar bulaşıcıdır ve eylemler duyguları izler. Her insan mutluluğu arar ve mutluluğu bulmanın yolu düşüncelerinizi kontrol edebilmekten geçer. Shakespeare’in dediği gibi, hiçbir şey iyi ya da kötü değildir, bunu düşünceleriniz belirler.

6. İSİMLERİYLE HİTAP EDİN.

Tanıştığınız insanların isimlerini ve hayatları ile ilgili kritik bilgileri öğrenin ve hatırlayın. İnsanlar kendilerine isimleriyle hitap edilmesini ve hatırlanmalarını çok önemserler. Herkese sanki dünyadaki en önemli kişi oymuş gibi ismiyle hitap edin. Zorlukla telaffuz edilen isimler için ismin ne şekilde telaffuz edilmesi gerektiğini ve anlamını sorun. Karşınızdaki kişi bu konuya önem vermenize bayılacaktır. Neden iş kuran insanlar işletmelerine kendi adlarını veriyorlar? Yalnızca yakın dostlarınızın değil, çalışanlarınızın ve size hizmet eden tüm insanların isimlerini hatırlamalısınız. Hatırlayamamanız zaten onlara önem vermemenizin doğal bir sonucudur. Unutmayın, konuştuğunuz dil ne olursa olsun kişi için en önemli ve kulağa hoş gelen sözcük kendi ismidir.

7. DİNLEYİN.

İyi bir dinleyici olmanızın doğal etkisi çok hoşsohbet biri olduğunuzun düşünülmesidir… siz hiç konuşmamış olsanız bile. Herkes samimi bir ilgiyle dinlendiğini hissettiğinde kendisini anlatmaya bayılır. İnsanlarla ilişki kurmanızın en iyi yolu onlara kendilerinden bahsetmeleri için fırsat tanımanız ve onları samimiyetle dinlemenizdir. Başka hiçbir şey tüm dikkatinizi karşınızdaki kişiye vermiş olmanızın etkisini yaratamaz. Etkili şekilde dinlemenin yolu yalnızca kulaklarınızla değil gözlerinizle de dinlemektir. En sert eleştirilerde bulunanlar dahi sempatik ve sabırlı bir dinleyici karşısında yumuşarlar. Dinleniyor olmak insanları sakinleştirir ve içlerini dökmelerini sağlar. Unutmayın, bir kişinin çektiği diş ağrısı, o kişi için Çin’de milyonlarca kişinin öldüğü bir salgından daha önemlidir.

8. İLGİLENDİKLERİ KONULARDAN KONUŞUN.

Roosevelt, ne zaman bir ziyaretçi beklese, bir gece önce konuğunun ilgi duyduğunu bildiği konular hakkında bir şeyler okurmuş. İnsanın kalbine ulaşmanın yolu, onun değer verdiği konulardan bahsetmektir. İyi bir iletişimci önceden karşındaki kişinin ilgi alanları hakkında bilgi sahibi olmalıdır. İnsanlar kendi çıkarınız için onlarla konuşmaya çalıştığınızı değil, ortak bir ilgi alanını paylaştığınızı düşünmelidir. Karşınızdaki kişinin ilgi alanını keşfedin ve o konu hakkında konuşun.

9. BEĞENİNİZİ GÖSTERİN.

İnsanları yönlendirebilmeniz için en temel yasa, onlara kendilerini değerli hissettirmenizdir. Böylece onlar da sizin için bir şeyler yapmak isteyecektir. İnsan doğasındaki temel duygulardan birisi beğenilme ihtiyacıdır. Size nasıl davranılmasını istiyorsanız başkalarına da öyle davranmalısınız. Tüm dinler ve ahlaki kuramlar insandan bu basit davranışı talep eder. İlişki kurduğumuz insanların bizi onaylamasını ve bize önemli olduğumuzu hissettirmelerini isteriz. İçten bir övgü karşınızdaki kişiye ihtiyacı olan ilham ve motivasyonu sağlayabilir. Tanıştığınız herkesten bir şeyler öğrenebileceğinizi düşünün, yüksek egosu olan insanlar iyi iletişimci olamazlar. Karşınızdaki kişiye içtenlikle beğeninizi hissettirin.

10. TARTIŞMAYIN.

Karşınızdaki kişinin hatalı olduğunu ispatlamaya çalışmanız o kişinin sizden hoşlanmamasıyla sonuçlanır. Bir tartışmadan en iyi kazanç sağlama yolu tartışmadan kaçınmaktır. Tartışmaları kazanamazsınız, çünkü kazansanız da kaybetseniz de karşınızdaki kişiyle ilişkinize zarar verirsiniz. Tartışma kazanmak size kendinizi iyi hissettirebilir ama beklediğiniz sonucu almanızı imkansız kılar. Çünkü düşüncemizin yanlış olduğu kanıtlansa dahi aynı düşünceyi savunmaya devam ederiz. Özsaygı ihtiyacımız mantığımızın önüne geçer. Anlaşmazlıkları olumlu karşılayın. İçgüdüsel tepkimiz genellikle savunmaya geçmektir, buna engel olun. Öncelikle dinleyin. Bir anlaşma noktası bulmaya çalışın. Karşınızdaki kişinin düşüncelerini de değerlendireceğinize söz verin ve ona gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür edin. Çünkü o konuyla ilgilendiği için sizinle tartışma zahmetinde bulunuyor. Eylemlerinizi en az 24 saat erteleyin ve durumu soğukkanlılıkla değerlendirdikten sonra harekete geçin.

11. FİKİRLERİNE ÖNEM VERİN.

İnsanların fikirleri onlara yanıldıklarını kanıtladığınızda da değişmeyecektir. Bunu kendi akıllarına, yargılarına, özsaygılarına bir saldırı olarak görürler. Plato ve Kant’ın mantık teoremleri insanları istediğiniz şekilde etkileyemez. İletişim kurarken karşınızdaki kişiye bir şey öğretir gibi değil de sanki o konuyu unutmuşlar gibi davranın. Ondan daha akıllı olduğunuzu kanıtlamaya çalışmayın. İnsanların olayları kendi bakış açılarından yorumlamaları son derece normaldir. Siz de yanılıyor olabileceğinizi baştan kabul edin hatta bunu seslendirin. Bu tavır, karşınızdaki kişinin size saldırı silahını elinden alacak ve onun da size karşı açık sözlü olmasını sağlayacaktır. İnsanların kendilerini yargılamalarını sağlamanın yolu, onlara başka bakış açılarını fark ettirecek sorular sormanızdır. Soru sormak naif bir tavırdır ve soruları cevaplarken insanlar düşüncelerine karşı çıkılıyormuş gibi hissetmezler.

12. HATANIZI KABUL EDİN.

Hatalarınızı içtenlikle kabul etmeniz, karşınızdaki kişinin kendi özsaygısını koruyabilmek için size karşı müsamahakar davranmasına yol açacaktır. Oysa sorumluluk üstlenmemeniz ve savunmaya geçmeniz tartışma başlatacak ve cepheleşmeyi kuvvetlendirecektir. Alçakgönüllü şekilde özür dilemeniz, hatanızın sorumluluğunu üstlenmeniz ve yol açtığınız zararı telafi etmeye gönüllü olmanız karşınızdaki kişinin sizi affetmesini ve hatta başkalarına karşı sizi savunmasını sağlar. Bir insanın hatasını kabul edecek cesarete sahip olması ona yalnızca büyük bir tatmin sağlamaz, ortaya çıkan problemin de çözülebilmesini sağlar.

13. DOSTÇA DAVRANIN.

Bir damla bal bir litre zehirden daha çok sinek avlar derler. Öfkenizi yansıtmak ancak karşınızdaki kişinin daha da kapanmasına yolaçar. Karşınızdaki kişiyi kazanmanızın yolu, onu gerçek bir dost olduğunuza inandırmaktır. Zorbalık, baskı ve kendi görüşlerinizi başkalarına kabul ettirme çabası asla istediğiniz sonucu sağlamaz. Unutmayın, güneş paltonuzu rüzgardan hızlı çıkartır. Nezaket ve dostça yaklaşım insanların düşüncelerini değiştirmelerini sağlar. Onlara daima dostça yaklaşın. Merak etmeyin insanlar özünde iyidir ve olumlu yaklaşımınızın karşılığını göreceksiniz.

14. CEVABI EVET OLAN SORULAR SORUN.

Söze başlarken farklı olduğunuz konuları değil fikir birliğinde olduğunuz konuları vurgulayarak başlayın. Aynı amaç için çabaladığınızı ve yöntemde farklı olduğunuzu belirtin. Karşınızdaki kişiye başlangıçta “Evet” yanıtı verebileceği sorular sorun, böylece zihni olumlu şekilde şartlanmış olacaktır. Oysa “Hayır” yanıtı, aşılması zor bir handikaptır. İnsanın kişiliği ve onuru verdiği yanıtın değişmesine engeldir. Evet yanıtı, görüşmeye tıpkı bir bilardo topuna vurmuşsunuz gibi ivme kazandırır ve topun yön değiştirmesi için daha fazla güç uygulanması gerekir. Karşınızdaki kişiye onun için en iyi durumun ne olduğunu anlayabileceği sorular sorun. Kendi çıkarına zarar verecek davranışları izlemek istemeyecektir.

15. BIRAKIN KONUŞSUNLAR.

Pek çok kez kendi düşüncelerimizi kabul ettirebilmek için fazlaca konuşuruz. Oysa karşınızdaki kişi problemlerini ve ihtiyaçlarını sizden iyi bilir. Bırakın o konuşsun. Siz sadece soru sorun. O konuşurken asla sözünü kesmeyin, cevap vermek için değil anlamak için dinleyin. Başlangıçta karşınızdaki kişinin başarılarını takdir ettiğinizi gösteren bir açılış yapın, sonra bırakın gurur duydukları şeyleri size anlatsın. Bu şekilde sizinle mükemmel bir bağ kuracaktır. Düşman kazanmak istiyorsanız üstün olduğunuzu göstermeye çalışın, dost kazanmak istiyorsanız bırakın sizden üstün olsunlar. Çünkü bu şekilde kendilerini önemli hissedeceklerdir. Eğer üstün olduğunuzu göstermeye çalışırsanız kendilerini küçülmüş hissedecek ve kıskançlık duyacaklardır.

16. SAHİPLENMELERİNİ SAĞLAYIN.

Herkes kendi düşüncelerine, başkaları tarafından empoze edilen düşüncelerden daha fazla önem verir. Bu nedenle onlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyin, yalnızca önerilerde bulunun ve kendi yargılarına başvurmalarına izin verin. Hiç kimseye zorla bir iş yaptıramazsınız. Ne yapmaları gerektiğinin söylenmesi kimsenin hoşuna gitmez. Seçimimizi kendi isteğimiz doğrultusunda yapmayı ve kendi düşüncelerimize göre davranmayı isteriz. Bize isteklerimizin ve düşüncelerimizin sorulmasından hoşlanırız. İnsanlara bir fikri kabul ettirmenizin yolu, ilgilerini çekerek konuyu onların akıllarına sokmak ve bu şekilde sanki kendi fikirleriymiş gibi fikri sahiplenmelerini sağlamaktır.

17. BAKIŞ AÇILARINI ANLAMAYA ÇALIŞIN.

İnsanlar tamamen haksız olsalar da bunu kabul etmeyebilirler. Onları suçlamanız bir işe yaramaz. Bunun yerine neden böyle davrandıklarını anlamaya çalışmalısınız. Böylece davranışlarının hatta kişiliklerinin anahtarını keşfetmiş olursunuz. Kendinizi karşınızdaki kişinin yerine koymaya çalışın. Bir şeyin nedenini anlarsanız sonucuna daha kolay katlanırsınız. İşbirliği, ancak karşınızdaki kişinin duygu ve düşüncelerine en az kendinizinkiler kadar önem verdiğinizi gösterdiğinizde sağlanabilir.

18. FİKİR VE ARZULARINA ANLAYIŞ GÖSTERİN.

Her insan ilgi görmeyi arzular. Bazen insanlar ilginizi çekmek ve şefkat göstermenizi sağlamak için başlarından geçenleri size en ince detaylarına kadar anlatırlar. İnsanların sizin gibi düşünmelerini istiyorsanız onların fikirlerine ve arzularına anlayış göstermelisiniz. Onları duygularından dolayı asla suçlamayın, hatta aynı koşullarda onların yerinde olsaydınız sizin de öyle hissedeceğinizi ifade edin. Merhamet etmeniz ve anlayış göstermeniz sizi kabullenmelerini sağlayacaktır.

19. ÖNYARGILI DAVRANMAYIN.

Hakkında bilgi sahibi olmadığınız kişiler için başlangıçta en doğru yaklaşım onların samimi, dürüst ve borcuna sahip insanlar olduğunu düşünmenizdir. Buna inanmanız ve buna göre davranmanız karşınızdaki kişiyi de bu standarda uygun davranmaya teşvik edecektir. Kendi yanlış inançlarınıza göre önyargılı davranarak kendi kehanetinizi gerçekleştirmeyin. İnsanlar onlara yanıldıklarını söylediğinizde değil anlayışlı davrandığınızda tavırlarını değiştirirler.

20. DRAMATİZE EDİN.

İnsanlara anlattığınızda değil gösterdiğinizde düşünceleri değişir. Mesajınızı dramatize etmek karşınızdaki kişiyi etkilemenizi sağlayacaktır. Vermek istediğiniz mesajı anlayabilmeleri için görsellikten faydalanın. Deterjan satıcıları ne yapıyor? Size kendi ürünleriyle ve rakip ürünlerle yıkanmış çamaşırları gösteriyorlar değil mi? Böylece siz de hangisinin daha temiz olduğuna karar verebiliyorsunuz.

21. MEYDAN OKUYUN.

İnsanlara istediğinizi yaptırabilmenizin bir yolu da rekabet etmelerini sağlamanız ve onlara meydan okumanızdır. Onların üstün olma arzularını besleyerek kendilerini kanıtlamalarını sağlayın. İnsanlar için en motive edici unsur para, daha iyi çalışma şartları veya sosyal haklar değildir. Yaptıkları işin kendisi en motive edici faktördür. Eğer yapmalarını istediğiniz şey heyecan verici ve ilgi çekiciyse motivasyonları artacak ve ona dört elle sarılacaklardır. Her insan oyun oynamayı sever. Bu kendilerini ispatlama, başarma ve kazanma hislerini tatmin etme, değerlerini gösterme şansıdır. Bu şekilde önemli olduklarını hissedebilirler.

22. ÖVGÜYLE BAŞLAYIN.

Konuşmaya övgü ile başlamak bir dişçinin işe Novocain ile başlaması gibidir. Hasta yine dişini çektirir ama Novocain ağrısını dindirir. Her zaman konuşmaya içten bir övgü ve iltifatla başlayın. Kendimizle ilgili hoş sözler duyduktan sonra bazı olumsuzluklarla yüzleşmemiz çok daha kolay olacaktır.

23. DOLAYLI ŞEKİLDE ANLATIN.

Ünlü sanayici Charles Schwab, fabrikasında sigara içen işçileri görüp de yanlarına gittiğinde onları azarlamak veya öğüt vermek yerine hepsine birer puro vererek “bunları dışarıda içerseniz beni mutlu edersiniz” demiş. İnsanların hatalarını yüzlerine vurmak yerine kendilerini mahcup hissetmelerini sağlarsanız davranışlarını değiştirebilirsiniz. Bu yüzden direkt değil dolaylı bir ifade tarzını benimseyin. Bu şekilde saldırgan olarak gözükmezsiniz ve insanlar da hatalarında direnmezler.

24. KENDİ YANLIŞLARINIZI KABUL EDİN.

Sizi eleştiren bir kişi önce alçakgönüllülükle kendisinin de kusursuz olmadığını açıklarsa yaptığınız yanlışlıkları işitmek size fazla zor gelmeyecektir. Karşınızdaki kişiyi eleştirmeden önce kendi yanlışlarınızdan söz edin, yani iğneyi kendinize çuvaldızı başkasına batırın.

25. EMİR VERMEYİN.

Hiç kimse emir almaktan hoşlanmaz. Yapmamız gereken şeylerin söylenmesini özgür irademize müdahale sayarız ve direnç gösteririz. Yaptığımız şeyin yanlış olması dahi bunu değiştirmez. Karşınızdaki kişiye sorular sorarak veya önerilerde bulunarak onun davranışlarını etkileyebilirsiniz. Böylece özgür iradesiyle karar aldığını düşünecek ve hatalarını düzeltmesi kolaylaşacaktır. Bu yöntem, kişinin onurunu korumasını sağlar ve kendisini değerli hissetmesine neden olur. Sonuçta kişi karşı çıkmak yerine işbirliğine yönelir. Düşüncesizce verilmiş emirlerin hissettirdiği kırgınlık ise çok zor geçer. İnsanları kırarsanız her fırsatta size engel olmaya çalışacaklardır.

26. HATALARINI YÜZLERİNE VURMAYIN.

Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayın ve onu utandırmayın. Başkalarının duygularını ayaklar altına alır ve kendi bildiğiniz yolda yürürseniz asla sizinle işbirliği yapmazlar. Yollarınızı ayırırken bile kişiye kendisini değerli hissettirmeli ve ona minnettarlığınızı göstermelisiniz. Bu durumda birisini işten çıkarsanız dahi kendisini mutlu hissedecektir. Bir gün ihtiyacınız olursa o insanı yeniden yanınızda bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Bir insana kendisini değersiz hissettirecek bir şey söylemeye yetkili değilsiniz. Birisinin onurunu çiğnemek cinayettir. Önemli olan o kişi hakkında ne hissettiğiniz değil onun kendisi hakkında ne düşündüğüdür. İyi bir iletişimci kimsenin hatasını yüzüne vurmaz.

27. BEĞENİLERİNİZDE CÖMERT OLUN.

İnsanlara istediğinizi yaptırmanın yolu onları cezalandırmanız değil takdir etmenizdir. İnsanlar kolayca eleştiri yapmaya kendilerini kaptırabilirler ancak hayatımızı değiştiren şey duyduğumuz övgülerdir. Ünlü opera sanatçısı Enrico Carusso’ya ilkokul hocası sesinin berbat olduğunu söylemişti. Einstein için ise liseyi bile bitiremez demişlerdi. Fakir ve çok az eğitimi olan bir Londralı çocuğun hayatını yazdığı ilk öyküyü öven bir editör değiştirmişti. O çocuk Charles Dickens’dı. İnsanları övmekte cömert davranırsanız onları daha iyisini yapmaya teşvik edebilirsiniz.

28. SAYGI GÖSTERİN.

İnsanlara saygı duyduğunuzu gösterirseniz onların da saygısını kazanabilir ve onları kolayca yönlendirebilirsiniz. Karşınızdaki kişilere sahip olmalarını istediğiniz özelliklere sahipmişler gibi davranın. İnsanlar iyi bir özellikle etiketlendiklerinde bu özelliğe sahip olabilmek ve koruyabilmek için büyük çaba göstereceklerdir. İnsanlara güzel, akıllı, becerikli olduklarını söyleyin. Sonra bırakın size bunları kanıtlamak için çalışsınlar. Bu özelliklere sahip olduklarına inandıklarında davranışlarını da buna göre düzenleyeceklerdir.

29. YÜREKLENDİRİN.

Bir insana herhangi bir konuda beceriksiz olduğunu, aptallık ettiğini, bunun için hiçbir yeteneği olmadığını, her şeyi yanlış yaptığını söylerseniz bütün cesaret ve azminin kaybolmasına neden olursunuz. Ancak tersine onu yaptığı şeyde yüreklendirirseniz ve ona inandığınızı gösterirseniz size bunu kanıtlamak için elinden gelen çabayı gösterecektir. İnsan ilişkileri gelişmiş olan kişiler hataları kolayca düzeltilebilirmiş gibi gösterir ve insanları her zaman yüreklendirmeye çalışırlar.

30. SEVEREK YAPMALARINI SAĞLAYIN.

İnsanların isteklerinizi seve seve yerine getirmelerini sağlamanın yolu onlara kendilerini önemli hissettirmenizdir. Bir daveti reddedecekseniz çok meşgul olduğunuzu bahane etmeniz davet edeni kıracaktır. Bunun yerine davetten onur duyduğunuzu, kabul edemeyeceğiniz için çok üzgün olduğunuzu ifade etmeniz ve yerinize bir başka konuşmacıyı önermeniz çok daha etkili olacaktır. Hatırlatma, azarlama ve uyarı etkisizdir bunun yerine kişiye sorumluluk yüklemeniz ve yetki vermeniz çok daha akıllıca olur. Bu şekilde omuzlarına görev yüklendiğinde insanlar doğrudan sorumluluk hisseder ve gereken aksiyonları alırlar. Sınıfın en ele avuca gelmez çocuğunu sınıf başkanı yapın. İnsanlara unvan ve otorite verdiğinizde yaptıkları işe karşı motive olacaklardır. İnsanların davranışlarını etkilemek istediğinizde kendinizin değil onların çıkarlarına yoğunlaştığınıza emin olmalısınız. Karşınızdaki kişiye dürüst olun ve onun ne istediğini anlamaya çalışın. Onun bu işten ne çıkar elde edeceğini anladığından emin olun. Kendinizin ve karşınızdaki kişinin çıkarlarının uyumlu olduğuna emin olun.

Kürşat TUNCEL

Haftanın Kitap Önerisi: “İlahi Komedya” Dante Alighieri

İtalya’nın en büyük şairi, Batı Edebiyatı’nın en büyük ustaları arasında sayılan Dante Alighieri (1265 – 1321), bir edebiyat kuramcısı, ahlak felsefecisi ve siyasal düşünürdür. İlahi Komedya adlı manzum eseri de Hristiyanlık öğretisinin ve Dünya Edebiyatı’nın başyapıtlarındandır.

Dante Alighieri, 1265’te Floransa’da doğar. Çok genç yaşlarda şiirle ilgilenmeye başlar. Tatlı Yeni Üslup (Dolce Stil Novo) adını verdiği gençlik şiirlerinde Beatrice’i yüceltir. Çok genç yaşta tanıdığı, aşkını hiçbir zaman söyleyemediği komşularının kızı Beatrice’nin evlenmesi ve ardından genç yaşta ölümü, Dante’nin hayatında yeni bir dönemin başlamasına neden olur.

Esin perisi Beatrice’i şiirlerinde göklere yücelten, meleksi bir yaratık haline getiren Dante, onun görüntüsünü bıkıp usanmadan biçimden biçime sokarak, önce ilk kitabı Yeni Hayat (La Vita Nuova) ile insanların dünyasına, sonra da İlahi Komedya (Divina Commedia) ile Tanrısal dünyaya yansıtır.

Çağının siyasi olaylarıyla daha yakından ilgilenmeye başlayan ozan, felsefe ve tanrıbilim alanlarında çalışır. Latin ozanlarını, özellikle ustası olarak gördüğü Vergilius’u (M.Ö 70 – M.Ö 19) inceler. Floransa siyasetinde aktif rol üstlenir. Ancak toplumdaki düzensizlik, çatışma hali ve karmaşa, ozanı derinden üzer. Diğer yandan, kilisenin siyasete giderek daha fazla karışması, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları arttırmaktadır. Dante, din ve siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini savunan Guelfo partisinin Beyazlar kanadını destekler. Ne var ki Siyahlar kanadının kentte siyasi gücü ele geçirmesiyle birlikte, Dante dahil birçok kişi Floransa’dan sürgüne gönderilir. Böylece Dante’nin yaşamında ızdıraplı, ama bir bakıma da verimli olan sürgün dönemi başlar.

Sürgün yıllarında ozan, birey olarak haksızlığa uğradığı düşüncesinden sıyrılarak, tüm insanlığın yolsuzluk, karmaşa ve anarşi ortamı içinde olduğu bilincine ulaşır. Dante’ye göre Tanrı, dünya ve ahiret işlerini yönetmeleri için insanlara iki adet kılavuz göndermiştir: Bu kişiler Papa ve İmparator’dur. Ancak her ikisi de kendilerine verilen ilahi görevi göz ardı ederek siyasi çekişmelere dalmışlar, insanlığın daha da derin bir çıkmaza sürüklenmesine neden olmuşlardır. Ozan, Tanrı’dan gelecek yardım umudunu hiçbir zaman yitirmez. Bu bağlamda Dante, içinde bulunduğu bozuk düzenden insanlığı haberdar etme görevini Tanrı’nın kendisine atfettiği düşüncesine erişir. Bu ilahi görevle ozan, dünyadaki bozukluğun korkunç sonuçlarını insanlara gösterebilecek bir eser kaleme alacak ve böylece kurtuluş yollarını tüm insanlığa işaret edebilecektir.

Dante, öteki dünyada yaptığı düşsel yolculuğu dile getirdiği İlahi Komedya’yı 1307 – 1321 yılları arasında kaleme alır. Dante’nin Cehennem (Inferno)Araf (Purgatorio) ve Cennet’e (Paradiso) yaptığı hayali yolculuğu anlatan epik şiir İlahi Komedya, 33 kantodan oluşan 3 bölüm ve bir giriş kantosuyla toplam 100 kantodan (14,233 satır) oluşur. Kanto, uzun şiirlerin ayrıldığı bölümlere verilen addır, Türkçe’deki en yakın karşılığı kıta olsa da, İlahi Komedya’nın kantolarında ortalama 142 satır bulunur.

  • İlahi Komedya’nın ilk bölümü Cehennem, 34 kanto içerir. Bu kantoların toplam dize sayısı 4720’dir.
  • İlahi Komedya’nın ikinci bölümü Araf, 33 kanto içerir. Bu kantoların toplam dize sayısı 4755’tir.
  • İlahi Komedya’nın son bölümü Cennet, 33 kanto içerir. Bu kantoların toplam dize sayısı 4758’dir.

Komedya adının kaynağı birden farklı temele dayanır. Her şeyden önce Dante, yüksek üslubundan dolayı trajedi adını tercih etmez. Bu durum, ozanın şiirini en yüksek üslup olan trajedi ile yazmak istemediğinin bir göstergesidir. Dante, eseriyle çok geniş halk kitlelerine ulaşmayı ve onların düzensizlik ve günahlardan sıyrılarak doğru yola erişmelerini sağlamayı amaçlar. Dolayısıyla ona göre şiir, tüm halk kitlelerinin anlayabileceği bir dilde yazılmalıdır. Bu bağlamda yazar, komedyaya yönelir. Bir diğer açıdan bakıldığında cennet bölümüyle son bulan eser, diğer komedi türlerinde olduğu gibi mutlu bir sona işaret etmektedir.

İlahi Komedya’nın orijinal adı Komedya (Commedia) olup, İlahi (Divina) sıfatı ilk defa, metafizik içeriği ve yüceltilen göksel değerleri, güzellikleri, Tanrı’ın insanlara lütufları gibi konuları işlemesi ve uyandırdığı hayranlık dolayısıyla, yazılışından üç asır sonra, 1555 Venedik baskısında kullanılmıştır. 1555 yılından itibaren kitabın tüm baskılarında İlahi Komedya (Divina Commedia) adı yer alır.

İlahi Komedya’nın konusu, Dante’nin kılavuzu Vergilius’un ve ilk aşkı Beatrice’nin yol göstericiliğinde, Cehennem, Araf ve Cennet’e yaptığı yolculuktur. Bu ünlü yapıta göre yeryüzünde mutluluğa ahlaki ve düşünsel erdemler yoluyla ulaşılabilir. İlahi mutluluğa ise inanç, umut, hayırseverlik gibi Hristiyan erdemlerine göre yaşayarak varılabilir.

Yazıldığı dönemin göz önünde bulundurulması, eseri dini ve ahlaki açıdan ayrı ayrı incelemeyi imkansız kılar. Çünkü Dante’nin yaşadığı Ortaçağ’da, Hristiyanlık inancına göre ölümden sonra hayat düşüncesi bireyin dini ahlakının en önemli göstergesi sayılmaktadır. Bu düşünce, bireyin ölümden önceki hayatını günahlardan uzak geçirmesinin yegane kuralıdır. İlahi Komedya’nın geneline hakim olan contrapasso yasası, bu düşüncenin bir ürünü olarak kabul edilmelidir. Contrapasso, kişinin ölümden önceki hayatında işlediği günahlara göre, Cehennem’de cezalandırılma şekline verilen isimdir.

Dante’nin İlahi Komedya’yı kaleme alırken ilham aldığı kaynaklardan biri de, hiç şüphesiz Vergilius’un Aeneis Destanı’dır. Roma İmparatorluğu’nun destanı olarak kabul edilen bu destanın başkahramanı, Truva’nın Yunanlılara karşı savunulmasında önemli rol oynayan Aeneas’tır. Dante’nin, derin bir saygıyla incelediği bu eserden birçok açıdan ilham aldığı doğrudur. Ozan, söz konusu destanın sadece yapısal özelliklerinden değil, aynı zamanda mekan tasvirlerinden, mitolojik unsurlarından ve ölümden sonraki hayatın tasvir edilmesi düşüncesinden büyük ölçüde ilham almıştır.

İlahi Komedya’daki yolculuk sırasında şair uygar olmayan, aklın ve erdemin bulunmadığı dünyayı simgeleyen karanlık ormandan, sonsuz iyiliği simgeleyen Tanrı’nın ülkesine doğru sürekli yükselir. Şairin geçirdiği deneyim, alegorik anlamda kendi ruhsal yaşamının tarihidir. Okur, dinsel bir alegori içinde, yaşanan dönemin trajik durumu üstüne düşünmeye ve çözüm yolları aramaya çağrılır. Dante’ye göre insanlığın tükenmek bilmeyen hırsına, ancak imparatorluk engel olabilir, kilise de başlangıçtaki saf ve yoksul durumuna dönmelidir. İlahi Komedya’nın amacının bu dünyada yaşayanları acılardan kurtarıp mutluluğa eriştirmek olduğu söylenebilir.

Cehennem (Inferno)

1300 yılında 7 Nisan’ı 8 Nisan’a bağlayan Cuma gecesi Dante 35 yaşındadır. Dante, bunu “Yaşam yolumuzun yarısında (Nel mezzo del cammin di nostra vita)” dizesiyle dile getirir (Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 Yaş Şiiri’nde “Yaş otuz beş yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün…” dizeleri de buna bir göndermedir).

Dante, karanlık bir ormanda yolunu şaşırmıştır. Uykulu bir halde olduğundan buraya ne şekilde geldiğini kestiremez. Sabaha karşı bir tepeye doğru, aydınlığa erişmek için ilerlerken karşısına bir pars, bir aslan ve bir dişi kurt çıkar. Onlardan kurtulmak için geri döneceği anda, birden şair Vergilius ile karşılaşır. Şairi gönderen, Dante’nin genç yaşta ölmüş ilk sevgilisi Beatrice’dir. Günahkar Dante hakkında Arş-ı Ala’da (göğün 10. ve en yüksek katı) karar verilmek üzeredir. Mahvolmasına ramak kalmıştır. Kurtulmak istiyorsa gördüklerinden ibret alması için ahiretin her üç bölümünü ayrı ayrı gezmek zorundadır. Bu yolculuğunda kendisine Vergilius, yine bir diğer Latin şairi Statius ve bizzat Beatrice kılavuzluk ve arkadaşlık edeceklerdir. Dante ile Vergilius’un o gece başlayan Cehennem gezisi, 9 Nisan Cumartesi gecesi sona erer.

Cehennem (Inferno), iç içe 9 halkaya bölünmüştür. Eş merkezli daireler gittikçe artan günahkarlığı temsil eder. Her dairenin günahkarları, işledikleri günahlar gereğince sonsuza kadar cezalandırılır.

  1. Birinci Halka: Limbo’daki ruhlar dürüst yaşam sürmüş, ancak çoğu Hristiyanlıktan önce yaşadığı için vaftizden yoksun kalmış, vaftiz olmadan ölmüş ruhlardır.
  2. İkinci Halka (Şehvet)
  3. Üçüncü Halka (Açgözlülük)
  4. Dördüncü Halka (Savurganlık)
  5. Beşinci Halka (Gazap/Öfke)
  6. Altıncı Halka (Sapkınlık)
  7. Yedinci Halka (Şiddet)
  8. Sekizinci Halka (Sahtekarlık): Kadın tellalları, din sömürücüleri, rüşvet yiyenler, hilekarlar, hırsızlar, ikiyüzlüler, kalpazanlar vb. cezalandırılır.
  9. Dokuzuncu Halka (İhanet): Dokuzuncu halkada, akrabalarına, vatanlarına, konuklarına, kendilerine iyilik yapanlara ihanet edenler bulunur. Cehennem’den çıkmadan önce Vergilius ile Dante, kötülüklerin simgesi Lucifer’i (Şeytan) yarı beline dek buzlara gömülü olarak görürler.

Her ağızda dişler bir günahkar öğütüyordu
bir değirmen gibi, böylece aynı anda
üç günahkar birden işkence görüyordu.
(Cehennem, 55)

10. Kanto, Dante’nin sürgün cezasına nasıl maruz kaldığı ile ilgili aydınlatıcı bilgiler içermektedir. Dante, kendi kaderini ölüler dünyasındaki ruhlardan öğrenir, zira Ortaçağ’da geleceği görmek veya kişinin yazgısından haberler vermek sadece ölülere veya ölüm ile ilişki içinde olduklarına inanılan cadılara ve büyücülere aittir. Bu nedenle, Dante’nin Cehennem’de karşılaştığı yer altı ruhları ona geleceğinden haberler verirler:

“Ve dedi ki: “Öyle düşmandılar ki, bana da, atalarıma da, partime de, iki kez sürmek zorunda kaldım onları.” […] “Kovulsalar da, dört bir yandan geri döndüler” dedim, “hem ilk sürgünden, hem de ikincisinden; ama sizinkiler aynı sanatı öğrenemediler.” (Cehennem, 98)

Araf (Purgatorio)

Vergilius ile Dante’nin 10 Nisan Pazar Paskalya günü başlayan Araf gezisi, üç gün sürerek 14 Nisan Perşembe günü sona erer. Araf’ta Beatrice, ölümünden sonra kendisini unutarak geçici zevklere dalmış, günah yollarına sapmış olan Dante’yi çok acı sözlerle azarlar ve işlediği suçları itiraf ettirir. Bir tür tövbe aldıktan sonra, sırasıyla kötülüklerinin üzerinde kalmış kirlerini temizlemek üzere önce Lethe ve ardından da iyiliklerini pekiştirecek Eunoe nehirlerine daldırarak yıkayıp temizler. Dante artık temizlenmiştir.

Araf yedi kattan oluşur. Yedinci katın üstünde, dağın tepesinde Yeryüzü Cenneti bulunur. Buradaki kutsal orman, Cehennem’in başlangıcındaki karanlık ormanın karşıtıdır.

Neşe ve sevinç içerisinde Beatrice ile birlikte göklere doğru yükselmeye başlar. Beatrice, Arş-ı Ala’da Tanrı’ya en yakın bulunanlar arasında yerini alınca da, Aziz Bernard’ın Meryem aracılığıyla ricasının kabul edilmesiyle Tanrı ile görüşme şansını yakalar.

Bu kutsal mı kutsal sudan, yeni yapraklara
bürünmüş taze bir fidan gibi canlanıp da,
arınmış olarak eski yerime vardığımda
çıkmaya hazırdım, artık yıldızlara.
(Araf, 142)

Cennet (Paradiso)

Araf’ın tepesinde Vergilius yerini Beatrice’ye bırakır. Cennet boyunca Dante’ye Beatrice rehberlik eder. Dante’nin 14 Nisan Perşembe sabahı başlayan Cennet yolculuğu, aynı gün öğleden sonra Tanrı’nın ışığına ulaşmasıyla noktalanır. Dante cennet planını hazırlarken Ptolemaios (Batlamyus) sisteminden yararlanmıştır. Dante’nin Cennet’ine göre, Dünya evrenin merkezindedir ve sabit bir cisimdir. Kürenin çevresinde yedi gezegen dönmektedir: Sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn.

Bu gezegenler, yedi gök içerisinde bulunmakta, bunlardan sonra iki kat daha yer almaktadır. Sekizinci katta Dönmeyen Yıldızlar, dokuzuncu katta gezegenlerin dönmesini sağlayan İlk Devindirici vardır. Arı ışıktan oluşan, maddeden arınmış onuncu ve en yüksek kat ise, kutlu ruhlarla Tanrı’nın katıdır (Arş-ı Ala). Burada Meryem ve Beatrice gibi Tanrı’nın sevgili kulları kutsal bir gül oluşturur.

Çünkü isteğine yaklaştıkça akıl yetimiz,
öyle derinliklere dalar ki,
izleyemez olur onu belleğimiz
(Cennet, 7)

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Çeşme’den Yazlık Almadan Önce Mutlaka Okuyunuz!

Tatil ve turizm merkezlerinden olan Çeşme, müstakil ve dört mevsim yaşam olanaklarını barındıran gayrimenkulleriyle dikkat çekmeye devam ediyor. Yaz-kış nüfusunun her geçen yıl artığı yazlıkçı kesimin oldukça yüksek olduğu Çeşme, tüketicilerin gayrimenkul edinmek istediği yerlerin başında geliyor. Her bütçeye uygun gayrimenkullerin bulunabildiği Çeşme’de nereden ve hangi tür gayrimenkulü almak en çok merak edilen konuların başında geliyor.

Çeşme’den taşınmaz almadan önce dikkat etmeniz gereken konular;

  • Altyapı: İlk dikkat edilmesi gereken gayrimenkulün olduğu bölgede altyapı olup olmadığıdır. Çünkü; Çeşme’nin çoğu bölgesinde hala altyapısı olmayan yerler var bu bölgelerde olan konutların altında pis su atıklarının toplanması için foseptik çukuru açılıyor. Mülk sahipleri zaman zaman vidanjör çağırarak, biriken pis su atıklarını çektirmek zorunda kalıyor. Bu, hem maliyetli hem zahmetli hem de pis kokuların etrafa yayılmasına neden oluyor. Altyapısı olmayan bölgeden gayrimenkul alacaksanız, atıkların nasıl bertaraf edildiği konusunda teknik bilgi almalısınız.
  • Depreme dayanıklılık: Çeşme’nin kıyı şeritlerinde yönetmeliklere aykırı çok sayıda yapı stoku var. Site şeklinde ve o dönemin inşaat teknolojisiyle yapılan bu yapılar, 30 yılı aşkın bir zamandır kullanılmakta. Olası depremde bu gayrimenkullerin direnci kuşkulu konumdadır. 2007 yılından sonra yapılmış gayrimenkullerde kullanılan inşaat malzemesinin kalitesine ve inşaatı yapan firmanın bilinirliğine dikkat edilmelidir. Gayrimenkul almadan önce depreme dirençli olup olmadığı konusunda uzmanlardan rapor alınmalıdır.
  • Konum: Denize yakınlık veya doğayla iç içe gayrimenkuller öncelikli tercih edilirken, bu gayrimenkullerin piyasa rayiç bedellerinden oldukça yüksek olduğu unutulmamalıdır. Eğer ‘deniz manzaralı evim olsun’ diyorsanız, yüksek fiyat ödemekten çekinmemelisiniz. Denize uzakta olsa alınacak bir gayrimenkulden denize ulaşmakta zorluk çekmezsiniz. Çünkü Çeşme’de denize yürüme mesafesinde çok sayıda alternatif plajlar mevcut.
  • Fiyat ve İlanlar: Her tüketici, aldığı gayrimenkulün zamanla değer kazanmasını, gerektiğinde kiralık veya satılık olduğunda hemen talep bulmasını istiyor. Çeşme’de gayrimenkullerin amortisman süresi 33 yılı bulabiliyor. Çeşme’de aynı gayrimenkulün birden fazla emlak ofisi tarafından farklı bilgilerle ve farklı fiyatlardan seri ilan sitelerinde yayınlandığı görülmektedir. Tüketiciler, ilanlarda yayınlanan gayrimenkullerin her şeyini sonuna kadar sorgulamalıdır. Çeşme’de doğru fiyattan ve şeffaf bilgilerle ışığında gayrimenkul almak için, beni ARAYINIZ…
  • Mahalle Özellikleri: İlçe’de sefer yapan minibüslerle her bölgeye kolayca ulaşıldığı için tüketicilerin ihtiyaçlarına erişmesi oldukça kolay. Her bütçeye göre gayrimenkul seçenekleri ve beklentilere göre emlak çeşitliliği var. Çeşme’de arz fazlası 1+1 üretildi ve piyasa rayiç bedelleri üzerinden satışa sunuluyor. Rezidans şeklinde üretilen 1+1 konutların gerçek alıcılara ulaştırılmasında pazarlama sorunları var. Çeşme’de dört mevsim yaşam olanaklarını barındıran 2+1 konut projelerine ihtiyaç artıyor.

Çeşme merkezinde ve Alaçatı’da sosyal ve alışveriş olanakları diğer mahallelere göre daha fazla. Altınyunus, Boyalık ve Sakarya mahallelerinde yapı stoku oldukça eski olan gayrimenkuller var ve buralarda 40 yıllık sitelerde uzun yıllardır süregelen sabit komşuluk ilişkileri mevcut. Bu bölgelerde sıfır konut bulmak mümkün. Diğer mahallelerde müstakil gayrimenkuller daha yoğun olarak görülüyor. Bir dönemin cazibe merkezlerinden Alaçatı, beton ve taş evlerin fazlalaşmasından ötürü kişi başına düşen yeşil alan oranı gittikçe azaldı. Gürültü kirliliği, trafik sıkışıklığı gibi etkenlerden ötürü Alaçatı sıkça eleştirilmeye başlandı. Alaçatı’daki gayrimenkul fiyatlarının orantısız ölçütlerde köpürtüldüğü söylentisi en çok dikkati çeken unsurlardan. Denizle arasında Çeşme yolunun olduğu Mamurbaba’da malikane konseptine uygun villalar bulunuyor. Fenerburnu kendi halinde sakin bir mahalle olması farklılık oluşturuyor. Yoğun inşaat hareketliliğin olduğu 16 Eylül ve Dalyan’da yeni konut projeleri üretiliyor ve kamuoyunun haberi yok. Bölgede iş yapan inşaat firmaları yaptıkları projeleri tüketicileri ikna edici ve kararlı alıcı haline getirebilecek pazarlama çalışmaları yapamıyor. Musalla ve İnönü mahalleleri Çeşme merkezinde geniş bir alanı kapsayan düzenli yaşayan kesimleri barındırıyor. Fahrettinpaşa ve Çiftlikköy yerel halkın yaşadığı parsel bazında villaların yapıldığı gelişmeye başlayan bölgeler. Ilıca en eski gayrimenkullerin olduğu sosyal hayatın yoğun olan bir mahalle. Çeşme merkez ve Alaçatı arasında kalan konumu, Ilıca plajına yakınlığı ile cazibesini koruyor. Ancak yaz aylarında aşırı yoğunluk oluşuyor. Ardıç ve Yalı mahalleleri merkezden uzak üst gelir gurubun yaşadığı bölgeler. Ovacık, Şifne, Germiyan, Reisdere ve Ildır gelişmeye devam eden sakin bölgeler olarak biliniyor…

Ayrıca, Çeşme’deki güncel gelişmelerden haberdar olmak için tıklayınız…

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

İşyeri Kira Sözleşmesinde Nelere Dikkat Edilmelidir?

Genellikle uzun süreliğine kiralanması planlandığı için iş yeri kiralama kararının özenle verilmesinde fayda vardır. İş yeri kiralarken birkaç noktaya dikkat edilerek isabetli bir karar verilebilir. İşte iş yeri kiralarken dikkat edilmesi gerekenler:

  • Tapu bilgileriyle kiralanan yerin bilgilerinin eşleşmesi, sözleşmeyi imzalayan kişinin tapuda gözüken kişiyle aynı olduğunun/yetkili olduğunun tespit edilmesi önemlidir.
  • Kiralanan işyerinin net m2’si ölçülüp, sözleşmeye işlenmesinde fayda vardır.
  • Kira bedelinin net ve brüt olarak belirlenmesinde fayda olup, (eğer ödenecekse) KDV’nin de hesaba katılması yerinde olacaktır.
  • Kira ödeme zamanı net şekilde belli olmalı ve paranın yatırılacağı banka hesap bilgileri sözleşmeye eklenmelidir. Zaten işyeri kiralarında kiranın banka veya PTT üzerinden ödenmesi zorunludur.
  • Sözleşmeyle kararlaştırılacak kira artış oranının ÜFE oranında fazla olamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır. 
  • Damga vergisiçevre temizlik vergisi, tapu siciline şerh masrafları gibi gider kalemlerini kimin ödeyeceği hususunda mevzuattan farklı bir yöntem izlenecekse sözleşmede bu hususa da değinilmelidir.
  • Aidat ve sair giderleri kimin hangi miktarda ödeyeceği hususu kararlaştırılmalıdır. Ayrıca özellikle aidat borcunun neleri kapsadığı, mevzuat kapsamında kimin hangi borçlardan sorumlu olduğuna dair önceden bilgi sahibi olunmasında fayda vardır.
  • Eğer kiracı ödemelerini aksatmazsa kira sözleşmesi kendiliğinden uzayacak olup kiracı, sözleşme üzerindeki süre ile bağlı değildir. Bu sebeple 10 yıllık uzama süresi boyunca kiraya verenlerin kiracıyı serbest şekilde çıkaramayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Kefalet alınacaksa kefilin el yazısıyla alınması gerektiği, süre ve miktar ile kararlaştırılması gerektiği ve kefaletin damga vergisini ciddi oranda artıracağı gibi hususlara dikkat edilmelidir. 
  • Kiracının kiralanan gayrimenkulü alt kiraya verip veremeyeceği, kiraya verenin bunu engelleme hakkının olup olamayacağı gibi hususlar üzerinde uzlaşılmalıdır.
  • Eğer arzu ediliyorsa kira sözleşmesinin devrine ilişkin (hava parası vb hususlarda) tarafların isteklerine göre özel hükümler eklenebilecektir.
  • Kiracının tadilat yapıp yapamayacağı üzerinde anlaşılmalı, tadilatın kapsamı belirtilmeli, kira ilişkisi (gerek doğal yollardan gerekse de erken fesih ile) sona erdiğinde tadilatla elde edilen değerin kime kalacağı belirlenmelidir.
  • Eğer kira sözleşmesi tapuya şerh edilmek isteniyorsa bu hususun da sözleşmeye eklenmesinde fayda olacaktır.
  • Taşınmazın nasıl teslim alındığı (mümkünse fotoğraflarla) ve nasıl teslim edileceği sözleşmeye eklenmelidir.
  • Ayrıca tarafların özel durumları varsa (örneğin hala bir kiracı varsa ve kiracı tahliye edecekse) bunların da sözleşmeye işlenmesi yararlı olacaktır.
  • Kira sözleşmesinin imzalandığı gün tahliye taahhüdü alınamayacaktır
  • Kiracının erken feshetmek istemesi durumunda ne kadar süre önce bunu hangi yollarla mal sahibine bildirmesi gerektiğinin kararlaştırılması da özellikle dikkat edilmesi gereken hususlardan birisidir.
  • Kira sözleşmesinin hukuka aykırı şekilde erken feshedilmesi halinde kiracının bir cezai şart ödeyeceği kararlaştırılabilecektir. Ancak bu cezai şart, tüm kiraların muaccel hale geleceği şeklinde olamayacaktır. 
  • Kira sözleşmesinin çift nüsha olması, tahakkuk edecek damga vergisini ikiye katlayacaktır. Bu sebeple özellikle yüksek meblağlı sözleşmelerde bu hususa dikkat etmek tercih edilebilir.
  • Kira sözleşmesini noterlik vasıtasıyla yapmak da ileride ortaya çıkabilecek “sahte sözleşme” iddialarını def etmek ve özellikle tahliye aşamasında zaman kazandırmak için kullanılabilecek yollardandır.
  • İmzaları yetkili kişilerin imzalayıp imzalamadığına ve hatta imzaların gerçekliğine dikkat edilmeli, gerekirse imza sirküleri / imza beyannamesi ile kontrol edilmelidir.
  • Kira sözleşmesinin süresi sona ermiş olmasına rağmen saklanmasında fayda olacaktır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Taşınmazın Satış Fiyatı Nasıl Belirlenir?

Taşınmazın kira bedeli üzerinden hesaplayın

Türkiye koşulları göz önüne alındığında bir eve yapılan yatırımın geri dönüş süresi tahmini olarak 200 ile 220 ay arasında değişiklik göstermektedir. Bu da ortalama olarak hesaplandığında yaklaşık 17-18 yıl gibi bir süreye tekabül eder. Satacağınız evin fiyatını belirlemek için öncelikle kira bedelini geri dönüş süresi yanı amortisman oranı ile çarparak elde edeceğiniz sonucu kullanabilirsiniz. Elbette ülkenin enflasyon oranları ile  kira bedelleri de değişiklik göstermektedir. Ancak ortalama bir fiyat evin satış bedelinin belirlenmesi için yeterli olacaktır. Yapılan kira bedeli hesaplaması üzerinden konut satış fiyatı belirleme oldukça sık kullanılan ve son derece etkili bir yöntemdir.

Taşınmazın fiyatı artıran özellikleri dikkate alın

Satılacak evin bulunduğu konum ve buna ek pek çok özellik fiyatta ciddi farklara neden olabilmektedir. Konut satış fiyatı belirleme için evin bulunduğu bölge, il ve ilçe bazında benzer özelliklere sahip, diğerleri ile kıyaslanması yaygın ve etkin bir yöntem olarak yerini alır. Evin fiyatını pek çok farklı parametreyi hesaba katarak belirleme imkanı da yine bu yöntemin getirilerindendir. Ortalama bir konut için en belirleyici ve fiyat yükselten özellikler; iyi ve güneş gören bir cephede olması, ulaşım araçlarına olan yakınlığı, manzarası, kaplama ve dolapların kalitesi gibi özelliklerdir. Eve yapılan masraf arttıkça satış fiyatı da aynı oranda artış göstermektedir. Bu nedenle yaptığınız kıyas sonucunda fiyatını belirleyeceğiniz evin üzerine ekstra özelliklerin bedelini de ekleyerek doğru fiyatı bulabilirsiniz.

Emsal taşınmaz fiyatları ile karşılaştırın

Bu yöntem genelde en çok kullanılan yöntemdir, ancak tek başına yeterli değildir.

Bir evin konumu, fiyatını belirleyen en önemli faktördür. Sadece ilçe değil mahalle, hatta evin sokağı bile oldukça önemli farklara yol açabilmektedir. Almak istediğiniz evle aynı veya benzer konumda bulunan diğer satılık evlerin fiyatlarını emlak sitelerinde araştırıp alacağınız ev ile karşılaştırmanız oldukça önemli. Bu sayede evin muadillerinin ortalama fiyatlarını belirlemiş olursunuz. Bu yöntemin sağlıklı olabilmesi için kıyasladığınız evlerle almak istediğiniz evin yakın özelliklere sahip olması gereklidir.

Aşağıda listelediğimiz özellikler, genel olarak konutlara değer katan özelliklerdir. Kıyaslama yaparken bu özelliklerin hem kendi alacağınız evde hem de kıyaslama yapacağınız evde olup olmadığının kontrol etmelisiniz.

Taşınmaza ek değer katan özellikler

  1. Merkezi konumda bulunması
  2. Ulaşım olanaklarının zengin olması
  3. Yeni bina olması
  4. Dairenin ışık alan (güney) cephede olması
  5. Dairenin ön cephede yer alması
  6. Dairenin ara katta yer alması (çatı, son kat, bodrum, veya 1. kat harici)
  7. Binada asansör bulunması
  8. Manzaraya sahip veya önünün açık olması
  9. Ortak alanların olması (Spor salonu, sosyal tesis vb.)

Almak istediğiniz evin çevresindeki emlak ofislerine çevredeki benzer evlerin metrekare (m²) başına fiyatlarını sormayı atlamayın. Bu yöntem gayrimenkul değerleme uzmanlarının da kullandıkları bir yöntemdir. Gayrimenkul değerleme uzmanı en az üç emlak ofisinden benzer evlerin tahmini m² fiyatını alır ve değerini ölçmeye çalıştığı evin metrekaresiyle çarpar.

Gayrimenkul Danışmanları ile Çalışılabilir

Taşınmazın bulunduğu bölgedeki emlak ofisleri ile görüşülerek benzer konutların değeri hakkında bilgi alınabilir. Birçok mülk alım satımına aracılık eden gayrimenkul danışmanları, evin özelliklerine yakın dairelerin değeri hakkında bilgilendirmede bulunabilir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Kule Canbazı” Sunay Akın

Nazım sayısız dostlarından biri olarak, Pablo Neruda’yı ziyaret etmeye karar verir. Ne de olsa, Neruda onun evine gelmiş, yanında da armağan olarak kırmızı renkte bir kadeh getirmiştir…

Avrupa’daki bir arkadaşına telefon açar ve ondan Neruda’nın adresini ister. Bu istek, bir gün bile yaşamaz yorgun yüreğinde; çok değil, ertesi gün sırtı duvara dayalı bir şekilde yere oturur ve kalakalır öylece!..

Son nefesinde, yıllardır uzak kaldığı memleketini görme arzusuyla, Neruda’ya gitme isteği el ele tutuşur böylelikle.

Daktilosunun iç cebindeki küçük bir kâğıt parçasında, el yazısıyla yazdığı Neruda’nın adresi durmaktadır hâlâ…

O daktilonun tuşlarına dokunan parmaklar, Nazım Hikmet’in parmaklarıdır!..

Pablo Neruda 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış…

Kimin umurunda!?.

Nazım Hikmet’in daktilosunun iç cebinde adresinin çıkmasından daha büyük bir ödül olabilir mi?..

“Kule Canbazı” İlk bakışta klasik bir hikaye potporisi gibi görünen; ancak okudukça kitabın bütününe yayılan ansiklopedik bilgilerin oyuncaklar üzerinden zincirleme bir şekilde bize sunulduğu heyecanlı ve şaşırtan bir kitap. Sunay Akın’ın daha önceden okuduğunuz kitapları varsa eğer üslubuna alışık olduğunuz yazarımızın kitaptaki hikayeler arası geçiş tarzı size yabancı gelmeyecek; tam tersine alışık olduğunuz kelime oyunları, oldukça sempatik gelecektir. ” Kule Canbazı” toplamda 35 hikayeden oluşan, hikayelerin en çarpıcı ortak özelliğinin de oyuncaklar olduğu eğlendirici bir kitap. İlk hikayemiz ‘Padişah’ın Yemek Artıkları’nda Roma İmparatorluğu’nun doğu birliklerinin silahlarına simge olan bir Van kedisinin, Sultan 2. Abdülhamit ile bağlantısını okurken; olayların bir Japon imparatorundan Hasan Ali Yücel’e nasıl da zincirleme geldiğini gözler önüne seriyor. Yazar, bu ansiklopedik bilgileri okuyucuyu sıkmadan, esasında cümlelerle bir oyuncak gibi oynayarak aktarma becerisini oyuncaklara ilgisi üzerinden ustaca sergiliyor.

“Çelengin Ortasındaki Kız” hikayesinde Rumelihisarı, Cahide Tamer, Muhsin Ertuğrul isimlerine rastlıyoruz ve kıymetlerinin yeterince bilinmediğine dair küçük sitem cümleleri mevcut.

Sunay Akın bu bilgileri verirken düz, direkt vermiyor elbette. ‘Dört kulesi her bir köşesinde bir nöbetçi gibi duran Selimiye Kışlası’ metaforunu yaparken ne denli başarılı bir edebiyatçı olduğunu tekrar tekrar fark ediyoruz. Yine, yazarın John Berger’in İstanbul gezisinde araba vapuru ve şehir atları vapuru yolculuklarında tuttuğu notları birbirine karıştırdığını fark edecek kadar dikkatli araştırmalar yapması ve bu hatayı “Yine de bu durumu avuçlarımız patlayana kadar alkışlıyoruz John Berger’i. ” diyerek zarifçe dile getirmesi takdire şayan bir incelik. Yazarın başka kitaplarını okumuş olan okuyucular Titanic ile ilgili hikayelerin çokluğunu bileceklerdir. Bu kitapta da Besim Ömer Paşa’nın (ülkemizin ilk doğumevi kurucusu) New York’taki bir tıp toplantısına gitmek üzere bilet aldığı gemiyi kaçırmış olan bir yolcu olduğunu, o geminin de Titanic olduğunu hikayenin sonunda sürprizle öğreniyoruz. “Daktilonun İç Cebindeki Şair” adlı hikaye de diğer hikayeler gibi oldukça dikkat çekici. Pablo Neruda ve Nazım’ ın yollarının nasıl ve nerelerde kesiştiğiyle ilgili anekdotlar sayesinde öğreniyoruz ki Nazım Hikmet, Neruda’ yı ziyaret etmek ister ve daktilosunun iç cebindeki küçük bir kağıt parçasında, el yazısıyla yazdığı Neruda’ nın adresinin hala duruyor olması oldukça ilginç ayrıntılar. Bütün bunların, yazarın gözünden Neruda için aldığı Nobel Ödülünden daha değerli olduğunu görmek insanın yüreğini ısıtıyor adeta. Sunay Akın’ ın oyuncaklarla ilgili takıntısını bu kitapta da bahsettiği el yapımı bebeklerden, oyuncaklarla oynamayan çocukların bir taraflarının hep eksik kalacağını yinelemesinden anlıyoruz. “Beyaz Balina Aydın” ı daha doğrusu Mişa’ yı anlatırken tanımayanlar için Erdal Atabek’i ve onun balinayla ilgili yazdığı cümleleri tanıma fırsatı yaratıyor. Gerçek sevginin bir balina üzerinden bu kadar güzel anlatılabileceğini Erdal Atabek bizlere ustaca göstermiş oluyor. Mişa’yı olduğu gibi kabul etmeyenlerin, onun adını bile değiştirip ona yeni bir kimlik verenlerin gerçek sevgiden bihaber olduklarını örtülü ifadelerle dile getiriyor.

“Haremdeki Oyuncak” başlıklı hikaye en çok hoşuma gidenler arasında. ‘Osmanlı Döneminde oyuncak var mıydı?’ sorusunun yanıtını arıyorsanız cevabı bu tatlı hikayede saklı. Çocuk yaşta tahta geçen ve Fatih Sultan Mehmet ile başlayan, tahta geçen padişahın kardeşlerini boğdurma geleneğini çiğneyen 1. Ahmet ve öldürmeye kıyamadığı kardeşi Mustafa(nam-ı diyar Deli Mustafa)’nın sarayın havuzunda gemilerini yüzdürme hayali zihnimizde bir film sahnesi gibi canlanıyor. Yazarın ” Vazgeçmeyip, birkaç kulaç daha derine indiğimde, aradığım inciyi buldum. ” cümlesi karşımızdaki kişinin ansiklopedik bilgileri araştırmaya doyamayan; kitap gibi bir insan diye nitelendirdiğimiz biri olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz sanırım. Yine ‘Osmanlı Dönemi’nde oyuncak var mıydı?’ sorusuna cevap olarak yazarımız İngiltere Kraliçesi Elizabeth’ in 1599 yılında göndermiş olduğu bir orgla cevap veriyor. Çanları çaldığında üstündeki kuşların hareket ettiği bu org, saraya bizzat kendisini yapan Thomas Dallam eşliğinde gönderilir ve kurulumu tam bir ay sürer. Dallam, o bir ay içinde öyle şeylere tanık olur ki, tüm bunları kendi kaleminden yıllar sonra yazdığı bir anekdotla gözler önüne serer.

“Biz Bovling Oyuncuları” hikayesinde yetişkinlerin devirdiği kukaları, çocuklara toplatmaları üzerinden o kadar yıldızlı cümlelere rastlıyoruz ki kitabın salt bilgi vermek amaçlı yazılmadığını, arada yüreğimizi okşayan metaforlarla ince dokunuşlar yapması kitabı okunmaya değer kılıyor. Türkan Şoray’dan, Sadri Alışık’ a birçok ünlünün de oyuncaklardan payını almış hikayelerinin olması yine kitabı cezbedici kılan başka unsurlardan. Orhan Veli’nin uçurtma sevdasını, yazar-ressam Kemal Uluer’in sıra dışı ve çarpıcı hayat hikayesini okurken, nefes kesen “Everest’ ten Düşen Ressam” başlığının sizi nasıl da Everest’in tepesine çıkarıp alaşağı ettiğine tanık olmak için kitaplığınızda Kule Canbaz’ına yer açmanız adına yeterli sebepler olduğunu düşünüyorum. 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

İşyeri Kiralamalarında KDV Nedir?

Kirada KDV Hangi durumlarda ödenir?

Gayrimenkul kiralarında genel olarak brüt kiranın %18’i oranında belirlenmiş olan KDV; yalnızca iktisadi işletmelerin kiraya veren olduğu durumlarda ödenir. Bu kapsamda şirketler de birer iktisadi işletme olarak değerlendirildiği için, şirketlerin kiraya veren olduğu durumlarda KDV mükellefiyeti başlayacaktır. Ancak bir dernekten yahut gerçek kişiden işyeri kiralansa dahi KDV borcu doğmamaktadır.

Bir gayrimenkul kiralanacaksa, hesaba katılması gereken unsurlardan bir tanesi de vergiler olup bunlar arasında yer alan KDV, gelir vergisiyle birlikte en ciddi kalemlerden biri olarak başı çekmektedir. Gerek kiracı gerekse de kiraya veren için bu hususun gözden kaçması, ileride daha büyük problemlere yol açabilmektedir. Bu kapsamda her iki tarafın da detaylı bilgiye sahip olması, ileride çıkabilecek uyuşmazlıkları önlemek ve zarara uğramayı engellemek adına önem arz etmektedir.

Her ne kadar gayrimenkul kiralarında KDV, birçok durumda %18 olsa da; istisnalar görülebilmektedir. Örneğin yurt dışındaki taşınmazlardan elde edilen gelir KDV’ye tabi olmadığı gibi kiraya verenin belediye, üniversite, mesleki kuruluşlar gibi iktisadi teşekkül olmayan kurumlar olduğu durumlarda da KDV tahakkuk etmez. Ayrıca finansal kiralama ile kiralanmış gayrimenkullerde çeşitli indirimler söz konusu olabilmektedir.

Ancak ücretsiz olarak kiraya verilmiş olan gayrimenkullerden de emsal bedel oranında kiraya verilmişçesine KDV alınacağı ve eğer bu emsal bedel tespit edilmemişse o taşınmazın emlak vergisi bedelinin %5’i oranında yıllık kiraya verilmişçesine KDV tahakkuk edeceği gözden kaçırılmamalıdır.

Dolayısıyla örneğin bir şirket sahibi kişi, şirketine ait bir konutunu, kullanması için kardeşine tahsis etse dahi, o konut için bölgedeki emsal konutlar ne kadarlık bir meblağa kiraya veriliyorsa, o meblağda kiraya verilmişçesine KDV ödenmelidir. Ancak eğer bir emsal değer hesaplanmamışsa; emlak vergisi için baz alınan değer ne kadarsa (Örneğin 1.200.000 TL) o değerin %5’i (60.000 TL) yıllık kira bedeli olarak anlaşılmışçasına KDV tahakkuk edecektir.

Kirada KDV’yi Ödemek Kimin Yükümlülüğünde?

Temel kural olarak KDV’yi ödeme yükümlüsü kiraya verendir. Bu kapsamda kiraya veren, hem kira bedelini hem de KDV’yi kiracısından tahsil edip beyannamesini o doğrultuda vermelidir. Burada sorun, kiracı ile kiraya veren arasında anlaşılan bedele KDV’nin dahil olup olmadığı üzerinde doğabilmektedir. Eğer kira kontratında KDV’ye ilişkin herhangi bir beyan bulunmuyor, tutarın net olduğu belirtilmiyorsa kontrattaki tutara KDV’nin de dahil olduğu kabul edilmektedir.

Dolayısıyla, örneğin bir işyerinin kira bedeli için aylık 5900 TL üzerine anlaşıldığı ve sözleşmede bu konuya ilişkin herhangi bir ibare bulunmadığı durumlarda, taraflar, bu meblağa KDV’nin dahil olup olmadığı konusunda ihtilaf yaşayabilirler. Bu noktada ilave bir hüküm yazmadığından ötürü, bu meblağa KDV’nin de dahil olduğunu, kiranın 5900 TL olarak ödenmesi gerektiğini, kiraya verenin bu tutarın 900 TL’sini (%18) KDV olarak sayması gerektiğini kabul etmek gerekir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

İşyeri Kira Stopajı Nedir?

Stopaj Nedir?

İşyerini kiraya veren; gerekli şartları sağlıyorsa gelir vergisi ödemekle mükellef olsa da, devletin (örnek gerçek kişi) işyeri sahiplerini teker teker tespit etmesi, ihtarda bulunması, tahsil etmesi gibi prosedürler zorlayıcıdır. Bu sebeple kamu otoritesi, mal sahibinin ödemekle mükellef olduğu gelir vergisini hali hazırda vergi mükellefi olan işletme sahibi kiracılardan %20 oranında stopaj olarak peşinen tahsil ederek bu zorluğun üstesinde gelmeyi arzulamaktadır.

Bu sistemde alınan stopaj brüt kiranın %20’si olsa da mal sahibinin o yıl ödemesi gereken gelir vergisi daha fazla veya daha az olabilir. Bu yüzden ödenen gelir vergisi ile stopaj yıl sonunda mahsup edilir.

Her ne kadar genel kural olarak, gelir elde eden kişinin vergi ödeme yükümlülüğü bulunsa da; işyeri kiralarında bu borç, mal sahibi adına kiracı tarafından yerine getirilebilmektedir. Bu bağlamda işyeri kiralarken kira stopajı çıkıp çıkmayacağı, bunun ne zaman ve hangi bedel üzerinden ödeneceği, ne zaman beyanname verileceği gibi hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.

Kimler Kira Stopajı Ödemekle Mükelleftir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki stopaj; gerçek kişi, dernek ve vakıflardan kiralanan işyerleri için söz konusudur. Bu bağlamda bir işyeri örneğin bir anonim şirketten kiralanmışsa, bu durumda kiracı stopaj değil KDV ödeyecektir. Ancak KDV bu yazının konusu olmadığından detaylı bilgi için “İşyeri Kiralamalarında KDV Nedir? başlıklı yazımı inceleyebilirsiniz.

Ayrıca kiralanan yerin işyeri olarak kullanılacak olması da stopaj uygulamasının olup olmadığını belirlemek adına kritik bir konumdadır. Bu kapsamda ticaret şirketleri, dernekler, vakıflar, kamu iktisadi teşekkülleri, ticaret ve serbest meslek erbabı gibi kişi/kurumlar stopaj ödemekle mükelleftir. Ancak bu kişiler yalnızca ticari ve mesleki faaliyetleri kapsamında kiraladıkları yerler için stopaj ödemekle mükellef olup örneğin bir avukat, ailesiyle oturmak için kiraladığı gayrimenkul için stopaj ödemez.

Hatırlatmak gerekir ki bir kiracı; eğer basit usulde vergilendirilen bir gelir vergisi mükellefi ise; kiraladığı işyeri için stopaj ödeme yükümlülüğü altında değildir.

Stopaj oranı brüt kiranın %20’sinet kiranın ise %25’idir.

Bu doğrultuda taraflar kirayı aylık net 1000 TL olarak kararlaştırmışlarsa 1000 TL işyeri sahibine, 250 TL ise stopaj olarak devlete ödenecektir. Ancak kira brüt üzerinden aylık 1000 TL olarak anlaşılmışsa bu durumda işyeri sahibine 800 TL, devlete ise 200 TL ödenecektir.

Sonuç olarak; işyeri kiralayacak olanlar, işyerini kimden kiralayacaklarına ve anlaşılan bedelin net mi brüt mü olduğuna dikkat etmelidirler. Zira net kiranın %25’i kadar olan kira stopajı, taraflar için ciddi bir maddi yük teşkil etmektedir. Eğer taraflar arasında anlaşılan bedelin net mi brüt mü olduğuna yönelik bir belirsizlik mevcutsa, meselenin o bölgedeki ticari teamüller uyarınca çözülmesi gerekmektedir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Kira Artışı Nedir?

Türk Borçlar Kanunu, mevcut kira sözleşmelerinde, kira ilişkisinin devri, kira sözleşmesinin kiracı tarafından kira süresi bitiminden önce haksız olarak feshedilmesi, sözleşmenin olağanüstü feshi, kira sözleşmesiyle bağlantılı sözleşme yapılması, kiracının depozito vermesi, kira bedelinin belirlenmesi, sözleşmede kiracı aleyhine düzenleme yapılmasının yasaklanması ve dava sebeplerinin sınırlandırılmasına dair düzenlemeler içermektedir.

“Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile, konut ve çatılı işyeri kiralarının döviz ile kararlaştırılması yasaklanmıştır”

Kira sözleşmesi yenilenen kiracılara ev sahiplerinin zam yapma hakkı bulunuyor. Ancak ev sahipleri istediği oranda zam yapamıyor. Tarafların kira dönemlerinde uygulanacak kira bedellerine ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında TÜFE’nin on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmeyecektir. Taraflar arasında yeni dönemde kira bedelinin artışına dair bir anlaşma olmaması halinde dahi yapılacak artış miktarı kanuni düzenleme uyarınca TÜFE’nin on iki aylık değişim oranını geçmeyecektir.

Kira sözleşmelerinde yapılacak artış bir önceki yılın TÜFE ortalaması ile sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte, ilgili sözleşmede, taraflarca daha düşük oranda bir artış yapılması öngörülmüş ise, kira artışı belirlenen oran üzerinden yapılabilecektir.

“Yasal kira artış oranı, kira sözleşmesinin dolduğu tarihi takip eden ayın açıklanan 12 aylık TÜFE ortalaması alınarak hesaplanıyor. Ev sahipleri bu oranın üzerinde artış yapamıyor. Ev sahipleri yasal oranı aşarak zam yaparsa kiracının bu duruma hukuksal yoldan dava açma hakkı bulunuyor”

İşyeri kira sözleşmelerinde alınacak güvence bedeline de (depozito) sınırlama getirilmiş olup, üç aylık kira bedelini aşamayacaktır. 01 Temmuz 2020 tarihinden önce alınmış depozito bedelleri ise geçerliliğini sürdürecektir.

“Ev sahiplerinin kiraya zam yapmadan önce, o ayın açıklanan zam oranını öğrenmesi ve yeni kira sözleşmesini buna göre hazırlaması gerekiyor. Eğer sınır aşılırsa, kiracı dava açabiliyor. Eğer kiracı, kendi isteğine göre bir bedel belirleyip mal sahibine ödeme yapıyorsa, mal sahibinin de aradaki farkı icra dairesi kanalıyla talep etme hakkına sahip oluyor”

İş yerlerinde enflasyona göre kira artışı uygulamasına 1 Temmuz 2020 yılında geçilecek. Tarih sonrasında işyerleri kiraları için yenilecek kontratlarda 12 aylık ortalama TÜFE oranı ele alınacak. Ancak şu aşamada kira sözleşmesinde belirtilen hüküm ya da mülk sahibinin isteği dikkate alınacak.

Kira ilişkisinin devri halinde ise kiracı, kiralayanın yazılı rızasını almadıkça kira ilişkisini devredemeyecektir. Ancak burada önemli nokta, kiralayanın haklı bir sebep olmadıkça bu rızayı vermesinden kaçınamamasıdır. Gerçekten haklı bir sebep olmadıkça, mal sahibi, kiralananın devredilmesine rıza göstermek zorundadır. Kira sözleşmesini devreden kiracının, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralan kiracıyla birlikte sorumlu olacağını belirtmek gerekir.

Kira sözleşmesinin, süresi bitmeden evvel haksız sebeple kiracı tarafından feshedilmesi halinde kiraya veren, kiralanan yerin yeniden kiraya verilebileceği süreyi göz önüne alarak, kiracıdan belli bir tazminat talep edebilecektir. Genellikle üç aylık bir tazminata hükmedilmektedir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Tutunamayanlar” Oğuz Atay

Tutunamayanlar, alışılmışın dışında bir romandır. Belirli bir olayı sergilemekten çok; izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle oluşur. Bu bakımdan, özetlenmesi güçtür.

Genç Mühendis Turgut Özben yakın arkadaşı Selim Işık’ın kendini bir tabancayla vurduğunu gazetelerden öğrenir. Olayın çok etkisinde kalır. İntiharın sebeplerini merak eder. Bu amaçla araştırmalara girişir. İlkin Selim’in arkadaşlarından Metin ve Esat’la görüşür. Metin kendisine şunları anlatır: Metin’in Zeliha adlı bir kızla ilişkisi vardır. Selim, kızın ona uygun düşmediğini söyler. Fakat Metin kızı bırakınca, bu kez Selim ona tutulur. Metin bunun üzerine yeniden kıza yanaşır. Kız ise bir süre sonra onlardan ayrılır, başkasıyla evlenir.

Esat da Selim için şunları söyler: Selim’i lise öğrencisi iken tanır. İlginç, zeki, oyuncu bir çocuktur. Çok kitap okur. Wilde’a hayrandır. Fakat Gorki’yi okuyunca onu sevmez olur. Esat’la oyunlar düzenlerler, birlikte eğlenirler.

Turgut Özben, Selim’in arkadaşlarından Kargı’yı bulur. Süleyman ona Selim’in yazdığı 600 dizelik bir şiir verir. Şiire göre, “Selim Işık tek ve Türk. Ve duygulu amansız/sabırsız ve olumsuz, yaşantısında cansız” sanılan bir kişidir.

Turgut Özben Selim’le ilişkisi olan Günseli adlı bir kızla tanışır. Günseli, Selim’e bir toplu gezintide rastlamıştır. Sıkıntılı ve asık suratlıdır. Onu avutmaya çalışır. Fakat Selim’in soru yağmuruna tutulur. O gün anlaşamazlar. Aradan bir ay geçer. Selim onu telefonla arar, buluşurlar. İlişkileri gitgide ilerler. Ne var ki, Selim evlenmeye yanaşmaz. Çok kuşkuludur, geleceğe güveni yoktur, inançsızdır, aile düzeninden de hoşlanmaz. Bağsızdır. Bir ara kendini içkiye verir. Çevreyle uyuşamaz. Sanki bir kafese kapatılmıştır. Hastalanır. “Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadığını düşünür. Günseli’ye bir mektup gönderir ve ardından intihar eder.

Selim, son günlerinde “Tutunamayanlar” üstüne bir ansiklopedi hazırlamaya girişir. Orada kendisine de bir madde ayırır. Bu maddede belirttiğine göre, Selim bir kasabada doğmuştur. Babası bir memurdur. Küçükken ağır bir hastalık geçirir. Altı yaşında ailesiyle büyük bir şehre göçer. Sabri adlı bir çocukla arkadaş olur. Okula gider. Uzun boylu olduğundan arka sıraya oturtulur. Sınıfta çok konuşur. Ortaokuldayken Pitigrilli’yi okur. Sonra kızlarla dolaşmaya başlar. O sırada Dünya Savaşı patlar. Askerliğini yaparken Kargı ile tanışır. Askerlik bitince açıkta kalır. Kimse ona sahip çıkmaz. Kendi kabuğuna çekilir.

Turgut Özben araştırmaları sırasında yavaş yavaş kendi benliğini tanır: O da tutunamayanlar biridir. Kendini o zamana değin birtakım törelerin, alışkanlıkların yönettiğini sezer. Gitgide bağsızlığa doğru kayar. Evinden ayrılır. Bir trene binip gider. Gözden kaybolur.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” İlber Ortaylı

“Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Ben hep yerimde dursaydım, dünyamı değiştirecek insanları aramasaydım, bugün tanıdığınız ben olmazdım. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır.”

– İlber Ortaylı

Bir Ömür Nasıl Yaşanır kitabı, gazeteci Yenal Bilgici’nin İlber Ortaylı ile yaptığı söyleşilerden oluşur. Yetmiş bir yaşında akademik kariyeri tartışmasız olan İlber Ortaylı’nın kimden ne öğrenilir? İnsan kendini nasıl yetiştirir? Nasıl seyahat edilir, neleri görmek gerekir? gibi bölümlere ayrılmış konuşmalarında gençlere, yaşlılara, öğrencilere, emeklilere, yolun başındakilere kısaca hayatın tadını çıkarmak isteyenlere yönelik henüz daha vakit varken yapmalarını önerdiği tavsiyeler yer alır.

Gazeteci Bilgici, derlediği bu kitapta İlber Ortaylı’ya yer vermesinin sebebi olarak; yaşadıklarından öğrenmeyi bilen, bu bilgiyi etrafına rahatça aktaran ama en önemlisi bunu yaparken nabza göre şerbet vermeden, açık yüreklilikle ne gerekiyorsa onu söyleyen başka kimsenin olmadığını söyler. Çünkü benzersiz tecrübesi, gözlem gücüyle birçok yol göstereceğinden, verimli insanların yetişmesine katkıda bulunacağından emindir.

İlber Ortaylı hayatımızı temel olarak dörde ayırır: “12-25 arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası. İyi bir yaşam için, her bir dönemde tamamlamamız gereken bazı işler, edinmemiz gereken bazı alışkanlıklar vardır. Bunlar verimli, güzel bir ömür sürmenin anahtarlarıdır,” der.

Kendisinin dikkat etmediğini söyleyerek herkesin sağlığına dikkat etmesi gerektiğini vurgular. İyi bir yaşam sigara içenlere bırakmasını, içki içenlere azaltmasını, yağlı yemeklerden vazgeçilmesini ve hafıza için hikaye ve roman okunmasını tavsiye etmektedir.

Hayatı boyunca hep okuduğunu mu yoksa eğlenceye de vakit bulduğunu mu soran gazeteciye, her şeye herkes kadar vakit bulduğunu söyler ama bugünkü aklına sahip olsaydı hem Doğu’yu hem Batı’yı öğreten bir üniversite de okuyacağını sonra da İtalya ev İran’da uzunca araştırmalar yapmak istediğini ekler. Her ne kadar İtalya’da bir İlber Ortaylı olamayacağını düşünse de muhtemelen yine iyi bir uzman olacağını dile getirir.

Kimsenin sizi bulmasını beklememeniz gerektiğini, nitelikli insanları sizin kendinizin arayıp bulmasını söyler çünkü kendi bizzat iyi hocalardan eğitim almak için uğraşmıştır. Kimse gelip onu keşfetmemiştir.

Özellikle 25-40 yaşları arasında sahip olanın kötü alışkanlıkların kişiyi fazla yıprattığını ifade eder. O yüzden sigara, alkol bağımlıkları terk edip yerine çok okumayı, gezmeyi, yeniden öğrenmeyi, dil dahil tüm eksiklikleri gidermenizi tavsiye eder. Çünkü insanların hangi alanda çalışıyorsa çalışsın eserlerini bu yaş aralığında vermeye gayret etmesini önerir.

Eğitime büyük önem veren İlber Ortaylı Hoca, umutsuz olmamız gerektiğini eğitimi kurtarmak için çareler olduğunu söyler. Bunun yolunun da daha iyi okullar kurarak, daha elit öğretmenler yetiştirerek ve nitelikli imtihanlar yapılarak olacağını vurgular.

Hem çalışmalarından, hem eğitim hayatından ve yer yer anılarına değinerek ilerleyen kitapta öğretmenlere büyük iş düştüğünü çünkü model olarak öğretmenin alındığını söyler. Bu yüzden öğretmenler için, “anlattıklarıyla bir dünya kurarlar. Öğretmen iyiyse toplumu kurtarır,” der.

On beş yaşın bir sınır olduğuna ve önemine değinir. Her ne öğrenilecekse; lisan, piyano, marangozluk bu yaşa kadar olması gerektiğini çünkü on beş yaşından sonra hiçbir şeyin hakkınca öğrenilemeyeceğini anlatır.

Aile eğitimi konusunda da yorum getiren Ortaylı, çocukların ne fazla övünmesini ne de fazla yerilmesini uygun görmez. Dahi gibi bahsedilmesinin ya da sürekli yerilmesini tehlikeli olacağını söylerken sadece yanında olmanın yeterli olacağını söyler. Yeni nesil gençlerin içlerinde terbiyesiz, şımarık, sorumsuz ve dengesizlerin mevcut olduğunu anlatır ve ciddi anlamda uyarır: “çocuklarınızı hayatın zorluklarına realist bir şekilde hazırlayın. Türkiye’ de dayanıksız, hayata hazırlıksız, en küçük güçlükte tökezlemeye meyilli çocuklar yetiştiriliyor.” Artık her şeyin parayla halledebileceğini zannedenlerin çok olduğunu ve bunun tam bir görgüsüzlük olduğunu da ekler. Eğitimin satın alınacak bir şey olmadığını, tüm eğitimi sadece okulun veremeyeceğini, çocukları yokluğa, zorluğa, mahrumiyete ailenin hazırlaması gerektiğinin altını çizer.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi : “Vişne Bahçesi” Anton Çehov

Anton Çehov ve Vişne Bahçesi  Hakkında

Tıp, nikahlı karım benim, edebiyat ise metresim. Birine kızarsam, geceyi öbürüyle geçiriyorum. Bu davranışımı belki biraz uygunsuz bulabilirsin, ama en azından sıkıcı değil. Hem zaten, benim bu ikiyüzlülüğümden ikisinin de bir şey kaybettiği yok!

Çehov tarzı denilen öyküleri ile daha çok tanınan Çehov, aynı zamanda önemli tiyatro metinleri de yazan bir yazardır.  Çehov’un “Vişne Bahçesi” adlı tiyatro eseri yazarın son ve en önemli oyunu olmaktadır

Vişne Bahçesi, Anton Çehov’un (1860–1904) yazmış olduğu ve en çok ilgi gören komedi tarzındaki tiyatro oyunudur.

Vişne Bahçesi, ilk kez  17 Ocak 1904 tarihinde Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Stanislavski tarafından sahneye konmuştur. Bu oyunun tarzının komedi mi yoksa trajedi mi olduğu konusunda tartışmalar da çıkmış, Çehov bu eserinin “ komedi, hatta fars” olduğunu iddia ederken Stanislavski oyunu “trajedi” olarak kabul etmekte ısrar etmiştir

1880 – ‘Kızböceği’ adlı ilk öyküsü ile öykücülüğe başlayan Anton Çehov ( 1860 – 1904) kısa süren hayatına rağmen  dünya edebiyatında öykü tarzı geliştirmeyi başaran iki öykücüden biridir.  Çehov Tarzı denilen durum kesit hikayeciliğinin öncüsü olan Çehov öykülerinde vakayı önemsizleştirerek bir anlık duygu, gözlem, heyecan ve düşünce sonrasında oluşan ve gelişen konularda hikayeler yazmış, başı ve sonu olmayan öyküler kurgulamıştır.

Oyun, büyük ölçüde Çarlık Rusya’sını sosyal yapısına , değişen sosyo – ekonomik hayatına, yükselmekte olan burjuva hayatı ile birlikte yok olmaya başlayan aristokrat kesime getirdiği ince göndermeler ve sembolik göstergelerle gönderdiği imalar ile dikkati çekmiş,  bu nedenle oyunun bazı bölümleri Çarlık Rusya idaresi tarafından sansürlenerek yayımlanmasına izin verilmiştir.

Oyunun odak noktası olan vişne bahçesi eski, feodal yaşamın bir simgesi olarak öne çıkmış,  yükselen burjuva mantığı kazanç getirmeyen bahçenin kazanç getiren bir hale dönüşmesini sağlamıştır.  Şu halde kesilen vişne bahçesi çöken feodal yapıyı ifade etmekte, burjuva kesiminin ise yükselişini de işaret etmektedir.  Vişne bahçesinin yaşaması veya kazançlı bir iş için yok edilmesi feodal yapıdan burjuva mantıklı yapıya geçişi simgelemektedir.

Yazar bu oyunun Orman Cini ve Martı  adlı oyunlarının başarısızlığı akabinde yazmış bu oyunlarda arzu ettiği ilgiyi göremeyince bir daha oyun yazmamaya karar vermişti. Ancak Martı adlı oyunu ikinci kez sahnelendiğinde büyük ilgi görmüş ve Vanya Dayı adlı oyunu da ilgi görünce Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi adlı oyunlarını da yazmaya karar vermişti.

OYUNUN ÖZETİ 

Yıllardır Paris’te bulunan Lubov Andreyevna sevgilisi tarafından aldatılıp bir sürü de borca girince borçları karşılığında satışa çıkan evini ve vişne bahçesini kurtarmak için Rusya’ya dönmüştür.

Aristokrat bir sülalenin son fertleri olan Ranevskaya ailesi üretmeyi unutmuş ama tüketme alışkanlıklarına devam eden bu nedenle de servetlerini tüketmiş insanlardan oluşmaktadır.  Aile artık çok borçlanmış,  ellerinde kalan son servetleri ise vişne bahçesiyle çevrili çiftlikleridir. Fakat borçlarından ötürü bu çiftliğin de satılması söz konusu olmaya başlamıştır.  Aile fertleri karınlarını doyuracak para bulamazlarken parti vermekten geri durmak istememektedirler. Sürekli  parlak geçmişlerini hatırlamakta ve anmakta ama ellerinde kalan son varlıklarını da korumak için bir adım atamamaktadırlar.

Eskiden fakir bir köylünün oğlu olan ve bu ev ile çiftliğin bir çalışanı olan Lopahin ise artık zengin bir tüccar olmuş, hiçbir işe yaramayan bu vişne bahçesini alarak para kazanmayı kafasına koymuştur.

Aile fertleri eskiden beri devam eden alışkanlıklarını sürdürmekte, üretmekten ve çalışmaktan haberleri olmayan bir biçimde yaşamaya devam etmektedirler. Çiftlik sahipleri hala çocukluk anıları ve alışkanlıkları ile yaşamakta, çalışmaya, üretmeye ve ticarete dayalı yeni hayata kendilerini adapte edememektedirler.  

Dış dünyadaki değişimlerden habersiz bu insanlar dışa dünyaya kapılarını kapatmış, ellerinde kalan servetlerinin en son artıklarını tüketmek ile meşgullerdir. Oysaki dış dünyadaki değişim ve gelişimler sadece vişne bahçelerini değil,  eskiden beri devam eden yaşama biçimlerini de ortadan kaldırmaya başlamıştır. Ama onlar gelişmelerden habersizce yaşamakta hayatlarını hep bu şekilde devam ettirebileceklerini zannetmektedirler

L. Andreyevna ve kardeşi evi kurtarmak için çözüm aramaktadırlar. Lopahin onlara vişne bahçesinin ağaçlarını kestirip arsa üzerine yazlık yapmalarını ve yazlığı kiraya vermelerini önerir. Ama onlar önerilen bu çözümü de kabul etmezler. Lakin en sonunda vişne bahçesi de satılır ve  Lopahin çiftliğin yeni sahibi olur.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Semerkant” Amin Maalouf

Alpaslan 1071 yılında Malazgirt savaşıyla Bizanslıları bozguna uğrattığı zamanlarda İran Sultan’ı Nasır Han’ın kızından dokuz çocuğu vardı. Fakat bu akrabalık ilişkileri kimseyi aldatmaz; Alpaslan’ın bir gözü, Acem krallığının en önemli kentlerinden biri olan Semerkant’taydı. Bizanslılar karşısındaki zaferinden sonra Semerkant’a bir korku düşmüştü, çünkü sıranın kendilerine geldiğini biliyorlardı. Aslında ilk sıra hep bu kentteydi; Semerkant, Buhara ve İsfahan kentleri o dönemde tüm dünyanın hem kültür, hem bilim, hem ticaret merkezleriydi. Alpaslan sadece, Bizanslılarla takıştığı için rotasını değiştirip Anadolu’ya gitmişti. Şimdi asıl önemli olan kente doğru sefer başlamıştı.

Ancak Semerkant seferi Alpaslan’ın ölümüne neden olacaktı çünkü yol üzerindeki bir kale kuşatmasında direniş gösteren Harzemli Yusuf, kıyafeti içine sakladığı bir hançerle onu öldürdü. Alpaslan bu direnişçinin kim olduğunu merak edip onu huzuruna çıkarmasaydı durum farklı olurdu kuşkusuz. Yusuf, Alpaslan’ın huzuruna iki büklüm çıkartılmış ama gururlu Yusuf, kendisine efemine deyince Alpaslan sinirlenip okuna davranmış, fakat sinirinden eli titrediği için olsa gerek hedefi tutturamayınca Yusuf hızlı davranıp Alpaslan’ı hançerlemeyi başarmıştı. Alpaslan dünyanın en büyük devlet adamlarından biri olarak adını tarihe yazdırabilecekken onun bu özelliği hem ününe hem hayatına mal oldu. Dokuz çocuğuna rağmen, kadınlara az ilgi gösterir diye düşmanları tarafından isim takılmıştı ve efemine tavırları yüzünden, haklı ya da haksız, bu ünü, henüz başlayan parlak saltanatına bir anda son verecekti.

Alpaslan’ın beklenmedik ölümü Semerkant’ta bayram havası yarattı. Acemlerin Sultan’ı Nasır Han, çok sevinmekle beraber sevindiğini gösteremiyordu çünkü karısı, Alpaslan’ın kızıydı. Selçuklu krallığına bir taziye heyeti hazırladı. Bu taziye heyetinde Ömer Hayyam’da bulunuyordu. Taziyeleri kabul eden Alpaslan’ın büyük oğlu Melikşah onyedi yaşındaydı ve ziyaretçilere nasıl davranması gerektiğini, “ata” diye hitap ettiği Nizamülmülk ona söylüyordu.

Nizamülmülk’ün bir düşü vardı: En güzel, en zengin, en istikrarlı, en iyi korunan devleti kurmak istiyordu. Her eyaletin, her kentin, içinde Allah korkusu olan, adil, vatandaşlarının şikayetlerine kulak veren yöneticilerce yönetilmesini istiyor, kurt ile kuzunun yanyana su içebileceği bir devlet düşlüyordu. Taziye kabulunda Ömer Hayyam’ın kulağına onu yanına beklediğini söylemişti çünkü Nişapurlu Ömer’in gökbilimci, matematikçi, tıp bilimcisi olarak sınırları aşmış bir ünü vardı ve Nizamülmülk’ün düşlediği devlette ona ihtiyaç vardı. Nizamülmülk, ondan, günümüzde istihbarat teşkilatı olarak adlandırabileceğimiz bir sistemi kurmasını istemişti. Fakat Ömer Hayyam kendisine verilen teklifin kendisine uygun olmadığını, yolda tanıştığı genç arkadaşının bu vasıflara daha çok uygun düştüğünü söyleyerek Rey’li genç arkadaşı Hasan’ı Nizamülmülk’e önerdi.

Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ten iş istemek için yola koyulduğunda böyle bir mevki aklında yoktu kuşkusuz. Ancak yolda bilgelerin bilgesi Ömer Hayyam’la karşılaştığında Tanrı’nın kendi yanında olduğunu anlamış olmalı; hele ki Nizamülmülk’ten istihbarat teşkilatı kurması için görev verildiğinde kendisinin seçilmiş biri olduğuna inancı tamdı.

Hasan Sabbah büyük Acem krallığının düşünü kuruyordu ve krallıkta Nizamülmülk gibi Türklere uşaklık yapan Acem döneklerin hiç yeri yoktu. Yıllar sonra, kendiside Melikşah’ın Selçuklu Devletinde hizmet alan bir Acem döneği olmakla kendini suçlayacaktı. Ama o sırada düşündüğü bu değildi. Melikşah’la yaşıttılar; on sekiz yaşında iki iyi arkadaş oldular. Hükümdarı kazanmak önemliydi. İlk iş olarak Nizamülmülk’ü devre dışı bırakmaya çalışması, kendi sonunu hazırladı. Nizamülmülk ondan daha tecrübeli biriydi kuşkusuz; Hasan hazine konusunda üzerine aldığı bir işi “raporumu tamamladım” diyerek Melikşah’ın karşısına çıktığı vakit elinde tuttuğu sayfalarda tam bir tutarsızlık ve karmaşa gördü çünkü birlikte çalıştığı adamların Nizamülmülk tarafından aleyhte kullanılması çok kolaydı. Melikşah Nizamülmülk’ten kuşkulanamazdı; Hasan Sabbah’ı ölümle cezalandırdı ancak o dakikada hükümdarı sürgün cezasının yeterli olacağına ikna ederek Hasan Sabbah’ı ölümden kurtaran yine Ömer Hayyam oldu. Kaşan kentindeki konakta ilk tanışmalarında Hasan mevcut tüm kitapları ezberden okuyan ve kendisini etkilemiş bir bilgindi; kendi eliyle Selçuklulara getirdiği, arkadaşlık ettiği birinin ölümüne razı olmazdı.

Hasan sürgünden yedi yıl sonra kendine essasin (aslolan; gerçekçi) diyerek Acem krallığında bir derviş olarak ortaya çıktı. Nasır Han ölmüş yerine oğlu Ahmet geçmiş ve Hasan’ın bilgeliğinden etkilenmişti. Selçuklulara ise Melikşah ile veziri Nizamülmülk hükmetmeye devam ediyordu. Nizamülmülk için Hasan’ın ortaya çıkışı açık bir tehditti. Kendi istihbaratı ona Hasan’ın yakalanmasının an meselesi olduğunu söylüyordu ama Hasan hiçbir zaman ele geçirilemiyordu. Bu sayede hem Hasan’la karşı karşıya gelme fırsatını yakalamış olacak hem de Semerkant’ı Hasan’ın sapkın düşüncelerinden kurtaracaktı. Ancak Melikşah’ın karısı Terken Hatun, önünde bir engeldi. Terken Hatun, Semerkant’ı yöneten Nasır Han kardeşiydi ve şimdi başta olan Ahmet’te onun yeğeniydi.

Nizamülmülk’ün Terken Hatun’a, Hasan’ın Ahmet’i kandırdığını ve sefere çıkması gerektiğini söylemesi inandırıcı olmazdı; çareyi Hasan ile Ahmet’in sıkı arkadaş olduklarını gizlemekte buldu. En iyisi bu arkadaşlığı gizlemek ve onların birbirlerine düşman olduklarını söylemekti çünkü Terken Hatun kardeşinin soyunun Semerkant’ta hüküm sürmesinin Selçuklu saray kadınları arasında kendine yarattığı ayrıcalığın farkındaydı ve bu avantajı kaybederse Selçuklulara varis olarak kendi oğlunu bırakması güçleşirdi; Melikşah’a sefere çıkmasını ve yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarması gerektiğini kendisi söyledi. İki haftalık savaştan sonra Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıktı ve Selçuklu hanedanı ile arasındaki ilişki onarılmaz bir biçimde bozuldu. Hasan ise bu olaydan önemli bir ders alarak ucuz kurtulmuştu; artık hükümdarları kazanmaya çalışmayacaktı. Bundan böyle onların tam karşısında olacaktı. Dünyanın ilk terör örgütü Essasinler böylece kuruldu.

Hasan’ın, dünyanın ilk istihbarat teşkilatını yönetmiş biri olarak, bu terör örgütü için idari tecrübesi vardı, insanları etkileme ve yöneticilik derslerini sürgünde olduğu yıllarda Kahire’deki El Ezher medresesinde almıştı.Kısa zamanda kendilerine “dinin gerçekçileri” diyen essasinler, hükümdarların, valilerin, kadıların ölesiye korktukları bir örgüt oldu. Karşılarında hissettikleri ise sadece çaresizlikti. Çünkü essasinler ölmekten korkmuyorlar, eylemden sonra hiçbir yere kaçmıyorlardı. Bu yüzden onların haşhaşla kafayı bulmuş olduklarına inandılar, Hasan’ın bu adamları haşhaşla kontrol altında tuttuklarını söylediler. Bu terör örgütüne Haşhaşinler dediler.

Haşhaşinlerin lideri, Hasan Sabbah adıyla kendinden sonraki kuşaklara bile korku salmaya devam etti. Oysa Haşhaşinlerin haşhaş kullandığı iddiası yalandı. Hasan Sabbah Nizamülmülk’e ikinci kez yenildikten sonra, artık Selçuklu ve Acem krallıklarında gizlenme ihtiyacı duymamış; kartal yuvasını andıran sarp kayalıklardaki Alamut kalesini alarak kendilerine üs edinmişlerdi. Hasan Sabbah bu kaleden tüm Acem ve Selçuklu hükümdarlarına korku salmaya devam etti. Bu örgütün üyeleri eylem yapacağı kişiyle arkadaş olurlar, onların dilini şivesine kadar önceden çalışırlar, hiç dikkat çekmezler ve en umulmadık zamanda hançerini çıkartıp öldürürlerdi. Böylesine planlı bir çalışma ve ölüme karşı duyulan özlem, haşhaşla değil; inançla açıklanabilirdi. Haşhaşinlerin çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu. Hasan Sabbah, kalesinde içki ve müzik dahil her türlü eğlenceyi yasaklamış biriydi. Kalesinden hiç çıkmaz tüm zamanını kendi hazırladığı, doğunun en eşsiz kütüphanesinde geçirirdi. İstihbarat kaidelerince kalesini yönetirdi ve cezaları açık ve sertti. Yalan yanlış bilgileri bile derhal cezaya bağlardı. Haklarındaki ihbarlar yüzünden iki oğlunu öldürmüştü. Dinsizlikle suçlana oğlunun ikiyüzelli yandaşını öldürtmüş ve diğer ikiyüzelli yandaşınıda arkadaşlarının cesetlerini sırtlarında taşıtarak kaleden kovmuştu.

Nizamülmülk ise Selçuklu Hanedanıyla arası açıldıktan sonra “Siyasetname” sini yazmaya koyulmuştu. Kitabını yetiştirmeye çalışıyordu çünkü Bağdat seferine katılması gerekiyordu. Nizamülmülk o günlerde rüyasında peygamberi gördü. Peygamber rüyasında şöyle demişti ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; kendi ölüm tarihini seçme hakkını sana veriyorum.” O da “Ben Melikşah’ın doğduğunu, bana baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana gösterme.” diyerek yanıt verdi. Peygamberde bunun üzerine Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini kendisine müjdeledi. Nizamülmülk bu rüyayı Melikşah’a anlattığında belki Melikşah bu tehditten yılmış olabilir ama Terken Hatun, planı çoktan yürürlüğe koymuştu. Nizamülmülk Alpaslan’dan bu yana Selçuklu Hükümdarlığının temel direği olmuştu ve ülkeyi ikiye bölecek kadar güçlüydü. Terken Hatun onu açıkça öldüremezdi. Bunun için Hasan Sabbah’ı kullanmaya karar verdiler. Nizamülmülk’ü bir Haşhaşin Bağdat seferi sırasında hançerledi. Haşhaşin kaçmadı doğal olarak, oracıkta onun da boğazını kestiler. Nizamülmülk Bağdat Seferinin kendi ölümü için hazırlandığını bilecek kadar tecrübe sahibiydi ama umursamıyordu çünkü mide kanserinden dolayı günleri sayılıydı ve de siyasetnamesini bitirmişti. Bu kitap batı dünyası için Macciavelli’nin Prens’i neyse, doğu içinde öyle olacaktı.

Nizamülmülk’ün adamları sözünde durdular ve Melikşah’ı kırk gün içinde zehirleyerek öldürdüler. Melikşah kendinden önceki tüm Türk sultanlar gibi hükümdarlık için varis bırakmadı. Terken Hatun’un üç oğlu vardı. İlk iki oğlunu sırayla Melikşah’a varis seçtirmişti ama bu çocuklar anlaşılamaz nedenlerle öldüler. Terken Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşında olduğu için Melikşah diğer saray kadınlarının baskısıyla bu bebeği varis ilan edememişti. Melikşah’ın hayatta kalan büyük oğlu Berkyaruk başa geçti. Terken Hatun Berkyaruk’u öldürmek için yeterince vakit bulamadı; adamları Berkyaruk’u esir aldıklarında kendiside Nizamülmülk’ün adamları tarafından öldürülmüştü.

Hasan Sabbah Alamut kalesinde 80 yaşında öldüğü vakit, varis bıraktığı imam onun odasına girmeye korkmuştu. Bu korku öylesine güçlüydü ki iki kuşak sonrasında bile Alamut’taki tüm yasaklar sanki Hasan Sabbah hayattaymış gibi devam ediyordu. Ancak üçüncü kuşak veliahtı kurtarıcı ilan edebildiler. Bu veliaht kendisinin beklenen kurtarıcı olduğunu söyleyerek Alamut tahtına çıktı ve artık imtihan zamanının dolduğunu, tüm yasakların kalktığını, şeriat zamanının bittiğini ve artık cennet zamanına geçildiğini söyleyerek Haşhaşin tarikatına son verdi. Peşisıra Moğol istilası başgösterdi. Alamut Kalesine, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya, tüm bu kentlerin zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren, Cengiz Han’ın yakıp yıkan Moğol istilası oldu.

Amin Maalouf, Semerkant adlı kitabında, doğu’nun günümüze hiçbir miras bırakmadığını tüm bu hikayenin sonuna ekler. Yazar, kitabında Ömer Hayyam’ın dörtlüklerini yazdığı Rubaiyyat adlı eserini aramaya çıkan bir Amerika’lıyı başrole koyarak hikayelerini anlatır. Bu Amerikalı, Hayyam’ın dörtlüklerinde gezinirken, okuyucuda onunla beraber, binbir gece masallarına konu olan doğunun tüm ihtişamını yeniden yaşar. Rubaiyyat kitabı Titanic’le birlikte denizin dibine gömülür. Hiçbir miras bırakmamak doğunun kaderidir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi : “Fahrenheit 451” Ray Brandbury

1953 yılında kaleme alınmış distopya türünde bir romandır. Roman yazıldığı tarihten 500 yıl sonrasını anlatır. Geleceğin Amerika’sında, itfaiyecilerin görevinin söndürmek olmadığı, kitapları yakmak olduğu bir zaman dilimi. Gelecekte artık yanan şeyler evler, arabalar ya da maddi şeyler değildir. Daha manevi olan, ruhumuzu besleyen ve tam olarak bu nedenden dolayı da yakılan kitaplardır.

Guy Montag adındaki itfaiyeci işini seven biridir. Yanmayan evlerin icadından sonra itfaiyecilere yeni bir görev verilmiştir. Kitapları yakmak görevi.

Montag yirmi yaşından beri on yıldır kitap yakıyordur. Öyle eski ve işe yaramayan kitapları değil, tüm kitapları. Çünkü kitaplar insanların düşünmelerine, eleştirmelerine ve sorgulamalarına neden oluyordu.

Montag, yıllarca gecenin bir yarısında yola çıkışını, alevlerin kitapları tutuşturup yok etmesini hiç sorgulamadan işine devam eder. Çünkü kitapları yakmakla toplumun mutlu olmasını sağladığını düşünmektedir. Bundan da zevk almaktadır. Çünkü şiirler acıdır, romanlar insanı düşünmeye zorlar. Oysa düşünmeyen eğlenen insanlar mutludur.

17 yaşındaki Clarisse adlı genç kızla karşılaşana dek yaptığının aslında nasıl bir yanlış olduğunun farkında değildir. Bir gece yarısı itfaiye merkezinden çıkıp, evine giderken bu kızla karşılaşır. Kızın aslında kendilerinin komşusu olduğunu anlar. Yolda sohbet ederler. Kız, yavaş yavaş onu düşünmeye sevk eder. Yaktığın kitapları hiç okuduğun oldu mu? diye sorar. Montag, bunun yasaya aykırı olduğunu söyler.

Daha sonraki günlerde kız, Montag’ı iyice düşünmeye ve sorgulamaya alıştırmıştır. Bu aşamadan sonra Montag’ın hayatındaki bütün yanlışlar doğrularla yer değiştirir. İşini, eşini, yaşayışını yeniden değerlendirir. Sorguladıkça hatasını anlar, anladıkça ise değiştirmek için çaba sarf eder.

Artık kitapları yakmak istememektedir. En son yakmak için gittiği evden kurtardığı kitapları gizlice evine getirir. Karısı kitabı bulur. Montag, karısı Mildred ile kitaplar arasında bağ kurmak ister. Montag bu yolda yalnız olduğunu, eşinin tek mutluluğunun televizyon olduğunu fark eder.

Sadece eşi değil, herkesin evinde duvarların tamamını kaplayan televizyonlar yer alır. Bu televizyonlar aracılığıyla, insanları aptallaştırıp uyuşturmak için tek kanallı ve sürekli bir takım öğütler veren yayınlar yapılmaktadır. Televizyon yayını başladığı anda hipnotize olmuş gibi herkes yayında yer alan bilgileri tekrarlamaya başlar. Bu şekilde son derece itaatkar bir toplum modeli ortaya çıkar.

Montag, karısının kitaplara zarar vermemesi ve kendisine yardımcı olması için adeta yalvarır.

Monatg, aynı şeyi evinde toplanan komşu kadınları için de yapar. Onlara kitabın zararlı olmadığını göstermek için, bir şiir okur. Karısı ve diğer kadınlar bu şiirden çok rahatsız olup ve Montag’ı itfaiye şefine şikayet ederler. Şef gelir ve Montag’ın evini yakar. Bu yakma esnasında Montag, bir fırsatını bulup, ateş püskürten hortumu itfaiye şefine tutar ve onu öldürür. Böylece kendisini ve kitaplarını kurtarıp oradan kaçmayı başarır.

Bundan sonra Montag’ı uzun ve sıkıntılı bir yolculuk bekler. İlk önce, eskiden tanıştığı Profesör Faber’in yanına gider. Ona çaldığı bir İncili verir ve kendisine anlamını öğretmesini söyler. “Beni eğitmen için sana ihtiyacım var” der. Faber, onu kitaplar konusunda, toplumun geldiği nokta konusunda aydınlatır.

Daha sonra tekrar yola koyulur. Zor şartlarda kaçmaya çalışır, çünkü onu takip edip öldürmek için tüm şehir ayaktadır. Kendisi gibi kaçıp saklanan bir gruba rast gelir. Bu grup, kitapların kaybolmasının önüne geçmek için, önemli kitapları tek tek ezberlemişlerdir. İçlerinden birisi şöyle der: “Biz de kitap yaktık. Kitapları okuruz, sonra bulunmalarından korkarak yakarız. Mikrofilme çekme işe yaramıyor. En iyisi onları, kimsenin şüphelenip bulamayacağı yaşlı kafalara saklamak. Hepimiz tarih, edebiyat, uluslararası hukuk, Byron, Tom Paine, Machiavelli veya İsa’nın bölümleri ve parçalarıyız.”

Amaçları, ihtiyaç duyulan bilgiyi, dokunulmamış ve temiz olarak saklamaktır. Bunun için saklanmaktadırlar. Eski yollardan giderek, geceleri tepelerde yatmaktadırlar. Çünkü eğer onlar yok olurlarsa bilgi de yok olacaktır.

Bunlar kendilerini örgüt olarak adlandırmaktadırlar. Örgütün esnek bir yapısı olduğunu söylerler. Yakalanmamak için yüzlerine ve parmaklarına plastik ameliyat yaptırırlar.

Bu arada polis onun izini kaybetmiş ve hiç alakası olmayan birini oymuş gibi televizyonda göstermek için öldürürler ve yayınlarlar. Artık Montag ölü biridir.

Bu sırada şehirde savaş çıkar. Bilgilerini birbirine anlatan ve bu şekilde bilgilenen grup savaştan geriye kalanlara yardım etmek için şehre doğru yola çıkar.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Ekim 2020 Konut Satış Verileri Ne Anlatıyor?

Ekim ayı verilerine göre, geçen ay Türkiye genelinde yaklaşık 120 bin konut satışı gerçekleşti. Haziran ve Temmuz aylarında 190 bin ve 230 bine kadar yükselen satışlar sonraki üç ay boyunca düşerek 120 bine indi. 

Ekim ayında satışlar 2019 Ekim ayının yüzde 16 gerisinde iken önceki aya göre yüzde 14 düştü.

Uzun vadeli ortalamalara göre Türkiye’de aylık ortalama konut satışı 110 bin civarında seyrediyor. Covid-19 nedeniyle Nisan ve Mayıs’ta sert şekilde düşen satışlar, sosyal kısıtlamaların esnetilmesi, faizlerin düşürülmesi ve alternatif yatırım araçlarının azalması nedeniyle Haziran’dan sonra yeniden artışa geçmişti. 

Önceki iki ayda yapılamayan satışların da eklenmesiyle Haziran ve Temmuz’da toplam 420 bin, yani 4 aylık satışa denk, konut satıldı.


Bu süreçte özellikle ikinci el konut satışlarındaki yükseliş, ilk el satışlara göre çok daha yüksek düzeylere ulaşmıştı. Uzun yıllardan beri Türkiye’de yapılan ikinci el konut satışlarının sayısı 60 bin civarında seyrederken, Haziran-Ağustos döneminde ortalama 140 bine çıktı.  Temmuz ayında toplam konut satışları 230 bin ile rekor kırarken, ikinci el konut satışları da 161 bin ile en yüksek düzeyine çıkmıştı.

Açıklanan Ekim verileri, geçen ay 82 bin 598 konut satıldığını gösterdi. Satışlar geçen yıla göre yüzde 11 düştü. İlk el konut satışları Ekim’de yüzde 26 düşüşle 37 bin civarında gerçekleşti. 

Uzun vadeli ortalamalara göre her ay 50 bin civarında yeni konut satışı yapılırken, bu sayı 2019’daki durgunluk döneminde 35 bin civarına inmişti. 2020 yazında toplam konut satışları tarihi seviyelere yükselmesine rağmen, ilk el satışlardaki artış sınırlı kalmıştı. 

İlk el satışların ortalamaların altında seyrediyor olmasında, konut bolluğu, ekonomideki durgunluk, geleceğe yönelik belirsizliklerin artması, kurlardaki yükselişin bütçeleri etkilemiş olması gibi pek çok faktör etkili.


Son dönemde ipotekli satış verilerinde çok ciddi iniş ve çıkışlar yaşandı. Aylık 5 bin satış yapıldığı da oldu; 130 bin de.


İpotekli satışlar ile konut kredi faizleri arasında ters yönlü ve güçlü bir ilişki var. Faizler düştükçe, benzer bir kalıpla satışlarda artış görüyoruz. Bunu aşağıdaki grafikte de görüyorsunuz. Simetrik bir ters ilişki var. Ta ki 2020’ye kadar. 

2020 ortasındaki konut satışlarında sıçrama daha önce hiç yaşanmamış bir örnek olduğu için bu kalıba uymuyor. Ancak yine de son aylarda faizlerin yeniden yükselmeye başlaması, kredi bolluğunun azalması nedeniyle ipotekli satışlar yüzde 49 düşüşle 25 bin 566 olarak gerçekleşti.

Son olarak; önümüzdeki aylarda satışlarda yavaşlamanın devam ettiğini göreceğiz. Bunu olumsuz bir işaret olarak algılamamak gerekir. Son iki yılda yaşanan iniş-çıkış döneminin bitmesi ve satışların uzun vadeli ortalamalarına geri dönmesi olarak bakmak daha doğru olabilir. 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Yeni Kısıtlama Döneminde Coronavirüs Kira Sözleşmelerini Nasıl Etkileyecek?

01 Mart-30 Haziran arasında kira bedeli ödeyemeyen işyerleri için tahliye edilemeyeceği ve sözleşme feshine gidilemeyeceği düzenlemesi getirilmişti. 

Türk Borçlar Kanunu’nun 313. maddesine göre “Kiracı, kira bedelini ödemekle yükümlüdür.”  Kira borcu bir para borcu olup kiracının kira bedelinin ödenmemesi veya kira borcunun imkansız hale gelmesi hukuken mümkün değildir. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. Sayılı ve 27.06.2018 tarihli kararına göre mücbir sebep şudur: “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, SALGIN HASTALIK gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.” 

Burada ilk konu mücbir sebep hali olan Covid 19/Corona virüs halinin işyeri veya konut sözleşmelerini doğrudan etkilemesi gerekliliğidir. Örneğin ekonomik durumu yerinde olan bu salgın nedeniyle işini kaybetmemiş, iş yerini kapatmamış bir şahsın konut kirasının mücbir sebep nedeniyle uyarlanmasını istemesinin mümkün olmadığını düşünülebilir. Yine mevcut salgın hastalık dönemi içerisinde iş yerini hiç kapatmamış hatta insanların evlerinde olmaları nedeniyle daha fazla ciro yapan bir lojistik firmasının işyeri kira sözleşmesini de uyarlanmasını talep edemeyecektir. Mücbir sebebin kira sözleşmesini ve kira sözleşmesinin taraflarını doğrudan etkilemesi gerekmektedir. 

Konut kiralamalarında; kiracı işten çıkarılmış veya ücretsiz izne çıkarılmış veya işletmesi kapatılmış veya kendisi işyerini kapatmış olmalıdır. 

İşyeri kira sözleşmelerinde; 26 Mart 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 7226 sayılı yasanın Geçici 2. maddesiyle İŞYERİ kira sözleşmeleri için geçerli olmak üzere; 1 Mart 2020-30 Haziran 2020 tarihlerindeki iş yeri kira bedellerinin ödenmemesinin kira sözleşmesinin feshine ve tahliyesine yol açamayacağı yasalaşmıştır. 

Burada önemle belirtilmesi gereken konu; bu döneme dair olan kira bedellerinin ödenmeyeceğine yönelik bir düzenleme olmayıp sözleşmenin feshini ve tahliyeyi engellemiş olmasıdır. 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

EKİM 2020 KONUT SATIŞLARI ÖNERİ/YORUM

Ekim 2019 tarihinde toplam konut satışları  1.008.283 adet ve %27 düzeyinde artış ile Ekim 2020 tarihinde toplam 1.280.852 adet gerçekleşti.

Hükümetin inşaat sektörüne destek vermesi için kamu bankalarından piyasa faizinin altında kredi vermelerini istemesi de rakamlara yansıyor.

Ekim 2019 tarihinde toplam kredili konut satışları   ise 238.319 adet ile toplam satışlara oranı % 24 düzeyinde iken Ekim 2020 tarihinde toplam kredili konut satışı %124 oranında artarak 534.256 adet gerçekleşti ve toplam satışlara oranı ise %42 oldu.

Satışların büyük kısmının ikinci el konutlara ait olması dikkat çekici.

Ekim 2019 tarihinde toplam ilk el konut satışları   ise 83.251 adet ile toplam kredili satışlara oranı % 35 düzeyinde iken Ekim 2020 tarihinde toplam ilk el konut satışı 170.243 adet %105 oranında arttı.

Ucuz faiz desteği ile müteahhitlere destek verilmesi amaçlanmış olmakla birlikte halkın birinci el konutlara fazla ilgisinin olmadığı görülüyor.

Dolayısıyla birinci el konutlara verilen faizin düşük belirlenmesiyle öncelikle müteahhitlerin elinde kalmış stokların eritilmesinin hedeflendiği biliniyor. Sonuç olarak piyasaya hareket kazandırılmış ama burada hedeflendiği gibi müteahhitlere değil ikincil konutlara bir yönelme olmuş. Buna rağmen müteahhitler en azından ellerindeki stokları bitirebildiler. 2020 yılı içinde başlamış yeni konut projesi zaten yok gibi, dolayısıyla ilgi ikinci el konutlara bile olsa kendilerine yönelen kısıtlı talep bile müteahhitlere yeterli gelmiş gözüküyor.

Buraya kadar rakamlar bize şu gerçekleri söylüyor; hükümetin sağladığı ucuz kredi desteği yalnızca 2 ay sürmüş olmasına rağmen konut piyasası için önemli bir can suyu olmuş. Kredili satışlardaki müthiş artış tamamen faizin sübvanse edilmesinin bir sonucu. Konut talebinde ikinci el piyasa daha çok rağbet görmüş ancak bu yıl içinde yürütülen kampanyalar birinci el piyasada yaklaşık 3 yıldır bekleyen stokları eritmeyi başarmış gözüküyor. Evet konut satış fiyatları faiz desteğinin çok üzerinde artmış ve satıcılara 5-6 kat avantaj sağlamış gibi gözüküyor ama gerçekte bu konutların 2-3 yıldır elde kaldığını ve satılmadığını düşünecek olursanız alternatif maliyet hesabıyla müteahhitler başa baş çıktılarsa kendilerini şanslı görüyorlardır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Depreme Dayanıklı Ev Alırken…

Deprem kuşağında yer alan bölgelerde ev satın alma alışkanlıklarını da büyük oranda değiştirmeye başladı. Binanın sağlamlığı, yaşı, zemini, inşaat malzemesinin kalitesi gibi unsurların da önemi arttı.

Ev satın alırken depreme dayanıklılık önemli bir kriter. Peki satın almak istediğiniz ev depreme dayanıklı mı, yaşayacağınız binanın sağlam olduğunu nasıl anlarsınız?

Depreme bölgesinde dayanıklı konut satın almak için nelere dikkat etmeli?

Unutmayın, belki de hayatınızdaki en önemli finansal kararlardan biri ev sahibi olmak… Bu nedenle her detayı incelemeye, araştırmaya, öğrenmeye hakkınız var.

Binanın projesine göz atın

Öncelikle binanın projesine uygun yapılıp yapılmadığını kontrol etmelisiniz. Konutun bağlı olduğu belediyeden binanın projesine ulaşabilirsiniz. İnşaatta hazır beton kullanılması önemli, eğer betonda deniz kabukları veya benzeri şeyler varsa riskli bir bina olabilir. Bina kolon ve kirişlerinde çatlaklar görülüyorsa, bodrum katında rutubet varsa ve kolon demirleri paslanmışsa hasarlı bir binadan söz edilebilir.

Deprem yönetmeliğine uygun olmalı

Deprem bölgelerindeki yapı düzenlemelerinin, konutun depremin maruz bıraktığı yatay ve dikey kuvvetlere dayanacak veya hasar görmeyecek şekilde tasarlanmasını bekleniyor. Sağlam bir temel, doğal afet risklerinden bağımsız olarak bir yapı oluşturmanın en temel özelliği. Bir binanın uzun vadede sağlam kalması noktasında kritiktir ve depremin sebep olduğu güçlü etkilere direnmek için daha güçlü bir temel gereklidir. İnşa sürecine başlamadan önce zeminin özelliklerini yakından gözlemlemek gerekir. Şiddetli depremlere dayanacak biçimde tasarlanan binalar, derin ve sağlam temellere sahiptir ve sağlam bir bina için birçok unsur vardır. Yapı malzemelerinin kalitesi ve doğru kullanımı, mimari tasarımın uygunluğu gibi faktörler uzmanlar tarafından belirlenmelidir.

Dolayısıyla satın alacağınız konutun deprem yönetmeliğine uygun olması çok önemlidir. Deprem sonrası projelendirilmiş binalar bu konuda olumlu yanıt verebilir. Ancak 1999 depremi öncesi yapılan birçok bina risk taşıyor olabilir. Binanın yüksek ya da alçak, büyük ya da küçük olması deprem riski taşıdığını göstermiyor. Önemli olan yeni yönetmeliklere uygun şekilde inşa edilip edilmediği.

Su yalıtımına dikkat!

Yapılar; doğal hava koşulları, toprak tarafından emilen yer altı suları ve banyo, tuvalet gibi ıslak hacimlerde su kullanımı nedeniyle suya maruz kalıyor. Yapıya sızan su, yapıların taşıyıcı donatıları korozyona yani paslanmaya uğratarak kısa sürede yük taşıma kapasitesinin ciddi miktarlarda düşmesine, beton bütünlüğünün bozularak çatlak ve kırılmaların oluşmasına yol açabiliyor.

Bir yapıdaki donatı 10 yıl sonra başlangıçtaki taşıma kapasitesinin, belli koşullarda yaklaşık olarak yüzde 66’sını korozyon nedeniyle kaybediyor ve donatının başlangıçtaki hesap değerlerini karşılayamamasına neden oluyor. Su yalıtımı olmayan binaların taşıyıcı sistem içindeki donatı demir yıllar içinde içten içe çürümeye başlıyor. Bu da olası bir depreme karşı binanın dayanıklılığını önemli oranda azaltıyor.

Ev sahibi olduktan sonra da depremden korunmak için önleminizi alın

Satın alacağınız konutun deprem yönetmeliğine uygunluğunu, sağlamlığını uzmanlar yardımıyla test ettikten sonra depremden zarar görmemek için kişisel önlemler alabilirsiniz.

Öncelikle olası bir depremde zarar görmemek için eşyalarınızı doğru yerleştirmelisiniz. Örneğin; yatağın üzerinde asılı ağır bir aksesuarınız varsa kaldırabilir ya da sağlamlığını kontrol edebilirsiniz. Kitaplık ve dolapların devrilmesini önlemek için duvara sabitleyebilirsiniz. Televizyon, bilgisayar gibi elektronik eşyaların sağlam bir masada olmasına özen gösterebilir, buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinesi gibi eşyalarınızı da zemine sabitleyerek hareket etmelerini önleyebilirsiniz.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi : “Kuyucaklı Yusuf” Sabahattin Ali

Yusuf dokuz yaşındayken annesi ve babası bir eşkıya baskınında öldürülür. Ertesi gün kaymakam Salahattin Bey olayın meydana geldiği Aydın’ın Kuyucak Köyü’ne bir doktor ile birlikte tahkikata gider. Ailede tek canlı kalan Yusuf’tur. Kaymakam onu evlatlık edinir.

Kaymakamın karısı Şahinde bu durmdan hiç memmun değildir. Fakat bir müddet sonra kabullenmek zorunda kalır. Salahattin Bey’le sürekli kavga halindedir. Ondan kendisine akran muamelesi etmesini istemesi tatsızlıklara sebep olur. Yusuf eve geldiğinde Muazzez henüz yeni yürümeye başlamış bir bebektir. Annesi ve babası tarafından göremediği ilgiyi Yusuf’tan görmesi zamanla onu Yusuf’a bağlamıştır. Bu nedenle Yusuf’un sözünden çıkmaz.

Kaymakam Salahattin Bey’in bir müddet sonra Edremit ‘e tayini çıkar. Burada Yusuf on yaşına basınca mektebe gönderilir. Fakat mektep onu sıkar, onun okumaya meyli yoktur. Mahallelerindeki çocuklara ilk başlarda pek sokulmaz. Zamanla birkaç arkadaş edinir. Bunların başında Ali gelir. Kazımvasfi, İhsan ile de münasebet kurar. Buna rağmen ne yaparsa yapsın bu şehre bir türlü alışamaz. O bir müddet sonra mektepten de ayrılır.

Yusuf on dokuz yaşına geldiğinde Muazzez on üç yaşında bir çocuktur. Bir bayram günü Yusuf Muazzez’i de yanına alarak Ali ile birlikte bayram yerine giderler. Burada eylenmek için Muazzez ile Ali salıncağa biner. Yusuf ise onları seyretmeyi tercih eder. Aynı salıncağa bir ara İhsan ile Fabrikatör Hilmi Bey’in hovarda oğlu Şakir ‘de biner. O sırada Şakir sarhoştur. İçkinin de etkisiyle Şakir Muazzez’e taşkınlıkta bulunur. Başındaki oyalı yemeni çıkarır ve Muazzez’e fırlatır. Bu olay üzerine Yusuf ile Şakir’in aralarında ki sözlü münakaşa İhsan’ın engellemesine rağmen Yusuf’un Şakir’e yumruk atmasıyla son bulur. Hacı Etem’inde oraya gelir, Şakir’i olay yerinden uzaklaştırır.

Bu olaydan sonra Yusuf’a karşı arkadaşlarının münasebetleri değişmiştir. Çünkü Şakir’den korkmaktadırlar. Fakat Ali tehditlere rağmen Yusuf’tan vazgeçmez.

Ali bir gün her zaman ki gibi zamanını geçirmek için zeytinliğe gider. Burada gördüğü bir kadınla ve on iki yaşlarında bir kızla konuşmak ister. Onların önceden Şakir beylerde çalıştıklarını onlardan dayak yiyince boğaz tokluğuna burada çalışmak istediklerin öğrenir. Kadını çağırtarak onunla konuşur. Aslen Aydın’ın Çine ilçesindendirler. Bu nedenle Yusuf onları kendine yakın bulur. Kadın Yusuf’a Aydın’dan Edremit’e göç ettiklerinden sonra kocası onları terk ettiğini söyler.

Yusuf anlatılanlar karşısında onlara acır. Marketten aldığı bir miktar yiyecekle birlikte iş çıkışı onların Değirmenönü’ndeki evlerine gider. Kadın başlarından geçen olayları ayrıntısıyla anlatır. Kocası onları terk ettikten sonra kendisinin ve kızı Kübra’nın çektikleri sıkıntılardan, komşuları pabuçcu Yunus Ağa’nın aracılığıyla Hilmi Beyler’in hizmetinde çalıştıkları anlardan bahseder. Bunları anlatırken Şakir’in en yakın arkadaşı Hacı Etem eve gelir. Yusuf’u burada görünce hayli şaşırır. Kadınla münakaşaya girerler. Birden Hacı Etem kadına tokat atınca Yusuf araya girer ve Hacı Etem tarafından bıçaklanır.

Şakir Yusuf’un kendisine attığı tokatın acısını halen unutmamıştır. Sürekli Yusuf öç almak için fırsat kollamaktadır. Bir kış gecesi Avukat Hulusi Beyler’in evinde Salahattin Bey, Ceza Reisi, birkaç avukat eğlenmek için toplanırlar. Bir ara Hulusi Beyler’le çok samimiyeti olmadığı halde Hilmi Bey Hacı Etem ile birlikte bu toplantıya katılır. Hilmi Bey’in ısrarı üzerine İçki masası kaldırılıp, kumar masası kurulur. Oyun sonunda Salahattin Bey en çok zararda olan kişidir. Bütün parayı alan Hacı Etem olmuştur. Hulusi Bey ve diğerleri bu işte bir sakatlık olduğunu sezerler. Fakat ellerinden bir şey gelmez. Salahattin Bey, Hilmi Bey’e üç yüz yirmi lira borçlanır.

Ertesi günde borçlandığına dair bir imza atmak zorunda kalır. Akşam işten eve döndüğünde ise Şahinde’den Hilmi Beyler’in Muazzez’e görücü geldiklerini öğrenir. Hilmi Bey önce Salahattin Bey’in elini ayağını bağlayıp sonra Muazzez’i istemeye gelmiştir. Çünkü Şakir gibi birine kimsenin kızını vermek istemeyeceğini bilir. Salahattin Bey bir kızgınlık yapar diye Yusuf’a haber vermez.

Birkaç gün sonra Kübra ile anası tarafından Yusuf yaralı olarak eve getirilir. Fakat evdekilere gece Yusuf’un, Kübra’nın babasına benzetilip bıçaklandığını söylerler. Zamanla Kübra ile annesi Salahattin Beyler’in hizmetçisi durumuna gelirler. Muazzez eve gelen Kübra’ya pek yakın davranmaz. İkisi de birbirlerine karşı soğukturlar. Pek bir araya gelmezler.

Yusuf Muazzez’den Hilmi Beyler’in onu istemeye geldiklerini öğrenir. Şakir tokatın acısını çıkarmak için, Muazzez’i elde etmeye yeminlidir. Yusuf, Salahattin Bey bu konuyu açmadan herhangi bir yorumda bulunmaz. Salahattin Bey, bir gün Şakir’in artık uslandığından kızını ona vermeye niyetli olduğundan bahseder. Yusuf, Şakir’in nasıl birisi olduğunu kaymakama ispatlamak için onu Kübra ile annesinin yanına götürür. Hilmi Beyler’i onların ağzında dinlemesini ister. Kübra, Şakir ile Hilmi Bey’in kendisine sarkıntılık ettiğini ve bu esnada da Hacı Etem’in onlara dışarıda gözcülük ettiğini olayı anlatır. Fakat bu olayı şimdiye kadar kimseye anlatmamışlardır. Çünkü Hilmi Beyler’e kimsenin gücü yetmeyeceğini bilirler.

Yusuf, kaymakamın bu zor durumdan kurtulması için çözüm yolları arar fakat elinden bir şey gelmez. Bir gün Ali’ye olanları anlatır. O da Muazzez’i sevdiğini, ona talip olduğunu, kaymakamın Hilmi Beyler’e olan borcunu da anneannesinden alıp kapatabileceğini söyler ve ondan cevap bekler. Ertesi gün Yusuf, Ali’ye babasının bunu kabul ettiğini, annesinin gönülsüz olduğunu söyler, Muazzez’in ise ne düşündüğünü belirtmez. Ali’den paraları alıp Hacı Etem’e teslim eder.

Yusuf, Muazzez’e durumu açınca Muazzez karşı çıkar. Ne Şakir ne de Ali’yi istemediğini söyler. Yusuf’u istediğini bakışlarıyla ona anlatır. Yusuf’ta Muazzez’i istemektedir. Muazzez’siz yapamayacağını bilir fakat elinden bir şey gelmez. Bu olaydan sonra Yusuf mümkün olduğunca Muazzez ile bir araya gelmek istemez,ona karşı soğuk davranmaya, hatta artık eve de az uğramaya başlar. Muazzez’e karşı hisleri çok farklıdır fakat bunları gizlemek zorundadır. Bunun üzerine Muazzez de Ali’yi kabullenmek zorunda kalır.

Bir gün Ali Hacı Rıfat’ın İhsan’ın düğününe gider. Ali’nin Muazzez ile münasebetini duymuş olan Şakir de buradadır. Aynı zamanda sarhoştur. Ali düğünde Şakir tarafından vurulur. Onun başına toplanan halk candarmayı görünce dağılır. Candarma şahit yazmak için dört beş kişiyi ancak alı koyar. Şahitlerden biri Haacı Etem’dir. Diğerleri ise başlarına bir iş gelmesinden korkan yabancı şahsiyetlerdir. Şakir ifade verecek durumda değildir. Çünkü sarhoştur.

Hazı Etem Cemal Çavuş’a bir miktar para vererek olayı kapatmasının ister. Şakir kullanmış olduğu tabancayıda başka bir tabanca ile değiştirir, çavuşa uzatır. Ali’nin ölümünün bir kaza eseri olduğuna onu ikna eder. Diğer şahitlere de birer sigara verir ve onlardan çavuşa bir şey bilmediklerini söylemelerini ister.

Koca Reis (Ağır Ceza Reisi), Şakir’in suçlu olduğu halde elinde delili olmadığı için onu serbest bırakmak zorunda kalır. Şakir’in avukatı Hami Bey gerçekleri bildiği halde yalanlarla Şakir’i savunur. Şakir, Şerif Efendi’nin çabalarına rağmen sonunda serbest bırakılır, beraat kararı çıkar. Zaten Hilmi Bey gibi sözü geçen zengin birinin oğlu olan Şakir’in hapiste yatmasını kimse aklına getirmez.

Kaymakam Bey’in ailesi bu olaya karışacak durumda değillerdir. Salahattin Bey’de kalp hastalığı ortaya çıkmıştır. Yusuf’un kaçak tavırları, Muazzez’in durgunluğu, Şahinde’nin dırdırları onu bunaltmıştır. Yusuf’tan Ali’nin olayına karışmaması için ricada bulunur. Salahattin Bey’i düşündüren konu kendisi öldükten sonra Muazzez’in ne olacağıdır. Kızını bir an önce münasip biriyle evlendirmek ister.

Ali’nin ölümüyle Şahinde kızını artık bir bakkal ile evlendirmeyeceğinden, hatta Yusuf’ta Muazzez’in evde kaldığına sevinmektedir. Aynı şekilde hatta Muazzez de sevmediği biriyle evlenmeyeceğinden memnundur. Kübra olayında haberi olmayan Şahinde ise Muazzez’i Şakir’le evlendirme taraftarıdır. Bu arada Yusuf’un Muazzez’e karşı soğuk davranışları devam etmektedir. Çünkü Muazzez’e kendine dönek birimiş gibi tanıtmak istemez. Aynı zamanda kendisini Ali’nin ölümüne karşı müşkül durumda hissetmektedir.

Şahinde her zamanki gibi gezmelerden ahbap ziyaretlerinden geri kalmamaktadır. Hatta Hilmi Bey’lere bile gitmektedir. Kızı Muazzez’i bile istemediği halde zorla yanında götürür. Fakat bundan ne Yusuf’un ne de Kaymakamın haberi vardır.

Yine böyle Şahinde’nin gezmeye gittiği sırada Yusuf, evde ayrılırken Muazzez’e neden annesi ile gitmediğini sorar. Ondan “canım istemedi ama belki bir gün canım isteyecek “cevabını alır. Yolda bu cevabı kafasına takar. Cevabı öğrenmek için eve geri döner. Fakat Muazzez’i evde bulamaz. Kübra ile annesinden Şahinde ile birlikte Hilmi Beyler’e gittiğini öğrenir. Kübra’nın yalvarmalarına rağmen Hilmi Beyler’e gitmekten geri kalmaz. Bunun üzerine Kübra ile annesi evi terk ederler.

Yusuf Hilmi Beyler’e giderken arabacıdan bir araba kiralar. Evin bahçesinde Muazzez ile Meliha’nın bahçede üzüm yediklerini görür. Kadınlar ise evdedirler. Yavaşça Muazzez’e çağırır onunla birlikte yola koyulur. Meliha, Muazzez geri gelmeyince durumu Şahinde’ye haber verir. Şahinde de kocasına bir şey olduğunu sanarak evin yolunu tutar. Fakat evde kimseyi bulamaz. Bir komşunun uyarmasıyla Kübra ile annesinin pencere önüne bıraktığı anahtarla içeri girer. Akşama doğru kaymakam eve gelir. Olanları karısından öğrenince candarmaya haber verir.

Yusuf ile Muazzez, Kozak civarındaki tahtacı köyünde barınmaktadırlar. Yusuf, onları barındıran kişiden arabayı sahibine teslim etmesini ve kaymakama durumu haber vermesini ister. Bunun üzerine köylü arabayı teslim etmek ve kaymakama haber vermek için yola çıkar. Yolda arabasını tanıyan arabacının bağırmasıyla candarma köylüyü yakalar. Köylü niyetini anlatarak arabacıya arabasını teslim edip, borcu öder. Kaymakama da Yusuf ile Muazzez’in nikahlandığını söyler. Kaymakamın ısrarlarına dayanamayan köylü onu Yusuf ile Muazzez’in yanına götürür. Salahattin Bey, onları Edremit’e geri getirir, ardından bir düğün yapar. Kızının Yusuf ile evlenmesinden memnundur. Şahinde ise bu durumu bir felaket olarak görmektedir. Evde kızı ve damadıyla mecbur olmadıkça konuşmaz.

Yusuf halâ boş ve işsiz gezmektedir. Bundan dolayı da son derece huzursuzdur. Salahattin Bey, damadını kendi yanına kaymakamlığa tahrirat kâtibi olarak tayin ettirir. Odasında bulunan iki yaşlı adam Hasip Efendi ve Nuri Efendi ona bu konuda yardımcı olurlar. Zaten fazla iş yoktur. Akşama kadar masa başında oturarak vakit geçirirler. Yusuf ilk başlarda bu boşluktan rahatsız olsa bile zamanla alışır. Yusuf’un memur olduğu haftası seferberlik ilan edilir, harp vardır. Annesi babası öldürülürken eşkıyalarla mücadelesi sonucu şahadet parmağının yanında derin bir yara izi olması sebebiyle silâh altına alınmaz.

Şahinde bir akşam rahatsızlanan komşusunun yanına gider. O sırada Salahattin Bey’de rahatsızlanır. Yusuf’da doktor çağırmak için dışarı çıkar. Muazzez evde babasıyla tek başına kalır. Elinden bir şey gelmez. Salahattin Bey ölür. Onun ölümüne ailesi kadar kasaba halkı da çok üzülür. Artık Yusuf hayatta tek başına ayakta durmaya mecburdur.

Kasabaya İzzet Bey isminde genç bir kaymakam tayin edilir. Eğlenceye düşkün biridir. Kısa sürede Şakir Beyler’le ahbaplık kurar. Bir müddet sonra kâtiplik işini Yusuf’a göre olmadığını elindeki yarayı bahane ederek onu süvari tahsildarı yapar. Kâtiplikten aldığı maaşıda verir. Yusuf’a karşı İzzet Bey’den kötü bir tavır bekledikleri halde kimse bu durumda bir fenalık görmez. Karısı Yusuf çalışmaya gidince yalnız kalacaktır. Fakat başka bir çözüm yolu yoktur. Evi geçindirmek için mecburen yeni kaymakama boyun eğmek ve çalışmak zorundadır. İşe başladıktan sonra bazen on gün bile evine uğramadığı olur. Zamanını çoğunlukla köylerde geçirir. Evde eskisi kadar bolluk yoktur. Bu durum Şahinde’nin canını sıkmaktadır. Kızıyla hemen hemen hiç konuşmaz.

Evde ikinci planda kalmaktan dolayı memnun değildir. Yusuf’a ve kızına karşı tavır takınır. Bir süre sonra Muazzez ile annesi aralarında anlaşma yaparlar. Annesinin Yusuf’a iyi davranması karşılığında onunla eski alışkanlıkları olan gezmelere gitmeyi kabul eder. Hilmi Beyler bile sık sık gidilen yerler arasına girer. İlk başlarda kadınlar arasında olan ziyaretlere zamanla erkekler de katılır. Hilmi Bey ve Şakir, Şahinde tarafından bazı akşamlar akşam yemeklerine davet edilirler. Birlikte geç vakitlere kadar eğlenirler. İlk günlerde Muazzez biraz şaşkındır fakat zamanla bu duruma alışır. Artık evlerindeki yiyecek içecek sıkıntısı da azalmıştır. Bunun karşılığında Şahinde artık (bilgi yelpazesi.net) Yusuf’a karşı daha iyi davranmaktadır. Muazzez ise Yusuf’u imkansızlık içinde bırakmadığından dolayı yaptıklarının kötü olmadığını düşünür. Zamanla yapılan ziyaretlerde rakıda görülmeye başlar. Daha önce alkole alışık olmayan Muazzez ısrarlarla rakıya da alışır. Yusuf evde görülen değişikliklere rağmen ilk başlarda durumu kavrayamaz.

Bir akşam Şakir Beyler Şahindeler’e yanlarında yeni kaymakam İzzet Bey’i de götürürler. O da daimi misafirler arasına girer. İçkiler içilir. İzzet Bey, içkinin verdiği sarhoşlukla yine sarhoş olan Muazzez ‘e sarkıntılık eder. Bunun üzerine Muazzez ortamdan ayrılıp odasına yatmaya gider. Bu tür olaylara artık sık sık rastlamaya başlar. Bir müddet sonra Muazzez’in kollarında bilezikler görülür. Yusuf bunların farkına varır; ona annesinin eskiden kalmış bilezikleri olduğunu söyler. Yine buna benzer bi rçok yalan ard arda gelir. Muazzez çıkmaza doğru sürüklenmektedir. Bunu kendisi de farkındadır. Onu Yusuf’tan başka kimsenin kurtaramayacağını bilir fakat ona gerçekleri söyleme cesaretini kendinde bulamaz.

Edremit’e yayılan dedikodulara rağmen Yusuf olanların farkına varmaz. Alemlere Şakir’in annesi ailesinin itibarını düşündüğü için katılmamaya başlar. Şakir bu durumdan çok memnundur. Yusuf’tan yediği yumruğun acısını çıkarmıştır. Şahinde yaptıklarından asla pişmanlık duymaz. Çünkü ona göre yaptıkları kızının rahatı içindir. Yaşananların mesuliyetini Yusuf ile ölen kocasına atar.

Yusuf evlerindeki eğlencenin ertesi günü eve gelir. Karısını odasında uyurken fena bir şekilde görür. Muazzez’in yüzü gözü solgun, Kendinden geçmiş haldedir. Bir takım şeylerin farkına varır fakat şüphelendiğini Muazzez’e belli etmez; çünkü onu suçsuz görür. Evde fena olaylar varsa bunun Şahinde’nin suçu olduğunu düşünür. Hatta Şahinde’yi Muazzez’i yoldan çıkarmaması için tehdit bile eder. Evdeki bollluğun kaynağını sorar.

Şahinde’nin İzzet Bey’in kendilerine hükümetten yardım ettirdiğini söyleyince iyice şüphelenir. Bir hafta izin alarak işe gitmez evde bulunduğu müddet içinde Şahindeler’in Hilmi Beyler’le tekrar münasebete geçtiklerinin farkına varır. Sakin düşünerek çareler arar. Fakat bir türlü bulamaz. Adeta eli kolu bağlanmıştır. Şahinde’yi tehdit etmek bir işe yaramayacaktır. İşini terk ederek Muazzez’i alıp kimsenin bulamayacağı uzak yerlere gitmek ise imkansızdır.

İzni bitince istemeyerekte olsa tekrar iş başına döner. Köylere giderken gözü arkada kalmıştır. Sürekli Muazzez ‘i evde bıraktığı için pişmanlık duyar. Gittiği köyde biraz durduktan sonra dayanamayıp eve geri döner. O sırada evde yine eğlence vardır. Hilmi Bey, İzzet Bey, Şahinde, Muazzez, Şakir, Hacı Etem, Kadri Bey hep birlikte bir odadadırlar. Kadir Bey’in Muazzez’i öpmeye çalıştığını görür. Muazzez de buna karşı koymaya çalışmaktadır. Yusuf odayı bu şekilde görünce dayanamayıp elindeki meşin kırbaçla rastgele masa etrafındakilere vurmaya başlar. Kırbaç lambaya çarpınca ortalık kararır.

Şakir tabancası ile ateş etmeye başlayınca Yusuf bu sefer tabancasına sarılır. Yine rastgele ateş etmeye başlar. Odada artık sessizlik vardır. Bir müddet sonra Muazzez’in sesini duyar. Onu da yanına alarak arabasıyla bulundukları yerden uzaklaşır. Muazzez yolda yaralı olduğunu söyler. Atlar yorulunca bir yerde istirahate çekilirler. Hava aydınlanmaya başlayınca Yusuf yola çıkmak için Muazzez ‘i uyandırmaya çalışır. Fakat Muazzez ölmüştür. Yusuf kendi elleriyle kazdığı topraga onu gömer ve arabasıyla kötü günler geçirdiği kendisini yabancı hissettiği Edremit’e geri dönmeyip tek başına uzaklara doğru yol alır. Böylece roman ölümle başlayıp, yine ölümle sona ermiştir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Taşınmaz Ticareti Hakkında Yönetmelikte Neler Değişti?

Ticaret Bakanlığının “Taşınmaz Ticareti Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”i Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu Emlakçılık sektörüne yönelik düzenleme, sektör temsilcilerinin yanı sıra ilgili tarafların görüş ve katkıları alınarak hazırlanmıştır. Düzenlemeyle emlak faaliyetlerinde hizmet kalitesinin artırılmasını, haksız rekabetin ortadan kaldırılmasını ve kayıt dışılığın önlenmesini amaçlanmaktadır.

Yeni yönetmelik ile gelen değişiklikleri özetle şu şekilde;

İlk olarak artık taşınmaz ticareti yapılası yalnızca yetki belgesine sahip işletme ve sözleşmeli işletmeler tarafından yapılabilecek. Yetki belgesi, işletmenin bulunduğu yerdeki il müdürlüğü tarafından Bilgi Sistemi üzerinden verilecek, yenilenecek ve iptal edilecek. Yeni yönetmelik düzenlemesine göre; ticari işletme adına düzenlenen yetki belgesinde, MERSİS numarası ve MERSİS’e kayıtlı işletme adı ve adresi ile ticaret unvanına; esnaf ve sanatkâr işletmesi adına düzenlenen yetki belgesinde ise ESBİS’e kayıtlı işletme adı ve adresi ile işletme sahibinin adı, soyadı ve T.C. kimlik numarasına veya yabancı kimlik numarasına yer verilmesi zorunlu olacak. Sözleşmeli işletmenin yetki belgesinde, ayrıca, sözleşmeyle bağlı olunan işletmenin ünvanı ve yetki belgesi numarasına da yer alacak. Yetki belgesi ile ilgili en önemli husus, her bir işletme ve sözleşmeli işletme için ayrı ayrı düzenlenmesi ve devredilemez olması. Yukarıda belirtilen şartları taşıyan Yetki Belgesi, başvurudan itibaren 10 gün içerisinde verileceği düzenlemesine dikkat çekmektedir.

Yayınlanan önemli bir değişiklik İnternet ortamındaki ilanlar ile ilgili. Buna göre internet ortamındaki ilanlar artık koşullara bağlanmıştır. Bundan sonrasında internet ortamına yayınlanacak ilanlarda artık özetle; yetkilendirme sözleşmesinin sona ermesinden itibaren üç gün içinde ilan faaliyetine son verilecek; yetkilendirme sözleşmesine aykırı hususlara yer verilemeyecek; yetki belgesi numarası, yetki belgesindeki işletme adı ve unvanı ile il, ilçe, mahalle, ada ve parsel bilgileri ile iletişim bilgisine ve varsa taşınmazın enerji kimlik bilgilerine kolay okunabilir şekilde yer verilecek olup alım satım, pazarlama veya kiralamaya yetkili olmadığı taşınmaza yönelik ilan verilemeyecektir. İlanlar bu şartları taşıyacak ve bunun yanı sıra 3. Kişileri yanıltıcı ilanlar verilemeyecek. Buna uymayan ilanlar Ticaret Bakanlığı’na şikayet edilerek, denetim yapılmasının yolu açılmıştır. Bu yönetmelik kurallarına uymayanlar için ayrıca para cezası uygulanacağı da düzenlenmiştir.

Resmi Gazetede yayımlanan bu yeni Yönetmelik ile alım-satımlarda hak kazanılacak hizmet bedelinin, satış bedelinin %4’ü ve kiralama hizmeti için hak kazanılacak hizmet bedelinin kiralananın 1 aylık kira tutarını aşamayacağı hususundaki düzenleme aynı kalmıştır.

Ayrıca alım satım veya kiralamaya aracılık hizmetleri ile aynı anda bu hizmetlerle ilişkili olarak yapılacak raporlama, rayiç araştırması, kira bedeli araştırması, danışmanlık ve yönetim hizmeti verilmesi gibi diğer hizmetlerin de verilmesi durumunda, ayrı yetkilendirme sözleşmesi düzenlenmiş olsa dahi sadece bir hizmet bedeli alınabilecek olup ve bu bedel, alım-satım veya kira hizmeti bedelinden fazla olamayacağını da eklemiştir. Ayrıca yetkilendirme sözleşmesine konu hizmetin sunulması ile hizmet bedeline hak kazanılacaktır.

Her ne kadar uygulamada satışa veya kiralamaya konu taşınmazın bulunduğu muhite göre uygulama farklılıkları olsa da aslında hizmet bedeli, alım satıma veya kiralamaya aracılık sözleşmelerinde aksi kararlaştırılmadıkça taraflar arasında eşit paylaşılarak ödenmelidir.

Uygulamada çokça karşılaşılmasa da alım satıma veya kiralamaya aracılık sözleşmelerinde ortak çalışma yapılacak olması halinde bu sözleşmede hizmet bedelinin paylaşımı hususunda hüküm bulunmaması halinde bu bedel taraflar arasında eşit olarak paylaşacaktır. Dolayısı ile emlak danışmanlığı veren kişi ve işletmelerin ortak çalışma yapacak olmaları halinde hizmet bedelinin paylaşımının sözleşme ile belirlenmesi önemli.

Emlak danışmanları tarafından bilinmesi gereken bir diğer konu da taşınmazın yetkilendirme sözleşmesinin süresi içinde, taşınmaz gösterme belgesini düzenleyen işletme veya sözleşmeli işletme bertaraf edilerek doğrudan iş sahibinden satın alınması veya kiralanması durumunda hizmet bedeline hak kazanılacaktır.

Yetki belgesi iptal edilen işletme ve sözleşmeli işletmenin, iptal tarihi itibariyle geçerli olan yetkilendirme sözleşmeleri feshedilmiş sayılır. Sözleşmenin feshedilmiş sayılmasından önce verilmiş olan hizmetler için hizmet bedeline hak kazanılır. Şeklinde ekleme ve düzenlemeler yapılmıştır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Riskli Binada Oturan ve Evini Yenilemek İsteyenler İçin Yol Haritası

10 adımda kentsel dönüşüm!

Riskli binada oturan ve evini yenilemek isteyenler için yol haritası…

1- İMAR DURUMUNU ÖĞRENİN

Kentsel dönüşüm sürecini ön hazırlık, tespit, yıkım ve uygulama olarak 4 aşamalı düşünebiliriz. Ön hazırlık süreci haklarınızı bilmeniz ve taleplerini oluşturmanız için önemli. Vatandaş için ön hazırlık 2 aşamalı diyebiliriz. İlki; durum tespiti. Yani tapunuza bakıp bir sorun var mı incelemeli, belediyeye gidip imar durumu hakkında bilgi almalısınız. Kaçak kat var mı, kolon kesilmiş mi ya da plan değişikliği gibi durumlar varsa bunu evinizi yıkmadan öğrenmenizde fayda var.

Mesela binanız 5 katlı, plan değişmiş 4 kata düşmüş. Ama siz bunu bilmeden yıkıma girdiyseniz işi tamamlamanız oldukça güç. İmar barışı düzenlemesi sonrasında alınmış olan yapı kayıt belgelerinin kazandırıcı bir etkisi olduğunu düşünen vatandaşlarımız var ancak bilmeliler ki yapı kayıt belgeleri taşınmazlar yıkılana ya da kentsel dönüşüme girene kadar geçerlidir. Yani aldığınız yapı kayıt belgesi size ilave hak sağlamayacak.

2- MÜTEAHHİT VE MALZEMEYE DİKKAT

İkinci aşama ise müteahhit seçimi. Dönüşüm çalışmaları ağırlıklı olarak müteahhit firmalarla yapılan kat karşılığı anlaşma üzerinden ilerliyor. Arsa sahipleri bir firma seçiyor, pazarlık yapıyor. Firma hak sahiplerine verdikleri pay dışında kendilerine kalan bölümü satarak işi finanse ediyor. İnşaat şirketleri ile yapacağınız kat karşılığı inşaat sözleşmeleri tek taraflı feshi mümkün olmayan ve mahkeme tarafından feshi mümkün sözleşmeler. Bu nedenle ince eleyip sık dokumalısınız.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ortaya çıkan binlerce dönüşümzede sonrası ‘herkesin bu işi yapmaması’ için müteahhitleri sınıflandırdı. Firmalar, iş bitirme oranına ve mali yapısına göre gruplara ayrıldı. Siz de firma seçerken hangi gruptan olduğuna bakmalısınız. Bazı müteahhitlerin sınıflarının o inşaatı yapmaya yetmemesi nedeniyle yeten firmaların belgelerini kullandıkları görülüyor. Böyle bir durum var ise o firmanın da mutlaka sözleşmede yer almasını ve teminat vermesini sağlayın.

Aksi halde asla böyle bir sözleşmeyi imzalamayın. 3-5 metrekare fazla taahhüt ettiği için güvenilir olmayan firmaları seçenlerin 10 yıldır evlerine kavuşamadığını unutmayın. Son İzmir depremi gösterdi müteahhittin iyi malzeme kullanıp kullanmadığını da incelemek gerekiyor. Bu nedenlerle mutlaka teknik şartnameleri detaylı inceleyin imkanınız var ise inşaat mühendisinden bu teknik şartnameler konusunda destek isteyin.

3- CEZAİ ŞARTLARA BAKIN

Müteahhitle yaptığınız anlaşmada cezai şartların tek taraf lehine fazlaca olmamasına dikkat edin. İnşaat sürecinde kiracı olacağınız için başlama ve teslim sürelerini doğru belirleyin. Geç teslim halinde mutlaka cezai şart ve hak mahrumiyeti bedeli talep edin.

Bir de teknik şartnamede hangi model ürün kullanılacağını belirlemek gerek. Firma sözleşmede ‘A marka ya da muadili’ diyor. A marka klima 2 bin lira ama firma muadili diyerek yerine 400 liralık ürün takıyor. Bu sorun hem evlerin içinde hem de yapı malzemelerinde yaşanıyor. Bu nedenle malzeme ve kalitede ‘net tanım’ yapılmalı.

4- RİSKLİ YAPIYI ŞİKAYET EDİN

Yapınızı yıkılıp yenisinin yapılması riskli yapı raporu olmalı. Vatandaş Bakanlıkça lisanslandırılmış kurumlara riskli yapı tespiti yaptırılabiliyor. Kurumların listesi Bakanlığın internet sitesinde yer alıyor. Risk tespiti için maliklerden biri dilekçe, tapu durum belgesi ve kimlik fotokopisi ile söz konusu kurum ve kuruluşlara başvuruyor. İncelemeler sonucunda riskli olduğu tespit edilen yapılar Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne bildiriliyor. Yapının riskli olduğu tapuya işlenirken hak sahibine de tebliğ ediliyor.

Vatandaş olarak sadece kendi binanızı değil etrafınızdaki binaları da depremden koruyabilirsiniz. Bir binanın riskli olduğunu yıkılma tehlikesi içinde olduğunu düşünüyorsanız Bakanlık İl Müdürlüğüne şikayet edebilirsiniz. Şikayet sonrasında bakanlık hak sahiplerine süre verecek ve ‘tespit yaptırın’ diyecek. Yapmazsa kendisi yaptıracak ve bedeli orada oturanlardan tahsil edecek.

5- İTİRAZ HAKKINIZ VAR

Vatandaşa ulaşan tebligatta riskli yapının bulunduğu yerdeki müdürlüğe dilekçe ile itiraz edilebileceği, aksi takdirde tebligat tarihinden itibaren idarece 60 günden az olmamak üzere belirlenen süre içinde yapının yıktırılması gerektiği belirtiliyor.

60 günlük süre tebligattan sonra ya da itiraz söz konusu ise itiraz sürecinin sona ermesinden sonra belediyenin yapacağı tebligat sonrası işliyor. Riskli yapı, maliklerce 60 günlük süreye rağmen tahliye edilip yıktırılmamışsa, yapının idari makamlarca yıktırılacağı belirtilerek 30 günden az olmak üzere ek süre tanınıyor.

6- BELEDİYE DE SORUMLU

Bu süre sonunda da riskli yapıların yıktırılmaması halinde elektrik, su ve doğal gazı kesiliyor. Riskli yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ile yıktırma işlemleri idarece yapılıyor veya yaptırılıyor. Yıktırılamayan yapılar Bakanlıkça veya il müdürlüklerince yıkılıyor veya yıktırılıyor. Bu yıktırmanın masraflarından malikler hisseleri oranında sorumlu oluyor.

Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belediyelere tahliye süreleri bitmiş binaları yıkmaları için 2 ay süre veriyor. Yani bu süre sonunda belediyeler yıkmazsa bakanlık yıkıyor ama belediye başkanlarının ve bu konudaki belediye yetkililerinin ağır sorumluluğu var.

Zeytinburnu’nda yıkılan bina sonrası ilgili belediye başkanı ve imar müdürü ağır ceza mahkemesinde yargılanıyorlar. Belediyelerin bu yapılar için inisiyatif gösterme lüksleri yok.

7- 3’TE 2 ÇOĞUNLUK KARARI

Dönüşüme konu olan binada arsa sahibi ve firma arasında yüzde 100 anlaşma sağlandıysa 6306 prosedüre uygun toplantı yapılması gerekmiyor. Ancak yüzde 100 anlaşma yoksa 2/3 arsa payı çoğunluğu ile toplantı yapılmaksızın karar alınabiliyor.

2/3 arsa payı çoğunluğu binanın yapım şekline (arsa payı karşılığı, hasılat paylaşımlı, bedel ödeyerek yani kendin yık kendin yap modeli ile veya başka modellerle yapımı) yapım müteahhitinin kim olacağına, projenin ne olacağına karar verebilirler.

8- KATILMAYANIN PAYI SATILIR

Karara katılmayan veya toplantıya gelmeyen 1/3 azınlığa 15 günlük uyarı ihtarnamesi gönderilmesine karar verilir. Toplantıya katılamayan ya da katılıp olumsuz oy verenler 15 günlük ihtarname öncesinde karara katılmak isterlerse Noter muvafakatnamesi imzalayabilirler. Karara katılmayan 1/3’e noterden ihtarname gönderilerek 15 günlük süre içerisinde alınan karara katılım istenir.

Karar katılmayan 1/3’e maliklerin kendi aralarında düzenledikleri bina ortak karar protokolü, yapılan veya yapılacak olan sözleşmenin bir örneği, SPK lisanslı değerleme şirketinden alınan raporun kısa bir özeti ve karara katılmayanlara ait kat planları, genel kat dağılım şeması noter ihtarına ek olarak gönderilir. Karara katılmayan 1/3’ün arsa payı açık arttırma ile satılır.

9- AÇIK ARTTIRMA YAPILIYOR 

İlk yapılan açık arttırmaya taşınmazda bulunan arsa sahipleri katılabilir. Satılacak değeri İstanbul dışında ise taşınmazın bulunduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü satış komisyonu, İstanbul’da ise ilçe belediyeleri satış komisyonu belirler. Açık arttırma en fazla arttıran kişi üzerinde kalır. Açık arttırmaya kimse katılmamışsa ihale birisi alınana kadar yenilenir.

Ancak ilk ihalede kimse satın almamışsa diğer ihalelerde dışarıdan da katılım sağlanabilir. İhaleler birisi bu payı satın alana kadar devam eder. Yeni yönetmelikle, tapuda kayıtlı malikin ölmüş olması hâlinde, Bakanlık veya İdare tebligat işlemleri için mirasçılık belgesi çıkartmaya, kayyum tayin ettirmeye veya tapuda kayıtlı son malike göre işlem yapmaya yetkili oldu.

10- KİRA VE KREDİ DESTEĞİ

*Riskli yapılardaki maliklere 18 ay, riskli alandakilere 48 ay kira yardımı yapılıyor. Belediye ya da il müdürlüklerine başvuru sonrasında illere göre 715 lira ile bin150 lira arasında değişen oranda yardım veriliyor.

*Riskli yapılarda, kiracılara veya işyeri işletenlere; malikler için belirlenen kira yardımının iki katı, sınırlı ayni hak sahibi olarak ikamet eden veya işyeri işletenlere ise beş katı defaten ödeme yapılabilir.

*Konutunu veya işyerini kendi imkanları ile yapmak ya da edinmek isteyen hak sahiplerinin anlaşmalı bankalardan kullanacakları kredilere faiz desteği veriliyor. Banka ilgileri bakanlığın internet sitesinde yer alıyor.

*Kira yardımında kişinin ikamet etmesi ve 1 taşınmazı için kira alabilme hakkı varken, kredi faiz desteğinden 5 taşınmaza kadar ve ikamet zorunluluğu olmaksızın faydalanılıyor.

*Kira yardımından faydalananlar faiz desteğinden, faizden faydalananlar ise kira yardımından faydalanamıyor.

*Dönüşüme girecek olan alanda damga vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi ile veraset intikal vergisi ödenmiyor. Belediyeler de yapı yasal ise, eski yapının 1.5 katına kadar olan yapılacak yeni yapı alanı için harç almayacaklar. Ayrıca dönüşüm alanlarında uygulama öncesi ve sonrası ilk satışlarda tapu harcı alınmıyor.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi : “Satranç” Stefan Zweig

Satranç, Stefan Zweig’ın bir nevi dünyaya vedası niteliğindedir. Ölmeden önce yazdığı son eser olan Satranç, farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor bizlere.

Kitap, iki arkadaşın New York’tan Buenos Aires’e giden bir gemiye binmesiyle başlar. Gemide gazeteciler de vardır çünkü dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic de bir turnuva için Buenos Aires’e gitmektedir. Mirko Czentovic, küçük yaşlarda anlama, konuşma gibi birçok konuda zorluk çekmiş bir köylüdür aslında. Küçüklüğünde rahip olan babası ve arkadaşının her akşam oynadığı üç el satranç müsabakalarını düzenli olarak izleyerek satranç öğrenmiştir. Bir akşam babasının işi çıkıp da arkadaşıyla oynadığı satranç yarım kalınca, Mirko babasının yerine oyuna girerek o eli ve devamındaki iki eli daha kazanır. Babası buna çok şaşırır ve devamında şehirdeki satranç kulübüne giderek yeteneğini herkese gösterirler. Böylece büyük bir şöhrete ulaşan Mirko Czentovic, en sonunda da dünya şampiyonu olarak şöhretini zirveye ulaştırır. Fakat satranç oyunu bitip de masadan kalkınca, çevresindekilere küçüklüğündeki aptal bakışlarla bakmakta ve gazetecilere saçma ve anlaşılmaz yanıtlar vermektedir. Bu nedenle gazetecilerle veya çevresindeki insanlarla satranç dışında hiç konuşmamaktadır.

Gün geçtikçe gemideki yolcular arasında bir satranç şampiyonu olduğu duyulmaya başlar. Bunu duyan milyoner petrol zengini olan McConnor, Czentovic’e para karşılığı bir el satranç oynamayı teklif eder. Czentovic ise bu teklifi seve seve kabul eder. Fakat Czentovic’e karşı o sırada orada bulunan tüm satranç meraklıları birlikte oynayacaktır. Hamle sırası rakiplerine geldiğinde Czentovic salonun alt başındaki masaya gidip oturuyor, hamle sırası kendisine geldiğinde ise ayakta bir saniye bile duraksamadan hamlesini yapıyordur. Sonunda yalnızca kırk ikinci hamlede rakiplerini mat eder. Fakat yenilgiyi hazmedemeyen McConnor Czentovic’e bir el daha teklif eder. Yeniden yenilgiye doğru giderlerken beklenmedik biri çıkagelir. Yapacakları hamlenin yanlış olduğunu, eğer bu hamleyi yaparlarsa birkaç hamle sonra yenileceklerini söyleyerek doğru hamleyi yapmalarını sağlar. Bu her hamlede böylece devam eder ve sonunda Czentovic ile berabere kalırlar. Buna oldukça şaşırır ve sevinirler. McConnor adının Dr. B. Olduğunu öğrendikleri dostlarına bir el tek başına Czentovic ile oynamasını, parasını kendinin ödeyeceğini söyler. Fakat ne var ki Dr.B. oyun biter bitmez utangaç ve pişman bir hale bürünür. Bunun imkansız olduğunu, 25 yıldır hiç satranç oynamadığını söyleyerek oradan ayrılır. Dr. B. nin Czentovic’i yenmesini isteyen McConnor ve diğerleri aralarından birini Dr.B’yi ikna etmek üzere güverteye gönderirler. Dr.B’de bunu yapamayacağını söyler ve hikayesini anlatmaya başlar:

Seneler önce, babasıyla bir avukatlık bürosu işletirken, hükumetten gizli işler yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. Fakat hapise atılmak yerine, içinde yalnızca bir koltuk, bir dolap, bir leğen ve küçük parmaklıklı bir pencere olan küçük ve alçak tavanlı bir odada tutulur. Başlarda bir sıkıntı yaşamasa da, zamanla saati ve zamanı bilemeyerek, yemeğini getirip götürmek dışında bir şey yapmayan ve kendisiyle tek kelime dahi konuşmayan bir gardiyanı görerek ve zamanını artık tüm ayrıntılarını ezberlediği pencereden görülen duvarı izleyerek tüm beyin fonksiyonlarını yitirmeye başlar. Zaman zaman sorguya götürülmektedir ve hiçbir iş görmediğinden gittikçe zayıflayan beyni ve düşünce gücü ile sorgu sırasında ağzından bir şey kaçırmamak için büyük bir çaba harcamaktadır.

Bir gün sorgu için beklediği odadaki askıda duran bir asker montunun içinde bir kitap görür ve onu çalar. Çok mutludur, zira geçen onca zamandan sonra ilk defa beynini çalıştıracak bir aktivitesi olmuştur. Hücresine geldiğinde kitabı açar ve onun bir satranç oyunları kitabı olduğunu görür. Başta hayal kırıklığına uğrasa da, sonraları ekmek içinden yaptığı taşları ve satranç tahtası olarak kullandığı kareli yatak örtüsü ile kitaptaki tüm oyunları oynamaya başlar. Zamanla tahta ve taşlara da ihtiyaç duymadan zihninde satranç oynamaya başlar. Fakat bir süre sonra bu bir saplantı halini almaya başlar. Tüm zamanını -uyku dahil- satranç oynayarak geçirmeye ve kendi kendisiyle oynamaya başlar. Lakin bu kez de kendi kendiyle oynarken yenildiğinde kendine kızmaya başlar. Oynarken gereğinden fazla heyecanlanmaktadır. Bir seferinde yine kendine karşı kaybedince sinir krizi geçirir ve eliyle camı kırarak elini keser. Sonra da hastaneye kaldırılır. Doktorun onun soyadını tanıması sebebiyle onu bir şekilde oradan çıkarır. Artık özgürdür, fakat bir daha satranç oynamamaya kararlıdır, ta ki gemideki karşılaşmaya dek.

Hikayenin sonunda, Czentovic ile bir el daha oynamayı kabul eder. Ertesi gün ilk elde Czentovic yenileceğini anlayınca pes eder ve Dr.B. bir el daha ister. Fakat yine gereğinden fazla heyecanlanmaya başlamıştır. En sonunda, sinir krizi tekrar nüksetmeye başlayınca kendine gelir ve oyunu bırakır. Masada, Czentovic’i satranç taşları ile baş başa bırakmıştır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Gayrimenkul Danışmanının Görevleri Nelerdir?

avantajlar…

Gayrimenkul danışmanı kendisine getirilen sözleşmeli veya sözleşmesiz gayrimenkullerin pazarlama satış ve takip işlemini yapar. Satış sonrasında satış işlemelerini takibini yapar. Gayrimenkul danışmanı bu süreçte yaptığı işlemlerden dolayı para kazanamaz para talep edemez ve faturalandıramaz. Peki diyeceksiniz bu insanlar nasıl geçiniyor. Anlatayım; Satılmak üzere gayrimenkul danışmanına getirilen gayrimenkulun pazarlama sürecin takip eder gelen müşterileri satılık olan gayrimenkulü dolaştırır.

Gayrimenkul ile ilgili ilan reklam tanıtım broşür gibi işlemlerin takibini ve pazarlamasını yapar. Ancak satış işlemini gerçekleştirişe gayrimenkul danışmanı satıştan alacağı hizmet bedelini faturalandırabilir ve satış yapması koşuluyla para kazanabilir. Eğer bu kadar işlemi takip eder ve sonuç olarak kendisi satamaz da mülk sahibi kendi satar veya başka bir emlak danışmanı tarafından satış gerçekleştirirlerse o zaman gayrimenkul danışmanı hiçbir şekilde para kazanma şansı yoktur.

Emlak danışmanları satış ya da kiralama işlemi gerçekleştiğinde ancak verdikleri bu hizmetlerini faturalandırabilirler. Bu işlem maalesef sadece emlak sektörüne ait özel bir durumdur. Gayrimenkulün satış işlemini yapacak olan gayrimenkul danışmanı bu işlem ile ilgili harcadığı kişisel zaman dikkate alındığında, satış ya da kiralama sürecini tamamlayabilmek için çok daha fazla yüksek enerji, zaman ve para harcadıklarını görürüsünüz

Gayrimenkul danışmanı şayet satış işlemini veya kiralama işlemini başaramazsa herhangi bir ücret talep edemez. Gayrimenkulun satışını gerçekleştirmek için Günlerce, aylarca bazen seneye varan sürelerde çabalaması gerektiği durumlar yaşanmaktadır. Bu hizmet modeli aslında emlakçı için oldukça zor ve maliyetlidir.

Aslında bu süreçte emlakçının motivasyonun yüksek olması ve size sunduğu gayrimenkul danışmanlık hizmetine odaklanması, tam anlamıyla tüm kaynaklarını sizin için ayırması belirlenen süre boyunca tek yetkili olarak atanmaları alıcı ya da satıcıya büyük bir avantaj sağlayacağını unutmamak gerekir.

Gayrimenkul danışmanı sizin için neler yapıyor?

Gayrimenkul danışmanı anlaşma yaptığınız ilk günden itibaren

• ilanlarınızı yayınlamak,

• sosyal medya ve ilan siteleri için mülkünüzün fotoğraf ve videolarını çekmek

• Kişisel giderler, yol, park ve telefon masrafları, ikramlar

• Satış ya da kiralama süresi uzadıkça bu masrafların 2 ye katlanacağı

• Gayrimenkul danışmanı bölgenizde araştırma yapar veya bölge hakkında bilgi toplar

• Gayrimenkulü daha hızlı bir şekilde satmak ve kiralamak ya da istediğiniz fiyata satmak için fiyatı piyasa koşullarında oluşturmanıza yardımcı olur

• Danışmanınızla birlikte belirlediğiniz tutar üzerinden en hızlı şekilde ve en doğru fiyatla mülkünüzü satmak ya da kiralamak için gayret, çaba sarf eder.

• Gayrimenkul danışmanınız günün her saati 7/24 (sabah erken saatlerden, gece geç saatlere) ulaşılabilir olur ve alıcı adaylarının telefonlarını yanıtlar.

• Gayrimenkul danışmanınız sizin adınıza görüşmeleri yapar, randevu ayarlar görüşmek için alıcının ayağına gider ve ön şartlarınızla ilgili bilgiler aktarır, mülkünüz hakkındaki gerekli önemli detaylar ve bilgiler verir.

• Gayrimenkul Alıcısı ve satıcısı arasında doğması muhtemel problemleri sezinleyerek öngörerek sorun oluşmadan önüne geçebilir. Pazarlama ve Satış aşamasında stresli süreçleri yönetir ve problem oluşması halinde her iki taraf için de çözüm önerileri sunabilir. Alış-verişin güvenilir bir şekilde tamamlanmasını sağlar.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Türk Alıcısının Kültürel Özellikleri

1- Türk insanında tanıdık arama hissiyatı çok gelişmiştir, işyerlerinde aynı okul mezunlarına veya işyerlerinde gelen ekip çalışanlarına sıklıkla rastlanır, en alt düzeyde ise bu memleketlisini tutmak olarak gözlemlenir.

2- Türk insanı gördüğü bir iyiliğe misliyle karşılık vermek ister. “bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır”. Türk alıcısı satıcının kendisine bir iyilik yaptığı düşüncesine kapılırsa ona bunun karşılığını vermek isteyecektir.

3- Türk insanı son derece yardımseverdir. Bunu her türlü platformda gösterir, gördüğü iyiliği unutmaz. “Bu ürünü almayın siz memnun kalmazsınız size şu ürünü tavsiye ederim” diyen bir satıcıya güven duyacak takdir edilecek bir hatta referans olarak yardımcı olacaktır.

4- Türk insanı birazcık kindardır. Zarar ve kötülük gördüğü şeyleri unutmaz, bu nedenle kendisini kazıklamış olan bir satıcıdan bir daha asla alışveriş yapmaz hatta onu cümle âleme rezil etmek için elinden geleni yapar.

5- Türklerin pazarlık merakı dünyaya mahal olmuştur çoğu kez pazarlık sonucu alınan indirim alıcının kendisi için özel bir şey yapıldığı hissiyatını tatmin eder bu nedenle Türkiye’de satıcıların mutlaka inisiyatiflerin de bir indirim hakkı bulunmalıdır.

6- Bir bilene danışma ihtiyacı Türklerde ağırlıklı olarak gözlemlenir. Bu gibi durumlarda satıcının grup içindeki fikir liderini tespit ederek ona yönelik ikna çabasına girmesi gerekir, fikir lideri genellikle grubun yüzlerine dönerek oturduğu,  o konuşurken herkesin susarak dinlediği, başları ile tasdik ettikleri kişidir.

7- Türk halkında gösteriş eğilimi vardır Özenir ve gördüğünü ister. Başkaları yanında kendini ezdirmemek endişesi vardır. Satıcılar bu özenti duygusunu akıllıca kullanabilirlerse kolaylıkla satış yapabilirler üzerinde taklit kıyafetler ve aksesuar gördüğünüz bir alıcıya “Prestij” fikrini kolaylıkla satabilirsiniz.

8- Türk halkı prestijine ve statüsüne çok düşkündür. Bunu satın aldığı ürünlerle göstermekten çekinmez. Aynı sebeple bir ürünün orijinalini alamıyorsa taklidini satın almakta bir sakınca görmez.

9- Türk halkının hep acelesi vardır, beklemeye hiç tahammülü yoktur, çabuk sıkılır. Türk erkeği kadına göre daha sabırsızdır. Satıcılar müşterilere söz verdikleri sürede dönmeli, onları bekletmemeli, gecikme durumlarında mutlaka haber vermelidirler.

10- Türk halkı duygusaldır. televizyon reklamlarının çoğunda reklamcıların duygusallığımızdan faydalanmaya çalıştıklarını görebiliriz. Müşteriden televizyon reklamlarını yorumlaması ve değerlendirilmesi istenebilir. Bu istek hem diyalog başlatmak için çok uygundur hem de müşterinin yaptığı yorumlarda onu düşüncelerini öğrenerek satış sürecinde lehimize faydalanabiliriz.

11- Türk halkı yalnızlığı sevmez. Kadınlar gün yaparlar, erkekler ise kahvehane toplantıları. Bu mekanlar makul bedellerle sosyalleşme imkanı sunmaktadır. Satıcılar için bu topluluklar çok önemli satış ve sonu fırsatları demektir.

12- Türk halkı sağlamcıdır. Mutlaka bir yerlerde kötü günler için bir birikimi vardır. Yardımlarının elinin altında olmasını sever bu nedenle Türkiye’de yastık altı altın miktarı çok yüksektir bu sağlamcılık merakının temeli ise aslında güvensizliktir. Türk halkı kişilere ve kurumlara güven duymakta çok zorlanır bunda tarih boyunca hep aldatılmış olmasının büyük rolü vardır yeniliklere açık gibi görünmekle birlikte “başkasının üstünde denenmiş yenilikleri” tercih eder.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi : “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” Arthur Schopenhauer

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar by Arthur Schopenhauer

Felsefe ile biraz ilgilenen herkesin radarina ilk giren kitaplardandır belki de Schopenhauer’in “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar”’ı… Kitabın arka sözünde de tam olarak bu noktaya değiniliyor: Hiç kimse bu kitaba ilgisiz kalamaz: Ya Schopenhauer’in dünya görüşüne karşı çıkar ve böylece kendi görüşünü keskinleştirir ya da onda dünya üzerindeki varlığıyla daha kolay başa çıkabilmek adına gerçekten yardımcı olabilecek bilgiler bulabilir. Bu kitap, felsefeyle ilgilenenler için bir zorunluluk, düşünen, aydın insanın kütüphanesinde bulunması gereken bir eser.

Schopenhauer, tüm filozoflarda olduğu gibi; yaşamı, varoluş amacını ve dünyanın düzenini, insanların birbiri ve doğa ile ilişkilerini anlamak üzerine fazla kafa yormuş ancak keskin söylemleri ile sivrilmiş, nevi şahsına münhasır bir düşünür. Bu kitap tam olarak bir başucu eseri niteliğinde, bu ifademin başlıca sebepleri ise; hem insan psikolojisini oldukça içselleştirmesi ve sosyolojik çıkarımlarla okuyucuya geçirmesi, hem de mutlu, huzurlu ve özgüvenli bir yaşam sürmek için bir rehber olmasıdır.

Kitap düşünce yazısı olarak ele alınmış olmasına rağmen su gibi akıyor ve okudukça aydınlatıyor. Okurken bitmesin diye içten içe kaygılanırken bir taraftan da bir sonraki çıkarım ne, nasıl bir yaklaşım da bulunacak diye bir türlü elden düşürülemiyor.

Bu eser 6 bölümden oluşuyor; bu bölümlerde, kişinin olduğu şey hakkından başlayıp, sahip oldukları ve temsil ettikleri üzerine çıkarımlar net bir şekilde vurgulanıyor. Daha sonra bazı öğütler verdiği bir bölümle karşılıyor ve adeta o ana kadar okunanların genel çıkarımı olarak konuları birbiriyle bağlıyor. En sonda da insan yaşının önemini, yaşın getirdiği güzellikler ve tecrübenin katkısını vurgulayarak kitaba son veriyor.

O kadar anlamlı sorgulamalar var ki kitap içinde; insanın manevi zenginliğini farkedip bu güzelliklerle farkındalığını arttırmaya teşvik ediyor. Yalnız olmanın bir zenginlik olduğunu dile getirirken, hayatın akışından da geri kalamamak gerektiğini vurguluyor. Hareket etmenin önemini öyle güzel dile getiriyor ki adeta sokağa çıkıp koşmak istiyorsunuz. Bu zıtlıklar içinde yol gösteriyor işte, bu yüzden de okuyucuyu esir alıyor Schopenhauer.

Bu kitap üzerine saatlerce konuşulabilir, herkesin çıkarımı da farklı olabilir çünkü kitap çok yönlü ve herkese kendinden bir şeyler bulmaya yönlendiriyor. Bu konu ile ilgili de bir çıkarımda bulunuyor zaten kitap içinde, aynı işi farklı iki kişi aynı şekilde yaptığında çıktılar farklı olur diyor, yani özgünlükten her insanın kendine ait olanı kattığını vurguluyor ve devam ediyor; her ayakkabı her ayağa uymaz…

Beni rahatsız eden tek nokta yer yer kadınlara yönelik aşağılayıcı örnekler vermesi ve düşüncelerini erkek egemen bir dille yazıya dökmesiydi, bu da sanırım annesi ile olan kötü ilişkisinden dolayı kadınlara bakış açısı konusunda bize büyük bir ipucu veriyor.

Bende özellikle yer eden, bazı bölümlerden bazı alıntıları buraya bırakıp, spoiler vermenin yanında bu kitabı okuyan ya da okumak isteyen herkeste bir ışık yakmak isterim.

“Sağlık tüm dünyevi zenginlikler karşısında öylesine ağır basar ki, sağlıklı bir dilenci herhalde hasta bir kraldan daha mutludur.”

“Ruhsuz biri sürekli cemiyetten, gösteriden, yolculuktan ve şenlikten diğerine koştuğu halde can sıkıntısından kurtulamaz; oysa iç dünyası zengin insan tamamen yalnızken, kendi düşünce ve hayalleri ile mükemmel bir eğlence bulur.”

“Kalp karmaşık ikili kasılma ve genişlemeleriyle yorulmaksızın, şiddetle çarpar, 28 atışıyla toplam kan kütlesini büyük ve küçük dolaşımda dolaştırır; akciğer bir buhar makinesi gibi aralıksız çalışır; bağırsaklar sürekli solucan gibi kıvrılırlar; tüm bezler emer salgılarlar; beyin bile her kalp atışında ve her solukta ikili hareket eder. Sayısız insanın tamamen oturmaya dayalı yaşam biçiminde olduğu gibi, dıştan hareket hemen hemen hiç yoksa, dış dinginlikle iç karmaşa arasında göze çarpan, zararlı bir dengesizlik ortaya çıkar. Çünkü süregelen iç hareket bile dış hareketle biraz dengelenmek ister; ağaçların bile büyümek için rüzgarla hareket etmeye ihtiyacı vardır.”

“Bir insan sahip olmayı asla aklına getirmediği zenginliklerin yokluğunu hiç hissetmez; aksine onlar olmadan da bütünüyle hoşnuttur; ancak onun yüz katı kadar fazlasına sahip olan bir başkası istediği bir şeyi elde edemediğinde kendini mutsuz hisseder.”

“Asıl olan hayranlığın kendisi olsaydı, hayranlık duyulan buna değer olmazdı.”

“Ün ve gençlik bir ölümlüye aynı anda çok fazla gelir.”

“Bir insan kendinde ne çok şeye sahipse başkalarına o kadar az gerek duyar.”

“Herkesin sosyalliği kendi entellektüel değeri ile ters orantılıdır.”

“Yalnızlığın bir çok avantajının yanında küçük de olsa dezavantajları ve sıkıntıları vardır. Mesela; bedenimiz sürekli evde oturmaktan dış etkilere karşı öyle hassaslaşır ki en küçük bir hava akımı bile onu hasta edebilir; bu nedenle sürekli inzivada ve yalnız yaşamak bizi hassas yapar, böylece en önemsiz olaylar, sözcükler, hatta sadece yüz ifadeleri bile bizi huzursuz eder, incitir ya da kendimizi yaralanmış hissederiz; oysa kargaşa içinde yaşayan biri bu tür şeylere dikkat etmez.”

“Her gün, küçük bir yaşamdır, her uyanış ve yataktan kalkış, küçük bir doğumdur, her taze sabah küçük bir gençlik, her yatağa gidiş ve uyuma küçük bir ölümdür.”

“Dünyayla başa çıkabilmek için beraberimizde büyük bir dikkat ve hoşgörü yedeği bulundurmakta fayda vardır: Birincisiyle zararlardan ve kayıplardan, ikincisiyle tartışma ve kavgadan korunuruz.”

“İnsanlar, bağışlandıklarında terbiyesizleşen çocuklara benzer, bu yüzden onlara fazla yumuşak ve sevecen davranmamak gerekir.”

“Akıl, düşündüklerimizle konuştuklarımız arasında geniş bir uçurumun açık tutulmasını emreder.”

“Gençlikte izleme, yaşlılıkta düşünme egemendir: Bu nedenle ilki şiir sanatının, diğeri ise daha çok felsefenin zamanıdır.”

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’den Türkiye Kızılay Derneği’ne

KIZILAY, SAVAŞ ALANINDA YARALANAN YA DA HASTALANAN ASKERLERE HİÇBİR AYRIM GÖZETMEKSİZİN YARDIM ETMEK ARZUSUNDAN DOĞMUŞTUR.

11 Haziran 1868 tarihinde “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” adıyla kurulan Kızılay,

1877’de “Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti”,

1923’de “Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti”,

1935’te “Türkiye Kızılay Cemiyeti” ve

1947’de “Türkiye Kızılay Derneği” adını almıştır. 

Kuruluşa “KIZILAY” adını büyük önder Atatürk vermiştir.

Kızılay’ın alameti, beyaz zemin üzerinde karşıdan bakarken sola doğru açık kırmızı “ay” dır. Yalnız Kızılay bayrağında “ay”ın açık yüzü bayrak direğinin tersine doğrudur.

Kızılay alameti, Devletler Hukukunun ilgi hükümleri gereğince, savaş zamanında silahlı kuvvetlerin sağlık servisleri ile o hükümlerin belirlediği kişi ve kuruluşlar için “koruyucu ve belirtici işaret” olarak kabul edilmiştir. Bunlar dışında kalan hiçbir kişi, kurul ve kurum, savaşta tarafsızlık ve dokunulmazlık timsali olan bu işareti kullanamaz.

Kızılay, 1876 Osmanlı- Rus Savaşı’ndan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar geçen süre içinde, Türkiye’nin taraf olduğu tüm savaşlarda, cephe gerisinde kurduğu seyyar ve sabit hastaneler,hasta taşıma servisleri,donattığı hastane gemileri, yetiştirdiği hemşireler ve gönüllü hasta bakıcılar aracılığıyla savaş alanında yaralanan ya da hastalanan on binlerce Mehmetçik’in dost ve düşman askerinin bakım ve tedavisine yardımcı olmuş, Türk olsun düşman olsun savaş esirlerine gereken insancıl yardımları yapmış; savaştan etkilenen sivil halkın bakımı ve korunması için çaba göstermiş;    I. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da görülen büyük kolera salgınından bu yana yurdumuzda ortaya çıkan doğal afetlerde felaketzedelerin bakımını, barınağı ve beslenmelerini sağlamış, uluslararası yardım faaliyetlerine katılmış; hemşirelik eğitimi, ilkyardım ve kanla ilgili hizmetler alanında öncülük yapmış, korunmaya gereksinen pek çok vatandaşımıza gereken sosyal yardım ve hizmetleri sunmuştur.

Kızılay’ın amacı, her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu saygıyı, işbirliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın,ıstırap anında eşitliğin, savaşın en kızgın anında insancıllığın, tarafsızlığın ve barışın simgesidir.

Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğunun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insanlık,ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık,hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir.

Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tâbi, kâr amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.

Kızılay’ın teşkilatı, Genel merkez ve şubelerden oluşur. Kızılay’ın Genel Müdürlük teşkilatı dışında kalan bütün kademelerindeki görevler fahridir.

Kızılay Derneği, dernek olarak kısmen de olsa kamu yönetimi alanında yer almaktadır.

Kızılay Derneği’nin çalışması, denetlenmesi, hak ve sorumlulukları ile ilgili olarak Derneği doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen birçok yasal düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemelerden Dernek tüzel kişiliği ancak özellikle afet ve savaş durumu gibi olağanüstü durumlarda hizmet eder.

Kızılay, kamu yararına çalışan bir dernek olarak 5253 sayılı dernekler yasasında özel olarak düzenlenmiş hükümlere tabidir. Bu yasaya göre Kızılay Derneği de kamu yararına çalışan diğer dernekler gibi en az iki yılda bir İçişleri Bakanlığı’nca denetlenir. 

Kızılay ve Türk Hava Kurumu Derneği tarihsel mirasları nedeniyle Dernekler “Kamu Yararına Çalışan Dernek Statüsü”nü daima koruyacağı ileri sürülebilir. Bu statü Derneğe mali konularda, bağış ve yardım yoluyla gelir yaratmak ve vergi muafiyeti gibi kazanımlar sağlamaktadır. 

Kızılay, kamuya yararlı bir dernek olarak ise Devlet Denetleme Kurulu’nun denetimine tabidir. 

Dernek Tüzüğünün hukuki dayanakları arasında uluslararası düzenlemeler bulunmaktadır.8 Tüzükte ayrıca Derneğin Kızılay-Kızılhaç hareketinin temel prensiplerine göre faaliyette bulunan özerk bir organizasyon olduğu, adını ve amblemini kullanma yetkisini de Cenevre Sözleşmelerinden aldığı belirtilmektedir. Uluslararası hareketin insancıl olmak, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik olarak sayılan temel prensipleri doğrudan dernek tüzüğünde yer almaktadır. Bu hukuki bağlantı Derneğin tüzükte sayılan görevlerine de yansımıştır. Buna göre Derneğin savaş halindeki görevlerinden biri “Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Kızılay-Kızılhaç Dernekleri Federasyonu ve bu Federasyona dahil ulusal kuruluşlarla işbirliği ve çalışmalar yapmak” ve bir diğeri de “… Cenevre sözleşmeleri ve ek protokoller ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların kendisine yüklediği diğer hizmetleri görmektir”. Bu görev nedeniyle Derneğin çok sayıdaki yükümlülüğü Cenevre Sözleşmeleri ve ek protokollerde düzenlenmiştir.11 Kızılay Derneği bunlar dışında İnsan Hakları ve Savaş Durumlarını düzenleyen birçok uluslararası sözleşmeden hukuki olarak etkilenmektedir.

Dernek barış zamanında da Uluslararası İnsancıl Hukuk ve Uluslararası Kızılay-Kızılhaç hareketinin temel insani ilkelerini yaymak, hayata geçmesini teşvik etmek ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Kızılay-Kızılhaç Dernekleri Federasyonu ile işbirliği ve çalışmalar yapmak görevini üstlenmiştir.

İlk tüzükte dönemin padişahı V. Reşat’ın himayesinde kurulduğu belirtilen Cemiyet, daha sonra         VI. Mehmet’in himayesine girmiş, bu gelenek Cumhuriyet Dönemi’nde de sürmüştür. Kızılay Derneği tüzüklerinde, tüzüğün ilk ifadesi olarak Türkiye Kızılay Derneği’nin “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Yüksek Himayelerinde” olduğu hususu aynen korunmuştur.

Türkiye Kızılay Derneği’nin önceki dernekler kanunlarındakine neredeyse özdeş olarak yer bulduğu, 1983 yılında çıkarılan 2908 sayılı Dernekler yasası; 28.03.2000 tarih ve 4552 sayılı Dernekler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında özel bir kanunla değiştirilmiştir. İlginçtir ki, bu kanun önceki kanunun hiç bir hükmünde değişiklik yapmamış, sadece Kızılay ve Türk Hava Kurumu’nun düzenlendiği 71. Maddenin değişmesine yönelik olarak çıkarılmıştır. Bu değişiklikle, Bakanlar Kurulu’na Türkiye Kızılay Derneği ve Türk Hava Kurumu ile ilgili olarak daha önceki kanunda da bulunan tüzüklerini onaylama yetkisi yanında; yönetim ve denetim organlarının görevlerine son verme ve bunların görevlerini yerine getirmek üzere geçici kurullar oluşturma, tüzüklerini değiştirme, yürürlükten kaldırma ve yeniden düzenleme yetkileri verilmiştir. Bu düzenleme ile hükümet tarafından Kızılay Derneği’nin mevcut işleyişini, örgüt yapısını, tüzüğünü, kısaca bütün yönetsel yapısını kökten değiştirilmesinin amaçlandığı açıktır. Nitekim yasa ile ilgili görüşme tutanaklarında, dernek yöneticilerinin uzun süren yönetim görevleri, yöneticilerin liyakatten uzak ve sorumsuz olmaları, 1999 Marmara Depremi sonrasında Derneğin yönetilmesi ile ilgili şikayetler ve Kızılay’ın görevlerini ifa etmekte gösterdiği gecikme ve ihmaller öne sürülerek, hükümete Derneğin yapısını değiştirmek için yetki verilmesinin kamu vicdanını rahatlamak için zorunlu olduğu ifade edilmiştir.

Dernek ayrıcalıklı ve istisnai olarak Cumhurbaşkanlığı yüksek himayesi altındadır. Ancak bu himayenin işlerliği, 2000 yılında yasal bir müdahale ile kurumsal yapısı ve tüzel kişiliği tehdit altına giren veya zaman zaman kamuoyunda saygınlığı azalan dernek için söz konusu kurumdan bir tepki gelmediği göz önüne alındığında şüpheli bir hal almıştır. 

Dünya’daki diğer Kızılhaç/Kızılay hareketine dahil örgütlerle yapılan bu karşılaştırmaya göre, kendisini kamusal alana yaklaştıran yasalara ve uygulamalara rağmen, Kızılay Derneği’nin yarı kamusal olmayan bir örgüte (quango) daha yakın duran bir açık sistem örgütü olduğu sonucuna varılmıştır. Bu yakınlığın başlıca nedenleri Derneğin bağımsız bütçesi ve karar yapısı, yönetimini kendi belirlemesi ve kendi kendini finanse etmesidir. 

Ülkemizde doğal afet kapsamında yardıma ihtiyaç duyulması halinde akla ilk gelecek kurum TÜRKİYE KIZILAY DERNEĞİ olmalıdır. Yardım, hibe ve bağış toplamak konusunda adres bellidir. Ancak bu ismin derhal temizlenmesi, ayağa kaldırılması, itibarının iade edilmesi ve devamlılığının garanti edilmesi ülkemizin menfaatleri gereğidir.

Tanju HAN

Koronavirüs Tehdidi İzmir’de Konut Stoklarını Artırdı.

Mart 2020 tarihi itibarıyla İzmir’de toplam konut stoklarının 90 bin seviyesine çıktığı belirtilirken en fazla konut stoğuna sahip ilk 5 ilçe 8.365 adetle Karşıyaka, 6.830 adetle Buca, 4.282 adetle Çeşme, 4.217 adetle Karabağlar, 3.812 adetle Torbalı olarak sıralandı.

Sağlık tehdidinden dolayı İzmir’de konut ve ticari gayrimenkul stokunun artacağını, gerçek alıcıların azalacağını, fırsat gayrimenkullerin sayısında yükselme olacağını öngörüyorum.

Tanju HAN

Koronavirus, Gayrimenkul Piyasalarını Nasıl Etkileyecek?

Dünyada ve ülkemizde ciddiyetini gittikçe artıran COVID – 19 virüsünün etkisi ekonomi ve finansal piyasaların ardından gayrimenkul piyasasını da olumsuz etkilemeye başladı.

Ülkemizde yayınlanan ilan sayılarında şimdiden %10 bir düşüş yaşandı. Mart ayında yapılan satışların büyük bir kısmı, pandemi öncesi yapılan anlaşmaların işlemleri. Son günlerde birçok emlak işletmesi kapalı ve online olarak hizmet vermeye çalışıyorlar. Bu ilk etki döneminin Haziran ayı başına kadar devam edebileceğini söylemek mümkün.

Gayrimenkul Türleri Virüsten Farklı Etkilenecek

İlk etapta alışveriş merkezleri, oteller, yurtlar ve kongre merkezleri etkilenecek. Sonrasında ise özel okul, perakende, depolama ve ofis piyasalarında daralmalar yaşanacak. Konutta daralmanın biraz daha zamana yayılabileceğini düşünüyorum. Lojistik ve endüstriyel piyasalarda ise büyümeye ihtiyaç duyulacak.

Evden Çalışma Beklentileri Değiştirecek

Evden çalışma döneminde konutlar için yeni alanlara ihtiyaç duyulmaya başlanıyor. Evden çalışmaya alışma sonrasında özellikle hizmet sektöründe işverenler daha küçük ofislerin kullanımını tercih edebilir gözüküyor. Özellikle online toplantılara imkan tanıyan uygulamalar ile daha esnek ve kolay çalışma ortamları sağlanabilecek. Ortak çalışma alanlarında ise önemli ölçüde talep azalması bekleniyor. İnsanlar sosyal mesafe nedeni ile diğer kişiler ile temas kurmaktan ve yakın durmaktan mümkün olduğunca kaçınacaklar.

Kira Ödemelerinde Sıkıntılar Yaşanabilir

Ciro bazlı kiralamalar dışında işyeri ve konut kira bedellerin ödemelerinde yaşanacak zorlukların kira geliri elde edenler için de bir risk oluşturacak. Her ne kadar 1 Mart, 30 Haziran arasında işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesi, kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacak olsa da ödenmeyen kiraların tahsili istenebilecek. Özellikle istihdamda yaşanabilecek olan daralma sonrasında gerek kira gerekse konut kredi ödemelerini önemli ölçüde aksatabilir.

Konut Alımında Kredi Kullanımı Artabilir

Bekle-gör evresi sonrası, piyasalar normalleşmeye başladığında nakit pozisyonu korumak isteyen konut alıcılarının kredilere daha çok müracaat edebilecek. Kredilendirme oranın artması, ev sahibi olmanın özellikle bu dönemdeki öneminin hissedilmesi, insanların ev alım talebini artıracaktır. İnsanlar bu tür dönemlerde daha ferah ve geniş evlere ihtiyaç duydukları için taleplerinde de bu yönde değişiklikler olacak. Evden çalışabilmek için artık yüksek hızda interneti olan, daha çok oda sayılı taşınmazların talebinde artışlar yaşanacak. Ayrıca villa, müstakil evlere ve alternatif bir yaşam alanı sunan yazlık evlere talebin artacağını düşünüyorum.

Sağlıkla kalın, huzurlu ve mutlu yaşayın…

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Hata Neredeydi? (What Went Wrong?)” Prof. Bernard Lewis

İslam tarihi ve Ortadoğu uzmanı Prof. Bernard Lewis’in The New York Times tarafından en çok satan olarak ilan edilen “Hata Neredeydi? (What Went Wrong?)”, batı ile doğu veya Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasındaki mücadeleyi irdeleyen bir başyapıt olma özelliğine sahip.

“İslam, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren açık, güçlü, yaratıcı bir uygarlık oluşturdu ve bu anlamda ortaçağ karanlığındaki Avrupa’dan (ya da Hıristiyan aleminden) çok daha etkin bir kişilik sergiledi… Onlara karşı, her alanda, zafer üstüne zafer kazandı… Ancak, sonra, tarihin bir kıvrımında ne olduysa, her şey tersine döndü.”

Prof. Bernard Lewis, kitabında bu denklemi, yalnız tarihteki olaylarla kısıtlı kalarak değil, toplumların dini ve kültürel yapılarından da yola çıkarak, en ince ayrıntısına kadar inceliyor.

İslam, bir dinden öte, devletleşmiş siyasi kimliği ile güçler meydanında yerini almasından itibaren, sınırları ötesindeki her oluşumu “İnananlar / İnanmayanlar” mantığı içinde değerlendirir, oralarda olup bitenlere kayıtsız kalır… Ne Afrika, ne de Çin ve Hint coğrafyası ilgisini çekmez. Hele hele Hıristiyan dünyası ile ilgili fikirler o günkü şartlara uygun olarak o kadar olumsuzdur ki: Haçlıların püskürtülmesi, İslam’ın İspanyadaki altın çağı, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile Bizans’ın erimesi süreci, İstanbul’un fethi, Rus steplerinin kontrol altına alınması gibi tarihin mihenk taşlarına imza atan böylesi aydınlık bir gücün, ortaçağın karanlığında kaybolmuş bir uygarlığa ne gibi bir gereksinimi olabilirdi?

İşte bu ana fikir tarih boyunca siyaseten İslam adına hareket edenlerin görüşlerine yön vermiş, gelişen şartları doğru şekilde analiz etme yeteneklerine adeta ipotek koymuştur.

Tarih kitaplarımız İstanbul’un fethinin “Yeni Çağ” olarak adlandırılan dönemi başlattığını, Avrupa’da görülen Rönesans’ın bu tarihten sonra ivme kazandığını söyler. Ancak bu böyle olsa bile, Rönesans ve Reform hareketlerinin Avrupa’da estirdiği rüzgârın doğuda algılanamadığını söylemek çok abartılı olmaz.

Dengenin Avrupalılar lehine bozulması öncelikle savaş alanında alınan sonuçlarla kendini hissettirmeye başlar. İslam’ın batı ülkeleri ile aynı sınırı paylaşan lideri Osmanlı İmparatorluğu, Fatih ile başlayan ve Kanuni ile son bulan dönemde askeri alanda birçok başarı kazanır, ele geçirdiği ülkeleri bir şekilde şemsiyesi altına almayı bilir. Ancak Viyana Kuşatmaları sonucu imza altına alınan Karlofça ve Pasarofça Anlaşmaları ile Osmanlılar ilk kez kendilerinden daha güçlü bir düşman tarafından yenildiklerini kabul ederler.

Bu anlaşmalar halife padişahın batılı hükümdarları, yine, ilk kez denk olarak kabul ettiği ve diplomasi dilinin kullanıldığı bir dizi uzun görüşme sonucu imzalanır. Ancak, Osmanlı’nın bu barış sürecini yönetme becerisi yoktur ve Avusturya’ya karşı yürütülen görüşmelerde İngiltere ve Hollanda’dan yardım istenmesi ancak ulemanın onayı ile olur. Böylece ilk kez ticaretin dışında devlet ile ilgili bir iş için “mümin olmayanlardan” destek alınır.

Lewis, bu aşamada İslam toplumlarının kendilerini sorgulamaya başladıklarını bazı alıntılar yaparak ifade ediyor. Kimi Ortadoğu toplumlarında “Bunu bize kim yaptı?” yollu sorular sorulmasına rağmen, Osmanlı idaresinin soruyu daha değişik bir şekilde formüle ettiğini belirtiyor: “Yanlış yaptığımız nedir?”…

Bu soru, kitabın başlığı ve ana fikri haline geliyor. Hemen ardından “Doğru yaptıkları ne?” ve “Onları nasıl yakalarız?” şeklinde bir soru dizisi ile dolaylı bir şekilde de olsa, bir itiraf “Gâvurlardan öğreneceğimiz çok şey var…” şeklinde ortaya konuyor.

1789 yılında, Fransız İhtilalı ile aynı dönemde, tahta çıkan III. Selim bu arayışı bir politika olarak benimser… Ancak açmazlar vardır…

“Batı, Müslümanlar için doğunun Hıristiyanlar için olduğundan çok daha gizemliydi” diye not düşüyor Lewis… Avrupa’ya seyahat şöyle dursun, batı dillerinin öğrenilmesine, konuşulmasına, birkaç bilimsel kitabın tercümesi dışında yayınların takibine, temsilciliklerin tahsis edilerek ilişkilerin geliştirilmesine gereksinim duyulmamıştı… O zaman “Batılının gücünü ne arttırdı?” sorusuna nasıl yanıt bulunacaktı? Yoksa bazı muhafazakârların o dönemden günümüze iddia ettikleri gibi köklere dönme miydi çare olan?

Lewis burada şu mantığın anlaşılması gerektiğini belirtiyor: İslam en son ortaya çıkan din olarak diğerlerine göre daha modern bir yapıya sahip. Dolayısı ile kendinden eski bir yapıdan alacağı yenilikler yok. Bu aşamada, politikalara yön verenler olsun, İslam bilginleri olsun bazı noktaları ıskalamaktadırlar Lewis’e göre…

Felsefe bunlardan biri. Gerçi İslam’ın çok derin bir din felsefesi vardır. Ancak Fransız Devrimi ile gelişen modern düşüncelerin sonucu oluşan yeni siyaset anlayışı devlet organizasyonu, bürokratik kadroların oluşması, beşeri ilişkilerden ziyade liyakata dayanan yönetim mekanizmalarının kurgulanması, İslam ülkelerinde bugün dahi olması gereken düzeyin bir hayli altında…

“Biraz daha ilerlemek gerekirse, Batı iyi yönetimi zulme karşı yaratılan özgürlükle ölçtü. Doğu ise özgürlüğü bir hukuk olarak gördü, bunu bir siyasi terim olarak algılamadı.

Esir olmayan özgürdür mantığı içinde doğu, Avrupa’da gelişen sosyal adaleti takip edememiştir” diyor Lewis!

İkinci konu ise ekonomik. Avrupa’nın imrenilen başarısı ve zenginliği sanayi devriminin iyi okunmasından ileri geliyor. Sağlam ekonomik yapı üretimde doğru yapılanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ancak bunun da takip edilemediği bugün dahi gözleniyor… Şöyle ki, zengin Ortadoğu ülkelerinin petrol dışı ihracat rakamları Dünya Bankası verilerine göre küçücük Finlandiya’dan bile daha az…

Osmanlı’ya dönersek, Abdülmecit döneminde Tanzimat Fermanı ile bu kez daha ciddi şekilde yinelenen batıya yönelme arzusunun temelinde çağı yakalamak kaygısı vardır. Yine de bu yolculuğun II. Abdülhamit döneminde sekteye uğradığını unutmamak gerek…

Bundan da öte Lewis toplumsal ve kültürel farklılıkların belirleyici olduğunun da altını çiziyor. İslam, eşitlik getiren ve her tür ayırımı ret eden bir dindir. İlk çıktığı dönemlerde, İran’daki feodal yapıyı, Hindistan’daki kast sistemini veya Avrupa’daki aristokrasiyi dikkate alırsak, bu tespit doğrudur. Bu anlamda zaten çok yeni bir geçmişe dek İslam Batı’dan daha ileri düzeyde oldu.

Ancak İslam’ın din hukukunda Tanrı’ya inanmayanlara, esirlere ve kadınlara de facto ayırımcılık var. Toplumda özgür olan mümin erkek çok büyük bir fırsat eşitliğinden yararlanır. Köle azat edilirse, Tanrı tanımaz tövbekâr olur Hak yoluna girerse aynı fırsatlardan yararlanır… Ancak burada kadın için işler çok kolay değildir.

Bir de zımmi teba olarak kabul edilen gayrimüslimlerin durumu vardır. Bu aşamada ayrışma şahsi olmaktan çok sosyal yapıdadır. Osmanlı’da görülen eğilim İslam’ın toplumun mihenk taşı konumunu devam ettirmektir. Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren gelişen milliyetçilik akımlarına paralel olarak artan özgürlük talepleri “siyasi” özgürlükten söz eder ve Osmanlı yöneticilerinin bunu algılaması çok kolay olmamıştır. Bundan öte “eşit vatandaşlık” talebi Avrupa ülkeleri tarafından da İstanbul Hükümeti’ne her fırsatta hatırlatılan bir olgudur.

Lewis bu aşamada, gayrimüslim nüfusun emansipasyonu (azat etme) sürecine destek veren Avrupa ülkelerinin kadın haklarına sahip çıkmadıklarını ve muhtemelen bunu İslam ülkelerindeki sosyal yapının dengesini bozmamak adına yaptıklarını söyler.

Kitabın laiklikle ilgili bölümü ise, bugün özellikle Türkiye’de yaşananların köklerine ışık tutması açısından çok önemli tespitlerde bulunuyor. Her bir satırı ayrı bir bilgi ve görüş kırıntısı ile bezenmiş ilgili bölümü burada konu yapmak yer darlığından dolayı haksızlık olur.

Ancak buna rağmen Prof. Lewis’in bir iki tespitini aktarmadan geçmek de olanaksız…

  • Kilise, Hıristiyanlıkta kurumsal bir yapısı olan ve siyasi erki sık sık etkileyen bir güçtür. Oysa ne Yahudilik’teki sinagogun, ne de İslam’daki caminin benzer bir etkisi vardır… Dolayısıyla, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde basite indirgenerek ifade edilen laiklik, temelde Hıristiyan toplumlarının doğru çalışması için gerekli bir araçtır ve İslam’da buna ihtiyaç yoktur…
  • Hz. Muhammed dini, askeri ve siyasi kimliği olan bir lider olarak tarihteki yerini almıştır. Mirasını devam ettiren halifeler de benzer kimlikle İslam adına tasarruflarda bulunmuşlardır, İslam’ın siyasallaşması sürecinde dini kaynaklı bu erk bir olmazsa olmaz haline gelmiştir. Dolayısı ile İslam toplumlarının da laikliğe gereksinimi vardır.

“Hata Neredeydi?”, mimariden modaya, müzikten madeni para ve pula dek uzanan bir dizi yenilikle (özellikle Osmanlı’nın) nasıl başa çıktığını detaylı anlatıyor… Lewis, bir tarihçide olan bilimsellikle, kimseyi yargılamadan geldiği noktada, Fatih Sultan Mehmet gibi bir dehayı, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir devlet adamını çıkaranların neden yenilikleri takipte bu denli tereddüt ettiklerini, neden pozitif şekilde davranamadıklarını sorguluyor… Cevaplar ise toplumun temelindeki yapı taşlarında gizli…

Kitaptan bir alıntı ile son noktayı koyalım.

İnsanlık tarihinin her döneminde modernite veya bunu ifade eden bazı terimler olmuştur. Bunlar yayılmacı ve baskıcı uygarlıkların normları ve yöntemleri olarak benimsenmişlerdir. Ancak batı uygarlığı tüm evreni kucaklayan ilk ve tek uygarlıktır. Modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün her alanda uyguladığı batılılaşma ve yüzünü döndüğü batılı standartları günümüzün modern yaşantısını tanımlar…”

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

10 ADIMDA KENTSEL DÖNÜŞÜM

10 ADIMDA KENTSEL DÖNÜŞÜM

Kentsel dönüşümle kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, depreme dayanıklı olmayan, ekonomik ömrünü doldurmuş binaların yeniden yapılması planlanıyor. Peki kentsel dönüşüm süreci nasıl başlıyor? İşte merak edilen her şey…

6306 sayılı Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkında Kanuna göre, kentteki afet riski taşıyan alanların belirlenip, sağlıklı ve de yaşanılabilir hale getiriliyor. Kanun kapsamında Türkiye’nin her tarafındaki kent ve köylerdeki ekonomik ömrünü tamamlamış, yıkılma riski taşıyan binaların devletin  sağladığı yapım kredisi, kira yardımı, belediye harç – vergi avantajlarını da kullanarak yeniden yapılmasını öngörülüyor.

Kentsel dönüşümle kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, depreme dayanıklı olmayan, ekonomik ömrünü doldurmuş binaların yeniden yapılarak olası doğal afetler sonucu oluşacak zararların en aza indirilmesi amaçlanıyor. Peki kentsel dönüşüm süreci nasıl başlıyor? Riskli yapı nasıl tespit ediliyor? Yıkım süreci nasıl alınıyor? İşte tüm merak edilenler…

1- VATANDAŞIN RİSK TESPİTİ YAPTIRMASI

Vatandaşlar yapılarını, Bakanlık tarafından lisanslandırılmış kurum ve kuruluşlara riskli yapı tespitini yaptırabilir. Bu aşamada maliklerden birinin veya kanuni temsilcisinin müracaatı ile bu tespit yapılabilir. Riskli yapı tespiti talebi, elektronik yazılım sistemi üzerinden yapılır. 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu uyarınca kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulmadığı için arsa paylı tapu var ise, arsa üzerinde fiilen bulunan yapının riskli yapı tespiti, yapının sahibi olan arsa payı sahibince yaptırılır. Arsa üzerindeki yapının başkasına ait olması ve bunun da tapu kütüğünde belirtilmiş olması halinde, riskli yapı tespiti lehine şerh olan tarafça yaptırılır. Riskli Yapılar, 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin Ek-2’sinde yer alan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslara göre tespit edilir.

2- RİSKİ TESPİT EDİLEN YAPILAR

Yapılan tespitler neticesinde Riskli olduğu tespit edilen yapılar, tespiti yapan kurum ve kuruluşlar tarafından Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne veya yetki verilmesi halinde İdareye bildirilir. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri veya İdareler raporları inceler, raporlarda eksik veyahut yanlış hususların bulunması halinde raporlar ilgilisine iade edilir, diğer uygun bulunan tespitlere ilişkin şerh bildirimi ilgili tapu müdürlüğüne iletilir.

3- MALİKLERE TEBLİGAT GÖNDERİMİ

İlgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne işlenen belirtmeler, riskli yapı tespitine karşı tebligat tarihinden itibaren onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe dilekçe ile itiraz edilebileceği, aksi takdirde tebligat tarihinden itibaren İdarece altmış günden az olmamak üzere belirlenen süre içinde yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine tebliğ edilir ve yapılan bu tebligat Müdürlüğe bildirilir.

4- RİSKLİ YAPI TESPİTİNE İTİRAZ

İtirazları inceleyecek olan teknik heyet, üniversitelerden bildirilen dört üye ile ikisi inşaat mühendisi ve biri de jeoloji veya jeofizik mühendisi olmak üzere, Bakanlık teşkilâtında görev yapan üç üyenin iştiraki ile yedi üyeli olarak teşkil edilir.

5- RİSKLİ YAPILARIN YIKTIRILMASI

Riskli yapı olarak tapu kütüğüne kaydedilen taşınmazların maliklerine, altmış günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların yıktırılması istenilir.

6- YIKIM SÜRECİ VE KONTROLÜ

Riskli yapıların altmış günlük süre içinde maliklerince yıktırılıp yıktırılmadığı, İdarece mahallinde kontrol edilir ve riskli yapı, malikleri tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek ve otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulur. Bu süre sonunda da riskli yapıların maliklerince yıktırılmaması halinde, hak sahiplerinin de görüşü alınarak riskli yapılara elektrik, su ve doğal gaz verilmemesi ve verilen hizmetlerin durdurulması ilgili kurum ve kuruluşlardan istenir. Riskli yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ve yıktırma işlemleri; mülkî amirler tarafından sağlanacak kolluk kuvveti desteği ile İdarece yapılır veya yaptırılır.

7- BAKANLIKÇA YIKIM KARARI

Müdürlük veya yetki devri yapılması durumunda İdare, yıktırılan riskli yapılara ilişkin bilgileri elektronik yazılım sistemine kaydeder. İdare, tahliye ve yıkım işlemleri gerçekleştirilemeyen riskli yapılara ilişkin bilgi ve belgeleri, ikişer aylık periyotlar hâlinde Müdürlüğe bildirir. Yıktırılamayan yapılar Bakanlıkça veya Müdürlükçe yıkılır veya yıktırılır. Malikler tarafından yıktırılmadığı için Bakanlık veya İdare tarafından yapılan veya yaptırılan tahliye ve yıkımın masraflarından malikler hisseleri oranında sorumludur. Yıktırma işleminin masrafı maliklerden 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilir.

8- YIKIM SONRASI UYGULAMA

Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir. Bu tebliğde, on beş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği, riskli yapılarda ise anlaşma sağlayan diğer paydaşlara veya yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satılacağı bildirilir.

9- NİTELİKLİ ÇOĞUNLUĞUN SAĞLANMASI

Riskli alanlar, rezerv yapı alanları ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa paylarının satışı için; maliklerin en az üçte iki çoğunlukla anlaştıklarına dair anlaşan maliklerce imzalı karar tutanağı veya anlaşan maliklere ait sözleşme veya vekâletname örnekleri gibi belgeler; maliklerin en az üçte iki çoğunluğu ile alınan kararın ve anlaşma şartlarını ihtiva eden teklifin noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre karara katılmayan malike bildirilerek kabulü için on beş gün süre verildiğine dair belgeler; üçte iki çoğunlukla alınan karara katılmayan maliklere ait taşınmazların Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilen değerine ilişkin belgeler ve satışı yapılacak arsa paylarının maliklerinin tebligata elverişli adres bilgileri ile birlikte yazılı olarak Müdürlüğe veya Bakanlıkça yetki devri yapılması durumunda İdareye müracaatta bulunulur.

10- SATIŞ VE UYGULAMA İŞLEMLERİ

Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa paylarının satış işlemi Müdürlük veya İdare tarafından, 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 15/A. maddesinde belirtilen usule göre gerçekleştirilir. Satış işlemleri sonlanınca uygulamaya geçilir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Pazarlama 4.0 Gelenekten Dijitale Geçiş” Philip Kotler

Pazarlama 4.0 Gelenekten Dijitale Geçiş Philip Kotler

Pazarlama 3.0’da, ürün merkezli pazarlamadan (Pazarlama 1.0) tüketici merkezli pazarlamaya (Pazarlama 2.0) ve son olarak da insan merkezli pazarlamaya doğru yaşanan büyük değişimi anlatan yazarlar, aynı kitapta müşterilerin akılları, kalpleri ve ruhları ile tam birer insana dönüşümlerini ele almışlardı. Dolayısıyla pazarlamanın geleceğinin insani değerleri kucaklayan ve yansıtan ürünler, hizmetler ve şirket kültürleri oluşturmada yattığını savunuyorlardı.

Paylaşım ekonomisi, şimdi ekonomisi, omnichannel bütünleşmesi, içerik pazarlaması, sosyal müşteri ilişkileri vb. trendlerin yaşandığı bu geçiş döneminde ise yeni bir pazarlama yaklaşımı uygulamak gerektiğinden hareketle, Pazarlama 3.0’ın doğal sonucu olarak Pazarlama 4.0’ı kaleme almışlar. Yazarlar kitabın birinci kısmında içinde yaşadığımız dünyayla ilgili gözlemlerinin sonuçlarını, ikinci kısımda pazarlama uzmanlarının, müşterilerin dijital çağda izlediği yolları anlayarak verimliliği nasıl artırabileceklerini, üçüncü kısımda Pazarlama 4.0’ın temel taktiklerini ayrıntılarıyla ele alıyorlar.

Kitabın en önemli öncülü şudur: Pazarlama, dijital ekonomide müşterinin değişen yollarına uyum sağlamalıdır. Pazarlama uzmanlarının rolü, müşterilere, farkındalık konumundan yola çıkıp en sonunda savunuculuk konumuna gelecekleri yere kadar sürecek olan yolculuklarında rehberlik etmektir. 

Pazarlama 4.0, temel olarak, insan merkezli pazarlamanın müşterinin yolculuğunu kuşatmak için derinleşmesini ve genişlemesini tanımlamaktadır.

1- Güç, Bağlantılı Müşterilerin Eline Geçiyor: Pazarlama uzmanlarının daha yatay, daha kuşatıcı ve daha sosyal bir iş ortamını kucaklamaları gerekiyor. Pazar daha kuşatıcı bir hale geliyor. Sosyal medya, coğrafi ve demografik engelleri ortadan kaldırarak insanların bağlantı ve iletişim kurmalarına ve şirketlerin işbirliği içinde inovasyon yapmalarına olanak sağlıyor. Müşteriler daha yatay bir yönelime sahip hale geliyor, markaların pazarlama iletişimine gittikçe daha da ihtiyatlı yaklaşıyor ve bunun yerine f-faktörüne güveniyor. Son olarak, müşterilerin satın alma süreci, önceden olduğundan daha sosyal hale geliyor. Müşteriler karar verirken sosyal çevrelerine daha fazla dikkat ediyor. Hem internetteki hem de gerçek yaşamdaki tavsiye ve değerlendirmelere önem veriyorlar.

2- Bağlantılı Müşterilere Pazarlama Yapmanın Çelişkileri: Pazarın değişen manzarası, pazarlama uzmanlarının üstesinden gelmesini gerektiren bir dizi çelişki yaratıyor. Bunlardan biri online ve offline etkileşim. Her ikisinin bir arada var olması, birbirini tamamlaması ve ortak amaçlarının, daha üstün bir müşteri deneyimi sunmak olması gerekiyor. Ayrıca bir de bilgilenmiş ve kafası karışmış müşteri çelişkisi var. Bağlanabilirlik, bilgi bolluğu ile müşterilere güç katıyor olsa bile, müşteriler çoğu zaman kendi kişisel tercihlerinin önüne geçecek şekilde başkalarının görüşlerine aşırı bağımlı bir hale de geliyor. Son olarak, bağlanabilirlikle birlikte, markalar için olumlu savunucular kazanma konusunda büyük fırsatlar ortaya çıkıyor. Yine de markaların olumsuz savunucuları üzerlerine çekme olasılıkları da var. Bu her zaman kötü bir durum olmayabilir çünkü olumsuz savunuculuk çoğu zaman olumlu savunuculuğu etkin hale getirir.

3- Etkili Dijital Altkültürler: Gençler, kadınlar ve netandaşlar (internet vatandaşları), genellikle ayrı birer müşteri segmenti olarak şirketler tarafından uzun zamandır etraflıca araştırılmaktadır. Özellikle dijital çağın en etkili segmentleri olarak, bu grupların kolektif gücü yine de tam olarak araştırılmış değildir. Gençler yeni ürün ve hizmetleri erken benimseyen bir gruptur. Ayrıca trend belirleyici etkileri vardır ama izledikleri trendler açısından parçalı bir gruptur. Ve son olarak, oyun değiştirici işlevleri vardır. Bilgi toplayıcı ve bütünsel müşteriler olan kadınlar aynı zamanda ev halkının fiili yöneticileri, CFO’ları, satın alma müdürleri ve varlık yöneticileridir. Netandaşlar ise yoğun bir şekilde birbirleriyle bağlantı kurdukları, sohbet ettikleri ve iletişim kurdukları için sosyal bağlayıcılardır. Ayrıca etkili marka misyonerleri oldukları kadar online dünyaya içerik katkısı da sağlarlar. Gençler, kadınlar ve netandaşlar hep birlikte dijital ekonomide pazarlamanın anahtarını ellerinde tutmaktadır.

4- Dijital Ekonomide Pazarlama 4.0: Pazarlama 4.0, şirketler ile müşteriler arasındaki online ve offline etkileşimi birleştiren, marka geliştirmede stil ile özü harmanlayan ve en sonunda müşteri katılımını artırmak için makineden makineye bağlantıyı insandan insana bir dokunuşla tamamlayan bir pazarlama yaklaşımıdır. Pazarlama uzmanlarının, pazarlamanın kilit kavramlarını yeniden tanımlayan dijital ekonomiye geçişine yardımcı olur. Pazarlama 4.0’da dijital pazarlama ve geleneksel pazarlamanın bir arada var olması gerekir ve nihai amaç, müşterilerin savunuculuğunu kazanmaktır.

5- Yeni Müşteri Yolu: Dijital ekonomide, müşteri yolu beş A olarak (farkındalık, çekicilik, sorma, eylem ve savunma şeklinde) yeniden tanımlanmalıdır. Pazarlama 4.0 kavramının nihai amacı müşterileri farkındalık aşamasından savunuculuk aşamasına taşımaktır. Pazarlama uzmanları, bunu yapmak için üç ana etki kaynağından yararlanmalıdır; kendi etkisi, başkalarının etkisi ve dış etki. Bu, O bölgesi (O3) dediğimiz yararlı bir araçtır ve pazarlama uzmanlarının pazarlama çabalarını en uygun hale getirmelerine yardımcı olabilir.

6- Pazarlama Verimliliği Ölçüm Birimleri: Beş A’nın müşteri yoluyla uyumlu yeni bir dizi ölçüm birimi sunduk. Satın alma eylemi oranı (PAR) ve marka savunuculuğu oranı (BAR) adlı bu ölçüm birimleri, pazarlama uzmanlarının müşterileri farkındalık aşamasından eylem aşamasına ve en sonunda da savunuculuk aşamasına geçirmede ne kadar etkili olduklarını daha iyi ölçebilecektir. PAR ve Bar, temel olarak, pazarlama uzmanlarına, uyguladıkları pazarlama etkinliklerinin verimliliğini ölçme olanağı vermektedir.

7- Sektör Arketipleri ve En İyi Uygulamalar: Genel beş A çerçevesini analiz ederek ve farklı aşamalardaki dönüştürme oranlarını değerlendirerek çeşitli sektörler için dört büyük model belirledik: “kapı topuzu”, “kırmızı balık”, “trompet” ve “huni” modelleri. Çeşitli sektör türleri bu modellerden herhangi birine dahil olabilirler. Bu modellerin her birinin kendine özgü müşteri davranış biçimleri ve farklı zorlukları vardır. Ayrıca BAR istatistiklerine bağlı olarak dört farklı sektör grubu daha belirledik. Bu grupların her biri birtakım pazarlama uygulamalarının en iyi örneklerini temsil etmektedir. Örneğin marka yönetimi, kanal yönetimi, hizmet yönetimi ve satış yönetimi gibi.

8- Marka Çekiciliği İçin İnsan Merkezli Pazarlama: Markalar insan merkezli çağda müşterileri kendilerine çekebilmek için gün geçtikçe, daha fazla insani özellik benimsiyor. Bu, sosyal dinleme, netnografya (internete odaklanan etnografya) ve empatiye dayalı araştırmalar aracılığıyla müşterilerin gizli kaygı ve arzularının ortaya çıkarılmasını gerektiriyor. Pazarlama uzmanları, bu kaygı ve arzulara etkili bir şekilde hitap edebilmek için markalarının insani yönlerini geliştirmek zorunda. Markaların fiziksel olarak çekici, düşünsel olarak etkileyici, sosyal olarak bağlayıcı ve duygusal olarak cezbedici olmaları ve aynı zamanda güçlü bir cana yakınlık ve ahlak da sergilemeleri gerekiyor.

9- Marka Hakkında Merak Uyandırmak İçin İçerik Pazarlaması: Gittikçe daha fazla pazarlama uzmanı reklamdan içerik pazarlamasına geçiş yapıyor. Düşünce yapısında bir değişim şart. Pazarlamada, değer önerisi mesajları vermek yerine müşteriler için yararlı ve değerli içerikler dağıtılmalı. Pazarlamacılar içerik pazarlaması geliştirirken çoğu zaman içerik üretimi ve içerik dağıtımına odaklanıyor. Bununla birlikte, iyi bir içerik pazarlaması, üretim öncesi ve dağıtım sonrasında uygun etkinlikler gerektirir. Bu yüzden pazarlama uzmanlarının müşterilerle sohbet başlatmak için içerik pazarlamasında uyması gereken sekiz ana adım vardır.

10- Marka Yükümlülüğü İçin Omnichannel Pazarlama: Müşteriler bir kanaldan diğerine atlayıp pürüzsüz ve tutarlı bir deneyim beklentisi içinde olurlar. Pazarlama uzmanları bu yeni gerçekliğe hitap edebilmek için online ve offline kanalları bütünleştirerek satın almaya giden yol boyunca müşterileri teşvik etmeye çalışıyorlar. Pazarlamacılar aynı zamanda bu iki dünyanın en iyi yönlerini (online kanalların çabukluğunu ve offline kanalların içtenliğini) birleştirmeyi de hedeflemeli. Bunu etkili bir şekilde yapabilmek için gerçekten önem taşıyan temas noktaları ve kanallar üzerine odaklanmalı ve şirketteki çalışanların omnichannel pazarlama stratejisini desteklemelerini sağlamalı.

11- Markaya Duygusal Yakınlık Sağlamak İçin Katılım Pazarlaması: Pazarlama uzmanları müşterileri satın alma aşamasından savunuculuk aşamasına ulaştırmak için bir dizi müşteri katılımını sağlama taktiği uygulamak zorundadır. Dijital çağda katılımı artırdığı kanıtlanmış üç yaygın teknik vardır. İlk olarak, pazarlamacılar dijital müşteri deneyimini zenginleştirmek için mobil uygulamaları kullanabilirler. İkinci olarak, müşterilerin sosyal medyadaki sohbetlere katılımını artırmak ve çözümler sunmak için sosyal MİY’i kullanabilirler. Ve son olarak, arzulanan müşteri davranışlarını teşvik etmek için oyunlaştırma tekniğini kullanabilirler.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

İZMİR’DE GAYRİMENKUL YATIRIMI YAPACAKLAR İÇİN BÖLGE RAPORU

İzmir’de satılık ve kiralık ev yatları ne kadar? Belirli bir bölgede gayrimenkul yatırım yapmak, gayrimenkul satın almak ya da sahip olduğu gayrimenkulü satmak isteyenler için bölge raporu emlak endeksi oldukça önemlidir. Bölge raporu, bir gayrimenkulün bulunduğu konum hakkında birçok detayı müşteriye sunar. Emlak analizcileri ve gayrimenkul rmalar tarafından hazırlanan bu raporlar bölgedeki kiralık ve satılık dairelerin minimum, maksimum ve ortalama yatları hakkında bilgi verir. Bunun yanı sıra; bölgenin demograk bilgileri, konutların amortisman süreleri ve son bir ayda konut yatlarının ne kadar artıp azaldığı bilgilerini de sunar. İzmir, emlak yatırımı yapmak isteyenlerin bölge raporu emlak endeksini en çok merak ettikleri şehirlerden biridir. İzmir’de konut yatırımı yapmak isteyenler için önemli bilgiler… 

İzmir, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 yılı verilerine göre 4 milyon 320 bin 519 nüfus yoğunluğundan oluşur. İzmir’de; Buca, Karabağlar, Bornova, Konak, Karşıyaka, Bayraklı, Çiğli, Torbalı, Menemen, Gaziemir, Ödemiş, Kemalpaşa, Bergama, Aliağa, Menderes, Tire, Balçova, Urla, Narlıdere, Dikili, Kiraz, Seferihisar, Çeşme, Bayındır, Selçuk, Foça, Güzelbahçe, Kınık, Beydağ ve Karaburun olmak üzere toplam 30 ilçe yer alır. Konak, şehrin merkez ilçesi olarak bilinir. 

Kumsalları, tarihi yapıları ve doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı birçok turistin uğrak yeri olmayı başarır. Gayrimenkul yatırımcıların da ilgi odağı olmayı başaran İzmir’de, herkesin bütçesine uygun kiralık ve satılık ev bulmak mümkündür. Peki, İzmir’de gayrimenkul yatırım yapmak isteyenler için en ideal semtler neresidir? İzmir’de kiralık ve satılık daire yatları ne kadardan başlar? İzmir’in en kalabalık semtinin bölge raporu ve emlak endeksi verileri nasıldır? İzmir’in konutta kazandıran ilçesinin bölge raporu emlak endeksi analizi nedir? İşte, İzmir’de emlak yatırımı yapmak isteyenlerin en çok merak ettiği sorular ve cevapları… 

İzmir’in bölge raporu emlak endeksi verileri Emlak sektöründe adından oldukça söz ettiren İzmir, yerli ve yabancı gayrimenkul yatırımcılara ev sahipliğı yapıyor. Zingat.com İzmir Bölge Raporu Emlak Endeksi Aralık ayı verilerine göre, İzmir satılık konut piyasasında son bir ayda satılık konut yatları yüzde 0.96 artış gösterdi. İzmir şehrinde ortalama konut metrekare yatları 3 bin 128 TL olurken, geri dönüş süresi 18 yıl olarak hesaplanmaktadır. 

2019 yılı emlak endeksi ve bölge raporunda İzmir şehrinde satın alınan yüz metrekarelik bir konutun ortalama yatı 312 bin 750 TL olarak bilinir. Bölgedeki ortalama yüz metrekare büyüklüğe sahip konutların minimum yatı 324 bin 563 TL iken, maksimum yatların 390 bin 938 TL olduğu bilinmektedir. İzmir’deki konut satış yatlarındaki değişim incelendiğinde satılık konut yatlarının son üç yılda yüzde 40.7, son beş yılda yüzde 91.7 oranında artış gösterdiği tespit edilmiştir. 

İzmir’de kiralık ev arayanlar için bölge raporu emlak endeksi verileri şu şekildedir; Ortalama yüz metrekare büyüklüğe sahip dairelerin ortalama kira yatları 1.425 TL’dir. Bölgedeki yüz metrekare büyüklüğe sahip kiralık evler minimum 1.069 TL iken, maksimum kiralık daire yatlarının 1.781 TL olduğu görülür. İzmir’deki konut kira yatlarındaki değişim incelendiğinde; son üç yılda yüzde 38.8, son beş yılda ise yüzde 92.3 oranında yatların arttığı görülür.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Konut Kredisi Rehberi

http://www.tanjuhan.com

Kredi kelimesi anlam olarak alacaklı ve borçlu olarak tanımlanan taraflar arası nakit ihtiyacını karşılamak için yapılan uzun vadede faizli geri ödemesi olan borç alma yöntemidir. Latince kökenli olan kredi kelimesi, inanma ve güvenme anlamı taşıyan “credere” sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde bireysel veya tüzel kişilerin nakit ihtiyaçlarını karşılamak için ihtiyaç özelinde geliştirilmiş çeşitli krediler bulunmaktadır. İhtiyaçlara göre değişen kredi türlerinde ihtiyacın türüne bağlı olarak kredi miktarı, faiz oranı ve geri ödeme süresi değişmektedir. Kredi kullanımında krediyi kullanacak kişinin geliri, serveti, borç durumu, yaşı ve tüm bu değişkenlerin değerlendirilmesi ile ortaya çıkan kredi puanı etkilidir. Kredi puanına ve kredi türüne göre borç, faiz, ödeme süresi ve diğer koşullar değişkenlik gösterebilir. Konut kredisi de ev almak için sağlanan nakit kaynağı ifade etmek için kullanılır.

Konut Kredisi Nedir?

Ev satın alma işlemlerinde satın alınması söz konusu olan mülkün üzerine kredi sağlayıcısı tarafından ipotek konulması şartıyla alınabilen kredi türüne konut kredisi adı verilmektedir. Kredi sağlayıcılığı yapan kuruluşlar genellikle bankalar olsa da bazı aracı finans kuruluşları da yüksek kredi notlarını kullanarak konut kredisi verebilirler. Konut kredisi kullanımında kredi ile alınacak evin değerinin ekspertizler tarafından ölçülmesi ve kredi sağlayıcı tarafından tapunun incelenmesi gerekir. İpotek yapılacak mülkün üzerinden herhangi bir ipotek ya da borç bulunmaması, yapının kaçak olmaması ve tapuda kredi sağlayıcıya iletilen bilgilerin doğruluğunun kanıtlanması konut kredisi almanın temel koşulları arasında yer alır.

Günümüzde konut kredisi ev sahibi olmak isteyenlere tavsiye edilen bir kredi türüdür. Mülkün toplam nakit bedeline sahip olunsa da ufak bir miktarı için kısa vadeli ve düşük faizli bir kredi çekmek o mülkün kredi sağlayıcısı tarafından detaylı bir şekilde incelenmesini sağlar. Bu inceleme doğrudan uzman kişiler tarafından yapıldığı için satın alma sürecinde herhangi bir aksilik yaşanmasının, dolandırıcılığın önüne geçilebilir. Hem nakit ihtiyacı hem de alınacak mülkün oturma ruhsatı, tapu durumu ve diğer yasal bilgilerinin en doğru şekilde alınabilmesi için konut kredisi kullanımı tavsiye edilmektedir.

Mortgage Nedir? Konut Kredisi ile Ne Farkı Vardır?

Mortgage olarak bilinen ve temelde konut kredisi ile benzer şartlara sahip olan kredi türü aslında ülkemizde 2007 yılında kaldırılmış olan bir borçlanma yöntemidir. Hem konut kredisi hem de mortgage ev sahibi olmak isteyenlerin başvurduğu bir nakit sağlama yöntemidir. Aralarındaki fark ise 2007 yılı öncesine bakıldığında net bir şekilde görülebilir. Konut kredilerinin 2007 öncesinde günümüze göre daha kısa vadeli kullanılabilmesi ve ödeme şartlarının ağır olması mortgage kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mortgage ile konut alırken geri ödeme vadesi 20 yıla kadar çıkabilir ve bu uzun vade imkanı “kira öder gibi ev sahibi olun” sloganı ile pazarlanmıştır. 2007 sonrasında yapılan düzenlemeler sonrasında konut kredilerinde vade süresi 240 aya kadar uzatılmış ve mortgage kavramı ortadan kalkmıştır. Şu an ülkemizde mortgage ve konut kredisi kavramlarını aynı anlamda kullanmak iki kredinin de şartlarının eşitlenmesi ile mümkündür.

Konut Kredisi Şartları Nelerdir?

Konut kredisi başvurusu yapmadan önce kredinin şartlarının detaylı incelenmesi gerekir. Ev satın alma kararı ile birlikte bu şartları masaya yatırmak doğru yatırımı yapma olacağı sağlar. Konut kredisi ile ev satın almak isteyenlerin öncelikli olarak bilmesi gereken konut değerinin en fazla %80’ini kadar kredi çekebilecekleridir. Örnek vermek gerekirse 1.000.000 TL değerinde bir ev satın almak için en fazla 800.000 TL değerinde konut kredisi kullanılabilir. Elbette %80’lik değerlenmenin üst sınır olduğu unutulmamalıdır. 1.000.000 TL’ye satışa çıkarılan bir konut için bankanın ekspertizi 850.000 TL değer biçerse bu değerleme sonucunda çekilebilecek maksimum kredi miktarı 680.000 TL’ye düşer. Bu da satın alma sürecinde gerekecek nakit miktarının neredeyse 1,5 katına çıkması anlamına gelir ve satın alımı yapacak kişinin planlarına uymayabilir. Bu nedenle konut sahibi olmaya karar verme süresince nakit ödenecek miktarın %20’nin üzerinde olması olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına engel olur.

Konut kredisi kullanım şartlarında ilk öncelik evin ipotek değerinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak kredi miktarının hesaplanması olsa da sonrasında kredinin onaylanabilmesi için farklı unsurların da incelenmesi gerekir. Konut kredisi alacak kişinin, hane halkının gelir miktarı ve kredi başvurusu yapan bireyin kredi notu süreci doğrudan etkiler. Konut değerinin %70’ini nakit verebilecek bir kişi riskli kredi notu ve düzenli geliri olmaması sebebiyle konut kredisi alamayabilir.

Konut Kredisi Alırken Çıkan Maliyetler

Konut kredisi alırken hem kredi alma işlemlerinde gerekli belgeleri hem de bu kredi özelinde gereken belgeleri hazırlamak zorundasınız.

1.Dosya Masrafı

Finansal Tüketiciden Alınacak Ücretler Yönetmeliği kapsamında en fazla toplam kredi tutarının %0,5 kadarı olacak şekilde tahsil edilen bir kredi maliyetidir. Dosya masrafı yerine kredi tahsis ücreti olarak da adlandırılabilir. 

2. Ekspertiz Ücreti

Konut kredisi kapsamında alınacak mülkün vasfı, brüt metrekaresine ve konumuna göre değişiklik gösteren, ekspertiz hizmeti için ödemem ve kredi kullanıcısından tahsil edilen bir ücrettir ve BSMV’den muaftır. Ekspertiz ücreti konuta göre değişiklik gösterse de minimum 750 TL tutarındadır.

3. İpotek Tesis Ücreti

Konut kredisinin anapara ve faizlerinin tamamının ödeneceği süre boyunca söz konusu konut kredi sağlayıcıya ipotekli kalır. İpotek işlemi sırasında kredi sağlayıcının rehin tesisi işlemi için aracı kuruma ödediği bedeldir ve kredi kullanıcısından tahsis edilir. Bu ücret konut kredisi veren kuruma göre farklılık göstermektedir.

4. İpotek Fekki Ücreti

Konut kredisinin bitmesi ile birlikte krediye konu olan konutun üzerindeki ipoteğin kaldırılması, tapuya ipotek fekkinin bildirilmesi gerekir. Bu işlem için bankadan kredi borcunun bitimine istinaden düzenlenmiş bir belge alımın ve bu belge tapuya teslim edilir. Bu işlemi yaparken kredi sağlayıcı ipotek tesisi kadar bir ücretlendirme yapabilir ancak bazı kurumlarda bu işlem ücretsizdir. Ek olarak tapu dairesinde de söz konusu işlem için bir miktar ödeme yapılması gerekebilir.

5. ZDS (Zorunlu Deprem Sigortası), DASK

Günümüzde konut satışı yada kiralanması söz konusu olduğunda zorunlu olarak yapılması gereken bu sigorta yıllık olarak yenilenmektedir. Konut kredisi işlemleri içerisinde de 1 yıllık süre ile yapılan bu sigorta yasal olarak zorunludur. Bu sigorta DASK tarafından yapılmaktadır.

6. Konut Sigortası

Konut kredisi kapsamında yasal olarak zorunluluğu olmasa da bankalar tarafından zorunlu olarak gösterilen bu sigorta evde meydana gelebilecek hasarların teminat altına almasını sağlıyor. İpotek altına alınan konut ile ilgili riskleri en aza indirmek isteyen bankalar, konut sigortası dahil kredi paketlerine daha düşük faiz uygulayarak bu sigortayı mecburen tercih edilebilir kılmaktadırlar. Konut sigortası için bankanın zorunlu kıldığı seçenekleri tercih etmek istemeyen kişiler dilerlerse kendi istedikleri bir sigorta şirketi üzerinden bu sigortayı yaptırabilirler.

7. Hayat Sigortası

Kredi kullanan kişinin vefatı durumunda kalan kredi borcunun sigortadan tahsis edilmesi için yapılan bu sigorta kredi kullanımında bankalar tarafından zorunlu tutulmaktadır. Hayat sigortası yapılmadan kullanılabilen krediler düşük miktarda ve yüksek faizli olduğu için konut kredisinde dezavantaj sağlar. Hayat sigortası kişinin yaşına ve çalıştığı işe göre değişiklik gösterebilir ve 70 ila 80 yaşın üzerinde olan kişiler hayat sigortası kapsamı dışındadır.

8. Ferdi Kaza Sigortası

İsteğe bağlı olarak yapılabilen, bazı bankalar tarafından daha düşük faiz oranları ile teşvik edilen bu sigorta kredi kullanıcısının uğradığı bir kaza sonucunda tedavi masraflarını da kapsayan bir sigorta türüdür. Bu sigortanın kapsamına göre kaza sonrasında kişinin iş göremez olduğu süre boyunca kredi ödemesi sigorta tarafından karşılanır.

Konut Kredisinde Erken Ödeme Cezası

İhtiyaç kredisi kullanımında erken ödeme faiz indirimi almak mümkün olsa da konut kredilerinden bu durum tam tersi olabilir. Eğer konut kredisinin tüm taksitleri vadeleri gelmeden tek bir seferde ödenmek istenirse bu durumda ödeme yapılacak toplam tutarın %2’si kadar ceza ödemesi istenebilir. Erken ödeme cezası kredi sağlayıcının belirleyeceği bir miktardır ve değişkenlik gösterebilir.

Konut Kredisine Uygun Olan Konutlar Nelerdir

Ev sahibi olmak isteyenlerin büyük bir kısmı konut kredisi kullanarak ev almayı tercih ediyor. Bu tercih iki temel sebebi bulunuyor. Nakit ihtiyacı konut kredisi kullanımında en büyük etmenken alınan konut ile ilgili yasal araştırmanın bir finans kuruluşu tarafından yapılması da ev sahibi olmak isteyenler tarafından tercih ediliyor. Bir evin konut kredisine uygun olması evin değerinin de artmasına neden oluyor.

Konut satın almaya karar veren ve bu süreçte konut kredisi ile nakit desteği almak isteyenlerin mutlaka başlangıçta evin krediye uygun olup olmadığını araştırması gerekiyor. Bu araştırma yapılmaksızın konut kredisine başvurulursa ekspertiz ataması yapılır ve daha önce bahsetmiş olduğumuz ekspertiz ödemesi krediye başvuran kişiden tahsis edilir. Konutun krediye uygun olmaması durumunda ödenen ekspertiz ücreti geri iade edilmez.

Bir evin konut kredisine uygun olup olmadığını bu alanda özel olarak çalışmayan bir insanın anlaması zordur. Eğer gayrimenkul yatırımı ile alakalı bir uzmanlığınız yoksa konut kredisi uygunluğunda en az riski almak için yapılabilecek bazı incelemeleri bilmek gerekir. Kurumsallaşmış bir gayrimenkul firması ile çalışmak konut kredisi sürecinde ciddi anlamda zaman ve para tasarrufu elde etmenize olanak sağlasa da yüksek marka gücü yüksek komisyon ödemesi gerektirdiği için pek çok insan daha piyasaya yakın emlakçıları tercih etmektedir. Bu noktada evin kredi uygunluğunu kişinin kendisinin ölçmeye çalışması daha güvenilir bir sonuç almasını sağlar.

Konut kredisi başvurusunda kredi uygunluğunu araştırırken iki farklı mülk tipi olduğu unutulmamalıdır. Yeni yani sıfır yapılar için gerekli olan uygunluk kriterleri ile eski yani ikinci el yapılar için gerekli olan uygunluk kriterleri farklıdır.

Yeni Tamamlanmış, İlk Satışı Yapılacak Konutların Krediye Uygunluğu

Konut kredisi uygunsuzluğu yeni yapılmış konutlarda ikinci el konutlara göre çok daha nadir görülür. Bunun en temel nedeni konutu yapan kişinin bunu bir yatırım ve gelir beklentisi ile yapıyor olması ve ülkemizde konut kredisi kullanım oranının da %40’ı geçmiş olmasıdır. Pek çok müteahhit konut kredisine uygunsuzluk riskini göze alarak %40’ın üzerinde bir hedef kitlesi kaybı yaşamak istemez. Yine de tedbiri elden bırakmadan yeni tamamlanmış ve ilk satışı yapılacak konutlarda konut kredisi uygunluğu için gerekli şartları gözden geçirmek gerekir.

Yeni Konut Tamamlama Oranı

Yeni yapılmış bir konut için kredi başvurusu yapılırken ekspertizin inceleme yaptığı anda söz konusu konutun en az %80’inin tamamlanmış olması gerekir. Bu konu yeni başlayacak proje ve tamamlanmayan konutlar için kredi kapsamında yeniden ele alacağımız bir konu olsa da eğer bir proje kapsamında anlaşmalı bir kredi sağlayıcı üzerinden konut kredisi alınmayacaksa mutlaka satın alınacak mülkün en az %80’lik kısmının tamamlanmış olduğuna dikkat edilmesi gerekir.

Çok Katlı (Dubleks, Tripleks) Dairelerin Kullanım Şekli

Konut kredisi kullanılacak olan mülk dubleks yada tripleks ise kısacası çok katlı ise bu konutun kaç girişinin olduğu kredinin onaylanması açısından çok önemlidir. Söz konusu daire tek bir daire şeklinde kullanıma uygun değilse, her kat için ayrı bir giriş kapısı bulunuyorsa ve her kat bu giriş kapıları sayesinde çeşitli müdahaleler ile bağımsız kullanılabilir hale geliyorsa bu konutlara kredi kullanılması mümkün değildir.

Ortak Kullanım Alanları

Kredi başvurusuna konu olacak konutun apartmanın ortak kullanım alanları ile herhangi bir bağı varsa bu konuta oldukça az bir miktarda konut kredisi verilir ya da hiç verilmez. Bunun temel sebebi ortak kullanım alanlarının daireye dahil olduğu durumlarda kat maliklerinin şikayetleri sonucunda konut üzerinde hak sahibi olma ihtimalleridir. Bu noktada krediden bağımsız olarak bu riski taşıyan konutlarda gerekli yasal önlemler alınmadan satın alma işlemi yapılmamalıdır. Otopark, depo ya da çatı gibi ortak alanların olduğu apartmanlarda bu konu dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Örneğin terası olan bir çatı katı dubleks dairenin teras kısmının devamı ortak kullanım alanı, çatı depolama alanı gibi bir kullanıma açıldıysa bu daire yüksek risk grubu içerisinde sayılabilir.

Mesken Olma Zorunluluğu

Konut kredisi başvurusu yaparken üzerine kredi alınacak konutun tapuda mesken olarak kayıtlı olması gerekir. Bu durum oldukça normal gözükse de bazı konutların özellikle de giriş katta yer alan konutların dükkan olarak kayıtlı olması gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle konut kredisine başvurulacak konutun tapusunu önceden görmek olumsuz bir durum yaşama ihtimalini en aza indirir.

İkinci El Konutların Krediye Uygunluğu

İkinci el konutların krediye daha çok uygun olacağı düşünülse de bu aslında temel bir hatadır. Konutun ilk satışından itibaren geçen sürede konutun krediye uygun olmayan değişimlere uğramış olma ihtimali her zaman vardır. Kullanımda olan bir konutun krediye uygunluğu konusunda ikna olmadan ya da bir şekilde ikna edilmeden önce mutlaka bazı hususlar konusunda bilgi sahibi olmak gerekir.

Tapu İncelemesi

Bir konutun kredi verilmeye uygun olması için kat irtifakı ya kat mülkiyeti bulunmalıdır.  Bunlar konutun yasalara uygun olarak yapıldığını gösterir. Kat mülkiyeti, söz konusu konutun belediyeye sunulan projeye uygun olarak yapılmış olduğunu gösterir. Elbette bunların olması konutun krediye %100 uygun olduğu anlamına gelmez. Konutun ilk satışından itibaren geçen süre zarfında konutun projesine aykırı değişimlere uğramış olduğunu ancak ekspertiz tarafından anlaşılabilir, yine de bu belgeleri incelemek riski azaltır.

Buna ek olarak tapuda belirtilen konut niteliğinin mutlaka mesken olmalıdır. Aksi durumda söz konusu konut kredi için uygun değildir. Konut kredisi için olmazsa olmaz bu bilgiler konuta ait tapu senedi üzerinde yer alırlar. Bu nedenle konut kredisine başvuru yapmadan önce tapuyu görmeyi talep ederek uygunluktaki ilk adımı tamamlamak mümkündür.

Ortak Kullanım Alanları

Tıpkı yeni yapılan konutlarda olduğu gibi eski konutlarda da ortak kullanım alanlarına bağlı olarak kredi uygunsuzluğu ortaya çıkabilir. Bu nedenle konutun ilk projesinin onayından sonra binaya herhangi bir ekleme yapılıp yapılmadığı sorgulanabilir. Terası olan bir konutta teras alanının aslında ortak kullanımdan sayılması ve tapuya dahil edilmemesi konut kredisinde sorun yaşanmasına neden olabilir.

Haciz Durumu

Satın alınmak istenen konutun üzerinde ipotek ya da haciz varsa konut krediniz riske girer. Konutun üzerinde ipotek olduğu durumlarda ipotek yapan banka satış işlemlerinde bu kısmı tahsil eder ya da bu konut için kredi alınması mümkün olmayabilir. Eğer söz konusu konut üzerinde haciz varsa kredi kesinlikte alınamaz.

Konut Kredisine Uygun Olan Gayrimenkuller

Bir gayrimenkulün konut kredisine uygun olup olmadığının nasıl anlaşılacağı ile ilgili detaylı bilgilerden sonra farklı durumlara sahip olan konutların kredi için uygunluğuna bakmamız gerekir. İpotek durumu, proje aşamasındaki konutlar için farklı kuralları olduğundan bu durumları tek tek ele almak ve doğru kararı vermek önemlidir.

Hisse Tapulu Gayrimenkuller

Konut kredisi alınmak istenen bir gayrimenkulde birden fazla hisse olması durumunda konut kredisi onayının çok zor olacağı bilinmelidir. Bu durum genellikle miras konularında ortaya çıkar. Örneğin bir evin 6 kişiye miras kalması durumunda mirasçılardan birisi evin 3 hissesini daha satın almak ve bu işlemi yaparken konut kredisi kullanmak isterse kredi sağlayıcı konutun tamamına ipotek koyamayacağı için konut kredisi vermeyebilir. Hisseli tapularla ilgili bir başvuru yapmadan önce bankanın kredi uzmanıyla görüşmek zaman ve para kaybına engel olacaktır.

İpotekli Konutlar

Satın alınacak konutun üzerinde ipotek bulunması durumunda konutun satışının yapılabilmesi mümkündür. Ancak bu satışın yapılabilmesi için ipotek koyucuların mutlaka öncelikli olarak borçlarını tahsil etmesi gerekir. Haciz durumu yoksa sadece konut üzerinde devam eden bir ipotek varsa satış aşamasında öncelikle ipotek edenin borcunun kapanması sonrasında kalan miktarın tapu sahibine verilmesi gerekir. Bu şekilde anlaşma sağlanarak konutun satışı yapılabilir. Bu tür durumlarda konut kredisi için ipotek koyan banka ile çalışmak sürecin daha kolay ilerlemesi açısından fayda sağlayabilir.

Proje Aşamasındaki Konutlar

Henüz yapımı başlamamış ve proje halindeki konutlar için konut kredisi kullanabilir. Ancak bu kredinin kullanılabilmesi için proje sahibi firma ile banka arasında anlaşma yapılması gerekir. Eğer proje sahibinin bu tür bir anlaşması varsa konut tamamlanmadan da kredi kullanılması mümkündür. Konut kredisi kullanımında söz konusu konutun %80’inin tamamlanması şartı sadece bu tür anlaşma durumlarında görmezden gelinir. Bu tür anlaşmalarda süreç konut kredisinin proje sahibine banka tarafından blokeli olarak aktarılması ve konutun tamamlanması ve kredi kullanan kişiye devredilmesi ile birlikte banka koymuş olduğu blokeyi kaldırır.

Konut Kredisi Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Konut kredisi kullanmadan önce uzun vadeli planlamalar yapılması gerekir. 240 aya varan vadelerle kullanılabilen bu kredi kişinin hayatının 20 yılında ödemesi gereken bir borç olacağı için doğru karar çok önemlidir.

Maksimum Peşinat

Konut kredisi kullanmadan önce istenilen ev için maksimum peşinat ödenmesi her zaman faydalıdır. Maksimum ödeme yapılması ya vade süresini azaltır ya da ödeme miktarını bu iki durumda uzun dönemde kişinin kendini psikolojik olarak daha rahat hissetmesi için önemlidir.

Acil Durum Planı

Konut kredisi ödeme planı hesaplanırken bankalar hane halkının gelirinin %50’sini geçmeyecek şekilde aylık ödeme tutarı hesaplarlar. Bu durum hane halkında yaşanan bir gelir değişiminin kredi ödemesini aksatmaması için yapılır ancak yine de ev halkından birinin ayrılması, boşanma ya da vefat durumu, işsiz kalma gibi olumsuz olaylarda kredi ödemelerinin aksamaması gerekir. Bu tür durumlarda ödemelerin devam edebilmesi için ufak da olsa bir maddi birikimin olması gerekir.

Doğru Kredi Seçimi

Konut kredisi almadan önce tüm bankaların kredilerini detaylı bir şekilde incelemek gerekir. Aynı miktar ve vadede her bankanın sunduğu teklifleri bir araya koyup incelemek daha doğru sonucu elde etmek için gereklidir. Bu noktada konut kredilerindeki değişim sağlayacak unsurları öğrenmek ve seçimi doğru yapmak önemlidir.

Konut Kredisinde Önemli Değişkenler

Vade

Konut kredilerinde vade hesaplaması 2007 yılından beri oldukça uygun yapılabiliyor. Eskiden 5 yıla kadar vadesi olan konut kredileri yapılan düzenlemeler ile 240 aya yani 20 yıla kadar uzayabiliyor. Vadenin uzaması ile birlikte ödenmesi gereken faiz miktarı artsa da ev sahibi olmak isteyenler doğru hesaplama ile kendileri için en uygun vadeyi bulabilirler. Konut kredisi için en uygun vade hesaplamasını mevcut durumda ödenen kira üzerinden yapmak mümkündür. Temel bir ihtiyaç olan barınmayı karşılamak için ödenen kira bedeli konut kredisi ödemesi için planlama yapmayı kolaylaştırır. Kira bedelinin her yıl artış alacağını da hesaba katarak her yeni yılda ödenecek kirayı hesaplayıp, kredi vadesini planlamak mümkündür. Bu tür bir planlamayı kredi ödemesine yansıtmak için de artan ödemeli konut kredisi çeşidinden yararlanılabilir.

Faiz

Konut kredisi kullanacaklar için 2 farklı faiz seçeceği vardır. Sabit ve değişken faiz olarak sunulan bu seçenekler hem kişinin hem de piyasanın durumuna göre incelenmelidir. Faizlerin çok yüksek olduğu bir koşulda sabit faizli konut kredisi kullanmak uzun dönemde masraflı bir seçim olacaktır. Eğer böyle bir karar vermek istenirse bankaların sunduğu refinans olarak adlandırılan daha ucuza kredi çekme imkanı düşünülmelidir. Ancak bu durumda da mevcut sabit faizli kredinin erken ödeme cezasını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Değişken faizli konut kredisi seçeneğinde belirli bir dönem sabit faiz uygulandıktan sonra kredi kullanım sürecinde belirlenen dönemlerde faiz güncellemesi yapılır. Bu hem avantajlı hem de dezavantajlı olabilir. Faizlerin yüksek olduğu bir dönemde kredi kullanıldığında değişken faiz çok yararlı olabilir. Yine de bu tür bir konut kredisi kullanmadan önce üst faiz limiti olan bir seçenek tercih etmek daha güvenilir olacaktır.

Konut Kredisi Çeşitleri

Sabit Faizli Konut Kredisi: 

Sabit faizli olarak kullanılabilen bu konut kredisi genel olarak herkesin bildiği, ödemelerin yıllar içerisinde değişmediği kredi çeşididir. Bu kredi genellikle uzun vadeli planlama yapmak isteyenler için uygundur. Faiz hesabını mevcut durumda yaptığı zaman bütçesine uygun bulan, uzun vadede aylık ödeme miktarının değişmesini istemeyen kişiler bu krediyi tercih edebilir.

Azalan Taksitli Konut Kredisi: 

Bu konut kredisi türünde faiz ödemesinin azaltılması mümkündür. Konut kredisinin ilk yıllarında yüksek aylık ödemeler yapılarak faiz ödemesinin süresi azaltılır ve sonraki dönemlerde ana para ödemesi yapılır. Mevcut işinden ve gelirinden memnun olan, gelecekte oluşabilecek olumsuz durumlara karşı önlem almak isteyenler bu konut kredisini tercih edebilirler.

Ara Ödemeli Konut Kredisi: 

Konut kredisine başvuran kişinin belirli dönemlerde aldığı ara ödemeler varsa bu kredi türü tercih edilebilir. Kişinin belirlediği sıklıklarda ara dönem ödemeleri yaparak taksitlerini azaltabilir. Bu şekilde anlaşılan kredilerde ara ödeme yapılması erken ödeme cezasına tabi tutulmaz. Prim ya da ikramiye alan, yıllık düzenli bir ek geliri olan ya da birikimlerini düzenli olarak kredi ödemesini azaltmak için kullanmak isteyenler bu kredi tipini tercih edebilirler.

Artan Taksitli Konut Kredisi: 

Kira öder gibi ev sahibi olma fikri ile ortaya çıkan bu konut kredisi tipinde kira artış oranına bağlı olarak kredi ödemeleri artar. Konut kredisi kullanacak kişinin ödediği kira miktarı ya da ödeyebileceği kira miktarı ile başlayan ödemeler her yıl kira zammı gibi belirli bir oranda artırılır ve bu artış ile kira ödeme mantısı ile kredi ödemesi yapılarak ev sahibi olunabilir.

Faiz Değişimli Konut Kredisi: 

Hayallerindeki konutu bulan ancak mevcut piyasa durumu sebebiyle yüksek faiz ödemek istemeyenler tarafından tercih edilen konut kredisi türüdür. Bu konut kredisinde belirli dönemlerde Tüketici Fiyatları Endeksine göre faiz değişimi hesaplanır. Bu hesaplama ile faizlerde yaşanan dalgalanmalara göre kredinin durumu güncellenir ve faiz düşüşlerinde kredinin ödemesi azalır. Faizlerin yüksek olduğu dönemde konut sahibi olmak isteyenler için bu konut kredisi türü istedikleri evi kaçırmamaları için önemli bir fırsattır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Görünmeyeni Satmak” Harry Beckwith


Onları göremezsiniz – peki onları nasıl satarsınız?

Hizmet satışı ile ilgili sorun da budur.

Bu zorluğu, bundan ondört yıl önce, bir hizmetle ilgili ilk reklamımı yazmaya çalışırken fark ettim. Bir ürün değildi. O nedenle hizmeti, virajlı yollarda ilerlerken çizemezdim. Ya da Cindy Crawford’un üstünde veya pahalı porselenlerle sunulurken… Hizmeti, hiç bir şey yaparken çizemezdim, çünkü hizmetler görünmezdir; hizmetler, birilerinin bir şey yapacakları ile ilgili verilen sözlerdir. Bunu nasıl satarsınız?

Çoğu insan, “pazarlama” sözcüğünü, satış ve reklamcılıkla bir tutacaktır. Bu yaklaşıma göre pazarlama, elinizdeki şeyi alıp, müşterinin boğazından aşağıya dökmektir. “Daha iyi pazarlama yapmalıyız” ifadesi, reklamlar, halkla ilişkiler ve e-posta kampanyalarıyla “Sesimizi dışarıya duyurmalıyız” demektir.

Ne yazık ki, “dışarı” ifadesi, şirketlerin dikkatini “içeriden” dağıtır ve hizmet pazarlamasının ilk kuralı, dikkatlerden kaçar: Hizmet pazarlamasının esası, hizmetin kendisidir.

Size daha iyi bir hizmet sunarsanız, bütün dünya kapınızda birikecektir demiyorum. Bir çok iyi hizmet, kötü pazarlama yüzünden başarılı olamamıştır. Ama, dışarıda duyulmanın da tek başına yeterli olduğunu söylemiyorum. Bir hizmet şirketini yok etmenin en etkili yolu, dışarıda sesini duyurarak, insanları sorunlu bir hizmete çekmektir.

Hizmet kalitesi gittikçe kötüleşmektedir. Telefonda dakikalarca beklemeye alınmanız, banka işlemlerindeki yavaşlık, söz verip de gelmeyen tamirciler, hep bu kötü hizmetin sık karşılaştığımız örnekleridir. Hizmet kalitesi o kadar düşmüştür ki, kimse hizmetinizle ilgili şikayette bulunmuyorsa, kendinizi iyi hissetmeyin. Çoğu kimse, şikayet etmekten, epey zaman önce vazgeçmiş bulunuyor.

Peki hizmet sektörü neden bu kadar kötüleşti?

Bunun ana nedeni, şirketlerin çalışan sayısı, verilen eğitimler ve ücretler gibi konularda maliyet tasarrufuna gitmeleridir. Karlılıklarını arttırmak amacıyla şirketler – ta ki bir müşterin olay çıkarana kadar – tüm maliyetlerini kısmaktadırlar. Oysa şirketlerin anlaması gereken şey, memnun müşterinin daha fazla para harcayacağıdır.

O nedenle, reklam kampanyanızı başlatmadan önce, hizmet kalitenizi düzeltin.

Lake Wobegon Etkisi: Kendinizi Kendi Gözünüzde Büyütmek

Bizler, olduğumuzdan daha iyi olduğumuzu düşünürüz.

Araştırmacılar, öğrencilere sorduklarında, yüzde altmışından aldıkları cevap, diğerleriyle iyi geçinme konusunda, kendilerini en üst yüzde onluk dilim içinde gördükleri şeklindeydi.

Üniversite profesörlerinin yüzde doksan dördü, ortalama bir meslektaşından daha iyi iş çıkardığını söylemektedir. Çoğu erkek, yakışıklı olduğunu düşünür.

Üstünlük illüzyonumuz o kadar yaygındır ki, psikologlar bu duruma bir isim bile vermişlerdir. Garrison Kellor’un ünlü radyo programında yer alan hayali kasabanın adından esinlenerek, bu duruma, Lake Wobegon Sendromu diyorlar. Lake Wobegon kasabasında, bütün kadınlar güçlüdür, bütün erkekler yakışıklıdır ve bütün çocuklar ortalamanın üstündedir.

Bir insan olarak, şirketinizdeki herkes, Lake Wobegon etkisi altındadır. Unutmayın ki, siz de olduğunuzdan daha iyi olduğunuzu düşünmektesiniz ve verdiğiniz hizmetin de olduğundan daha iyi olduğuna inanıyorsunuz…

Üstelik, hizmet sektörünün genel performansı o kadar düşük ki, siz ortalamanın üstünde olsanız dahi, kötü bir hizmet veriyor olabilirsiniz.

Hizmetinizin kötü olduğunu varsayın. Bunun bir zararı olmaz, sadece sizi onu sürekli geliştirmeye teşvik eder.

Standartlarınızı Müşterileriniz Belirlesin

Bir çok hizmet işinde, kaliteyi müşteriler değil de, sektör tanımlar. Örnek olarak, reklamcılık ve mimarlığı düşünebilirsiniz.

Reklamcılıkta, çoğu yaratıcı kişi “Bu cidden de iyi bir reklam” dediğinde, söyledikleri şey o reklamın, müşterinin işini geliştirmesine destek olacağı değildir. İfade etmek istedikleri, reklamın görselinin ve başlığının havalı olduğudur.

Bir çok mimar, içinde yaşayan ya da çalışan insanlar için, inanılmaz kullanışsız olan binalar tasarlarlar. Yine de mimarlar bu binalara, muhteşem eserler diyebilirler. Bunun nedeni, standartları kendilerinin belirlemesidir.

Sizin standartlarınızı kim belirliyor? Sektörünüz mü, egonuz mu yoksa müşterileriniz mi?

Reklam Yazımında Asid Testi

Bir reklamcı olarak rahatlıkla şunu ifade edebilirim: Reklamı hazırlamakta gerçekten zorlanıyorsanız, büyük ihtimalle o ürün kusurludur. Siz de hizmetiniz için müşterilerinize vaat edeceğiniz şeyi bulmakta zorlanıyorsanız, hizmetinizin düzeltilmeye gereksinimi var demektir.

Hizmetinizle ilgili bir reklam yazın. Ama yayınlamayın. Bir hafta sonra, bu reklamın yeterince güçlü olmadığını düşünüyorsanız, reklam üzerinde çalışmayı bırakıp, hizmetiniz üzerinde çalışmaya başlayın.

Pazarlama Planının İlk Kuralı

Farklı bir uyarı almadıkları takdirde, bir hizmetin pazarlamasından sorumlu kişiler, işe pazarlamayla ilgili son bıraktıkları yerden başlayacaklardır.

Herkes, şirketinin doğru işte olduğunu düşünür. Doğru şekilde organize olduğunu ve gerektiği gibi kadrolaştığına inanır. Ufak tefek geliştirmeler haricinde, her şey olması gerektiği gibidir.

Ve herkesin pazarlama ile ilgili o yılki odağı, “Bunu nasıl satarız?” şeklindedir.

Bunun yerine, herkes sıfır noktasından başlamalıdır. Sormaları gereken sorular : “Bu hala geçerli midir?” ve “Sunduğumuz şey, dünyanın istediği şey midir?” olmalıdır.

Yeni pazarlara hizmet vermemize olanak tanıyacak şekilde, yetkinlik ve becerilerimizi geliştirdik mi? Yeni yetkinlik ve beceriler edinmeli miyiz? Ya da, faaliyet alanımızı daraltıp uzmanlık gerektiren hizmetlere mi odaklanmalıyız?

Hangi soruyu sorarsanız sorun, pazarlama planlamasının ilk kuralını izlemeniz gerekir:

Her zaman sıfır noktasından başlayın.

En İyi Arkadaşlarınız dahi Size Söylemeyecektir

Dün, değerli bir hizmet sunan bir kişi beni telefonla aradı ve bana pazarlama dersi vermeye kalktı. Planındaki her öğenin, pazarlama karışımının bir parçası olduğunu tam üç kez tekrar etti. Duyduğum en kötü satış konuşmalarından birini yaptı.

Ben kolay alınan bir kişi olabilirim ama, müşterilerimin hiç bir zaman onun hizmetine gereksinim duymayacaklarını ümit ettim. Üstelik, gerçekten de değerli bir hizmet sunuyordu.

O satışçı bana satış yapamamaktan daha fazlasını gerçekleştirdi. Bana satış yapmakla ilgili gelecekteki tüm şansını da yitirdi.

Satış konuşmasının, ne kadar kötü olduğunu ona söyledim mi? Hayır, söylemedim. Hem konuşmayı uzatmaya değmezdi, hem de onu kırmak istemedim.

Peki, bir sonraki müşteri adayına ne anlatacak? Aynı şeyleri…

İnsanlar size neyi yanlış yaptığınızı söylemezler.

Müşteri adaylarınız da söylemeyecek.

Müşterileriniz de söylemeyecek.

Bazen, eşiniz dahi söylemeyecek.

O zaman hizmetinizi geliştirmek için ne yapmanız gerekiyor?

Sorun…

Ama Arkanızdan Konuşurlar

Geçenlerde bir müşterimle yaptığım konuşma, beni çok şaşırttı. Ona, “Bir hizmeti pazarlamaya başlamanın ilk adımı, hizmeti düzgün biçimde verebilmektir. O nedenle, bunu yapıp yapmadığınızı öğrenin. Müşterilerinize sorun.” dedim.

Verdiği cevaba hazırlık değildim:

“Bunu yapmak istemiyorum. Ne düşündüklerini öğrenmekten korkuyorum” dedi.

Aslında müşterilerinin ne düşündüklerini duymak istememesi, iyi bir şeydi çünkü anketleri onun göndermesini istemiyordum. Anketleri, bağımsız bir kuruluşun göndermesini tercih ediyordum.

Yaşamla ilgili basit bir prensip, müşteri araştırmaları için de geçerlidir:

En iyi arkadaşlarınız dahi yüzünüze söylemezler ama, arkanızdan konuşurlar.

Müşterilerinizin, arkanızdan konuşmasını sağlayın ve ne dediklerini öğrenin. Doldurdukları anketleri, üçüncü bir tarafa göndermelerini isteyin. İsterlerse isimlerini boş bırakabilirler ya da isimlerinin açıklanmayacağı garantisi verilebilir. Bu durumda, müşterileriniz çok daha samimi yanıtlar vereceklerdir.

Neden Araştırma?

Müşterileriniz bunu takdir edeceklerdir. Sizin hizmetinizi geliştirmeye çalıştığınızı göreceklerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalardan birinde, bir müşteri şöyle demişti: “Bu araştırma, bu şirketi neden kullanıyor olduğumun iyi bir örneğidir. Her zaman bana daha iyi hizmet verecek yolları araştırıyorlar.”

Müşterilerinizin sizi farklı açılardan değerlendirmelerini isteyebilir, daha sonra ise yüksek puanlarınızı, pazarlama malzemenizde yayınlayabilirsiniz. Bu, hizmet kalitenizle ilgili söylemlerinize saygınlık kazandırır.

Araştırmalar, müşteri ile temasta kalmanıza yardımcı olur.

Hatalarınızdan öğrenmenize olanak sağlar.

Olası sorunlu alanları ve sorun yaşayan müşterileri fark etmenizi kolaylaştırır.

Nerede hata yaptığınızı merak etmekten kurtarır.

Araştırmalar size, müşterilerinizin sizden gerçekte ne almakta olduklarını gösterir.

Araştırın, araştırın, araştırın…

“Hizmetimiz ya da Şirketimizle ilgili neyi sevmiyorsunuz?”

Bunu sormayın.

Birinden, sizin şirketinizi seçmekle kötü bir seçim yaptığı konusunda itirafta bulunmasını istiyorsunuz. İnsanlar bunu yapmazlar. İnsanlar zeki görünmeyi severler.

Hiç bir zaman “Neyi beğenmiyorsunuz?” diye sormayın.

Odak Grupları İşe Yaramıyor

Tipik bir konuşma:

“Bazı bilgilere ihtiyacımız var.”

“Tamam, o zaman bir focus grup (odak grubu) çalışması yapalım”

Focus gruplarla çalışmanın çekiciliği vardır. Anket çalışması yapmaktansa, odak grup çalışmaları, daha kolay ve anlamlı gelmektedir.

Ancak, gruplara değil de, bireylere satış yapmaktasınız. Focus gruplar, size daha ziyade pazar dinamikleri hakkında bilgi verir. Odak grup çalışmaları esnasında, baskın tipler konuşmayı ele geçirerek diğerlerini ikna etmeye çalışırlar. Akıllı ancak sessiz tipler ise, sakin bir şekilde oturarak zamanın dolmasını beklerler. İnsanların görüşleri ve bakış açıları, diğerlerinden etkilenir ve değişebilir.

Bireylere satıyorsanız, bireylerle görüşün…

Pazarlama Bir Departman Değildir

Kurumsal satış yapan bir şirketin güçlü satış danışmanları, ödüllü bir satış yöneticisi ve bir de problemi vardı:

Şirket, satış ve pazarlamanın, yalnızca satışçı ve pazarlamacıların işi olduğunu düşünüyordu.

Oysa ki, şirketimizdeki herkes, şirketin pazarlamasından sorumludur.

Yapılan her hatanın bir maliyeti vardır.

Japon firmalarının yarısından fazlası, bir pazarlama departmanı kurmakla uğraşmazlar, çünkü onlar, şirkette çalışan herkesin, pazarlamanın bir parçası olduğuna inanırlar.

Pazarlama bir departman değildir. O, sizin işinizdir.

Kitaptan İnciler…

  • Pazarlamacılar giderek karmaşıklaşan dünyamızda basitlikten daha etkili bir şey olmadığının farkına varıyorlar.
  • Hizmet pazarlamacılığının özü hizmetin kendisidir.
  • Hizmetiniz için, hedef kitleniz için cazip bir vaadi olan makul bir reklam yazamıyorsanız, o zaman sunduğunuz hizmeti düzeltmeniz gerekiyor demektir.
  • Pazarlama bir departman değildir. İşin kendisidir.
  • Pazarlamanızı düşünürken yalnız işi düşünmeyin. Becerilerinizi de düşünün.
  • “Müşteriyi” memnun etmeden önce, içindeki insanı anlayın ve memnun edin.
  • Hizmet pazarlaması büyük ölçüde bir popülerlik yarışmasıdır.
  • Müşterilerin çoğu bir hizmet firmasını seçerken onun referanslarını, ürününü ya da sektördeki pazar payını satın almaz. Onlar, tıpkı yaşamımız boyunca olmaya devam ettiğimiz liseliler gibi, kişilik satın alırlar.
  • Hizmet işi ilişkidir. İlişkide duyguya bağlıdır. İyi ilişkilerde duygu iyidir, kötü ilişkilerde ise kötü.
  • Profesyonel olun ama daha da önemlisi; cana yakın olsun.
  • Ne yapacaksanız şimdi yapın. İş dünyasının ölüm ilan sayfaları beklemeyi seçen planlamacılarla dolu.
  • “Olgulara” güvenmeyin. Planlamaya kesin bir bilim olarak yaklaşmayın. Planlama kesin olmayan bir sanattır.
  • Başarısız olmaya başlayın ki, başarıya yaklaşabilesiniz.
  • Eğer olası bir müşterinin yalnızca mantığına hitap derseniz, boşa hitap etmişsiniz demektir.
  • Hizmetinizi en kaliteli düzeye yükseltin, ama onu n az riskli hale de getirin.
  • Bir müşteri için yapabileceğiniz en iyi şey onun korkusunu ortadan kaldırmaktır.
  • İnsanlar aldıkları kararları kendilerine haklı gösterme gereği hissederler.  Bu yüzden de, kararlarını dayandırabilecekleri farklılık ararlar.
  • Seslendirdiğiniz kesimi genişletmek istiyorsanız, konumunuzu daraltın.
  • Her hizmet farklıdır. Bu farklılıkları saptamak, ortaya koymak ve yenilerini yaratmak başarılı bir pazarlamanın merkezinde yer alır.
  • Birçok kişiye birden birçok şey vermek kimse için, işkolunun en yenilikçi ve en kayda değer şirketi için bile, mümkün değildir.
  • Marka, paradır.
  • Markanızı oluşturmak için milyonlar gerekmez. Hayal gücü gerekir.
  • İyi bir misyon bildirimi bugünü değil geleceği tarif eder; müşteriler ise şu anda sizin kim olduğunuzu öğrenmek ister. Bir misyon bildirimi yazın, ama sizde kalsın.
  • Her şeyden önce mutluluk satın.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

En İyi Gayrimenkul Yatırımı Hangisi?

Endeks (3).jpg

 

 

Birikimlerini değerlendirmek isteyenler için emlak yatırımı yapmak her daim tercih edilen seçeneklerden biridir. Gayrimenkul yatırımı uzun vadeli düşünüldüğünde de kısa vadeli hedefler doğrultusunda planlandığında da kendine has avantajları ile en zorlu ekonomik koşullarda bile önemini sürdürür.

Alım Satım Amacı ile Emlak Yatırımları

Emlak yatırımı yapmak tercihinin farklı gayeleri olabilir. Genellikle orta ve uzun vadeli kazanç sağlayacağı düşünülse de alım satım amacı ile yapılan emlak yatırımları sahiplerine kısa vadede getiri sunabilir. Alım satım amacı ile emlak yatırımları iki farklı gayrimenkul türü özelinde gerçekleştirilir.

Alım Satım Amacı ile Arsa Yatırımları

Nüfusun giderek artması, şehirlerin genişlemeyi sürdürmesi ve konut ihtiyacının hız kesmeden devam etmesi arsa yatırımlarını çok karlı gayrimenkul yatırımları arasında konumlandırır. Özellikle orta vadeli kazanç hedefleyen yatırımcıların gözdesi olan arsa yatırımları dikkatli bir şekilde planlanmalıdır. Her arsanın imar izninin bulunmaması, bazı arsaların kısa sürede imara açılabilecek statüde olması, arsanın çevresindeki kentleşmenin seyri gibi unsurlar yatırımcılar tarafından değerlendirilmelidir. Bu şekilde henüz imara açılmayan arsalar uygun fiyatlarla satın alınabilir ve sonrasında yüksek fiyatlara satılabilir.

Alım Satım Amacı ile Konut Yatırımları

Alım satım amacı ile konut yatırımı yapacak olanların konut için ayırdıkları sermayeden daha fazlasına sahip olmaları önerilir. Bu şekilde merkezi yerlerde tadilata ihtiyaç duyan konutlar bulunarak harcama yapıldığında yüksek karlılık bırakabilir. Kısa vadede para kazanmak için önerilen konut yatırımları için izlenen strateji değer yükselmesinin beklenmesi olduğunda karlılık için bir süre sabredilmesi gerekir. “Ev almak mantıklı mı?” sorusunun yanıtı da haliyle beklentilere göre değişebilir. Doğru tercih yapıldığında ev almak en karlı yatırım amaçlarından birine dönüşebilir.

Kira Getirisi Amacıyla Emlak Yatırımları

“En çok hangi emlak kira getirir?” tüm yatırımcıların merak ettiği soruların başında gelir. Kira geliri elde etmek için yatırım yapmayı düşünenler genellikle dükkan yatırımları ve sanayi yapıları yatırımları arasında kararsızlık yaşayabilir. Tıpkı emlak yatırımlarında olduğu gibi birikimlerin korunmasını sağlayan ve kira getirisi sunabilen işyeri yatırımları sahiplerinin yüzünü güldürebilir.

Kira Getirisi için Dükkan Yatırımları

İşlek caddelerde küçük bir dükkan sahibi olmak dahi yatırımcıların süreklilik arz eden bir kira getirisine sahip olmak anlamına gelir. Cadde üzeri dükkanların boş kalma ihtimalinin neredeyse hiç olmaması, kira getirilerinin yüksekliği ve artan değerleri yatırımcıların karlılığını fazlalaştırır. Kira getirisi için dükkan yatırımlarına karar veren yatırımcılar tadilat gereksinimini, lokasyonu, dükkanın iç özelliklerini göz önünde bulundururlarsa uzun vade kendilerini güvence altına alan tercihler yapabilirler.

Kira Getirisi İçin Sanayi Yapıları Yatırımları

Yüksek sermayeye sahip olan yatırımcılar için sanayi yapıları yatırımları ön plana çıkar. Uzun vadede çok ciddi gelir sunabilen sanayi yapıları yatırımları sürekli değer kazanmaları ile avantajlarını arttırır. Sanayi yapılarını kiralayan işletmelerin faaliyetlerine devam ettiği süre boyunca yatırımcılara gelir sunan sanayi yatırımları da diğer tüm gayrimenkul yatırımları gibi ince elenip sık dokunmalıdır.

Sonuç olarak, gayrimenkul yatırımları çeşitli amaçlara hizmet eden karlı yatırım araçları arasındaki yerlerini koruyor. Siz de karlı bir yatırım yapmak isterseniz ve konu hakkında kapsamlı bilginiz bulunmuyor ise, alanında uzman gayrimenkul danışmanları ile iletişime geçerek en doğru kararı verebilirsiniz.

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Prens” Niccolo Machiavelli

Haftanın Kitabı (1).png

 

 

Niccolo Machiavelli (Makyavel) ve Prens Kitabı

Principe (Prens), Floransalı yazar Niccolo Machiavelli tarafından yazılmış politika hakkında bilimsel bir incelemedir. Asıl adı “De Principatibus” (Prenslikler Hakkında) olup 1513 yılında yazılmasına rağmen 1532’ye kadar, yani Machiavelli’nin ölümünden 5 yıl sonrasına kadar basılamamıştır. Yaşadığı süre boyunca yayımlanmamasına rağmen Machiavelli’in en bilinen eseri sayılır ve daha sonra ortaya atılan “Makyavelist düşünce” teriminin temelini oluşturur.

 

Prens’in Özeti

Prens’te anlatılan görüşler okuyana uç noktalarda gelebilir, fakat eserin Floransa’da süren kargaşa sırasında yazılmasından dolayı Makyavel ancak mutlak güç sahibi kararlı bir yöneticinin bütün sorunları aşabileceğini düşünür.

Prens’te dile getirilen görüşler genellikle bir hükümdarın saltanatını ayakta nasıl tutabileceği ve hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği üzerinedir. Makyavel’e göre ahlaki ilkeler her özel durumun ihtiyaçlarına tamamen teslim olmalıdır. Bu yüzden, Prens gücünü koruyabilmek için gerekirse her şeyi yapmaktan çekinmemelidir. Makyavel, bir hükümdarın asıl gücünü sevilmekten çok korkutmaktan alması gerektiğini söylerken gene de kendinden nefret ettirmemesini öğütler.

Prens açılış bölümünde, çeşitli prenslikleri (yeni kurulmuş ya da babadan oğula geçmiş) yönetmeyi sağlayacak etkin yöntemleri anlatır. Floransa aristokrasisinden olan Makyavel bir devleti ele geçirmenin, yönetmenin ve korumanın en iyi yollarını okuyucuya anlatır. Bu bakımdan yöntemler savaşı ve acımasızlığı telkin eder.

Daha sonra, Cesare Borgia’nın ilham kaynağı olduğu ideal prensin sahip olması gereken özellikleri anlatır. Günümüzde yazılan modern liderlik metinlerinin birçoğu bu bölüme gönderme yapmaktadır.

Etkili bir politik liderin özellikleri şöyle sıralanabilir:

– Büyük liderleri kendine örnek almaya istekli olmak. Özellikle Antik Roma’dan.

– Hükümetin halkın yaşam kalitesini yükseltmek için ne kadar gerekli olduğunu göstermek. Örnek olarak: Herhangi bir birey veya kurum üzerindeki kontrollü baskıyı geçici olarak gevşetmenin neticesinde oluşacak kaos ortamının etkilerini göstermek.

– Savaş sanatına hakim olmak.

– Var olan acımasızlığın ve ahlaksızlığın gücü ve dengeyi koruyabilmek için gerekli olabileceğini anlamak.

– Kaba ve ahlaksız sanılmamak için dindar görünmeye çalışmak. Makyavel, İspanya kralı Ferdinand’ın İtalya’ya dini bahane ederek saldırmasını över.

– Gerektiği yerde öğüt ve tavsiye dinleyecek kadar erdemli olmak.

– Makyavel’in etik ve politika arasında kurulacak bağlantıya fazla aldırış etmediği görünür, bu da çağdaşlarından tepki toplar. Prens merhametli, güvenilir, karşısındakini anlayan, dürüst ve güvenilir görünmeye çalışmalıdır. Fakat aslında Prens’in kudreti onun gerçekten merhametli olmasına çok az izin vermelidir.

Son bölümler İtalya’nın o zamanki durumuyla ilgili duyulan endişeleri dile getirir (İtalya’nın barbarlardan kurtarılması için teşvik edilmesi gibi..)

Prens Kitabının Girişi ve İçindekiler Bölümü

Prens’in politika hakkında yazılmış en etkileyici kitap olduğu kabul edilir. Beş yüz yıl öncesinde yaptığı insanlığın halleriyle ilgili gözlemleri bugün için de geçerli sayılabilir. Bu kitabı güç kazanması ve bu gücü tutması için Medici Ailesi’ne yazmıştır. Günümüzde “Prens” kelimesi insanları tarafından sevilen görkemli bir adam çağrışımı yapsa da, Makyavel’in prensleri bu anlamda romantik değillerdir ve gücünü korumak için sürekli savaşan kişilerdir. Prens’te anlatılan yöntemlerin birçoğu zamanında olduğu gibi günümüzde de uygulandığı görünmektedir.

Prenslikler ve Krallıklar

En başta, Makyavel var olan bütün devletlerin ve idarelerin ya Prenslik ya da Cumhuriyetle yönetildiğini söyler. Prens’te sadece Prenslik konusuyla ilgilenmiş, Cumhuriyet kısmını diğer eserlerinden birinde (Discourses) incelemiştir. Prensliklerin ilk türünün halihazırda var olan ve babadan oğula geçen, ikinci türünün de yeni kurulmuş ya da geniş bir büyüme göstererek Karma halini almış olanlar olduğunu söyler.

Babadan Oğula Geçen Prenslikler

Prenslik, hükümdarının prens olduğu servet ya da güçle elde edilen bir devlettir. Bütün prenslik türleri içinde uzun yıllar babadan oğula geçen prenslikler, geçmişte kazanılan bir aile başarısı taşıdığından yönetmesi en kolay olanıdır. Kalıtsal prensliklerde insanlar kendiliğinden prense bağlı olacaklardır, çünkü o geçmişten gelen bir soyu temsil etmektedir ve insanlar onun soyadına alışmıştır, bu yüzden halk ona doğal bir eğilim gösterecektir. Eğer dışardan bir güç tehdit ederse, güç kolayca toparlanabilir çünkü insanların yöneten aileyle ortak bir geçmişi vardır.

Sevilmek mi Daha İyidir, Yoksa Korkulmak mı?

Yazarın kitabındaki düşüncesi “Korkulan” ama nefret edilmeyen bir hükümdar olmaktır.Detaylı bir şekilde tarihsel örneklerle açıklamalara yer verdiği konu,kesinlikle üzerinde vakit ayırılması gerekli bir konu başlığıdır.

“..Ve insanlar kendisini sevdiren birinden çok,kendisinden korkulan birine zarar vermeyi pek göze alamazlar…”

Prens’in Şöhreti

Prens dünyaya yön veren bir kitaptır. İtalyan yöneticilerden sonra diğer Avrupa ülkelerine de bir düşünce akımı yaymıştır ve hala önemli devlet eleştirilerinin arasına girmektedir.

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Ulysses” James Joyce

Haftanın Kitabı.png

 

“HUKUKUN DÜSTURUDUR BU. MASUM BİR İNSANIN NAHAK YERE MAHKUM EDİLMESİNDENSE DOKSAN DOKUZ SUÇLUNUN SERBEST BIRAKILMASI DAHA EVLADIR.”

Yayımlanmasının üzerinden geçen yüz yıl boyunca hakkında yığınla efsane türetildi, daha çok tercümesinin zorluğu ve kavranmasının imkânsız oluşuyla anıldı, yazarı James Joyce’u bir bakıma ulaşılmaz yazar mertebesine taşıdı. “İçine o kadar çok bilmece- bulmaca ve zekâ oyunu koydum ki, profesörler yüzyıllarca ne demek istediğimi tartışacaklar, insanın ölümsüzlüğü garantilemesinin tek yolu da budur,” diyen Joyce hedefine çoktan ulaştı. Fakat okur katında işlerin o kadar parlak olduğunu söylemek zor. Çünkü Ulysses denince, ister istemez sözcük oyunlarının izini sürmekten perişan olmuş, göndermelerin şiddetinden bitip tükenmiş ya da daha çok ikinci sayfayı bile göremeden lanetler okuyarak kitabı elinden atmış bir okur profili geliyor insanın gözü önüne.

Ulysses’i okumak demek mutlaka göndermelerin tamamına vâkıf olmak demek değil asla. Ayrıca Joyce’un kast ettiği ve romanına dâhil ettiği bilmece-bulmacaların, mesela Oulipo’cuların romanlarında sıklıkla rastlanan şifreli, oyunlu, oyuncaklı anlayışla üretilmiş örneklerden çok farklı olduğunu söylemeliyiz.

Bu hususta enseyi karartıp Ulysses’in hükmüne boyun eğmek; bugüne dek yapılageldiği şekilde erişilemez bir derinliğe sahip olduğunu kabullenerek hakkında türetilen efsanelerden, çevirmenin takdire şayan başarısından, Joyce’un biyografisinin dikkat çekici taraflarından bahseden yazılara ve “Olay Dublin’de geçiyor”un çok da ötesine geçmeyen yorumlara kanaat etmek zorunda değiliz aslında. Ulysses’in derin, okurdan sabır isteyen ve fazladan bir okuma- araştırma uğraşı talep eden bir metin olduğu elbette açık; ancak romanda yapılan göndermelerin karşılığını, hangi metnin temel ya da model alınarak ve ne maksatla kullanıldığını, nereyi işaret ettiğini araştırıp bulmak, bu uğurda kılavuzların, ansiklopedilerin ya da Shakespeare ve Homeros’un yapıtlarının satır aralarında gezinerek şifreler çözmek ne kadar saygı duyulası bir uğraş olsa da apayrı bir disiplin olarak görülmeli ve olmazsa olmaz bir gereklilik değil okuma zevkini artırmak yönünde bir heves biçiminde algılanmalı sadece. Çünkü Ulysses’i okumak demek mutlaka göndermelerin tamamına vâkıf olmak demek değil asla. Ayrıca Joyce’un kast ettiği ve romanına dâhil ettiği bilmece-bulmacaların, mesela Oulipo’cuların romanlarında sıklıkla rastlanan şifreli, oyunlu, oyuncaklı anlayışla üretilmiş örneklerden çok farklı olduğunu söylemeliyiz. Zaten okuru da içine alan, kurguda hayati görev üstlenen oyunlar tasarlamak ve varlığını oyunlara borçlu romanlar kaleme almak Joyce’a çok uzak bir anlayış.

Kısacası kendimizi gönderme ve çağrışımlardan kutsallık veya yüce nedensellikler devşirmek zorunda hissetmediğimiz durumda Ulysses’i bir roman olarak anlama şansımız daha yüksek olur. Bu yüzden, ağırlığıyla nam salmış bir metnin, öncelikle iyi roman okuru açısından gerçek değerini ve roman tarihi içindeki yerini sorgulamak, kavranamaz oluşundan ziyade bir roman olarak nasıl bir anlayışla kaleme alındığını, nerede durduğunu araştırmak ve çağdaşlarıyla arasındaki benzerlik ya da farklılıklara eğilmek Ulysseshakkında daha sağlıklı ve ferasetli sonuçlara ulaşmamızı sağlar.

Özünde Yahudi, Protestan kilisesinin öğretilerine inanmayan, sonradan Katolik olan, ama evrime inanan Bloom; Tanrı, inanç, Hristiyanlık ve kilise kavramlarına her zaman mesafeli ve alaylı yaklaşan biridir. Bloom’un zihni aracılığıyla Joyce, başta öte dünya anlayışı olmak üzere tüm dinî değerleri ve ritüeli acımasızca yargılar.

“Zor bulursun bütün parçalarını o sabah”

Aslında basit sayılabilir bir öyküye sahip olan Ulysses, 1904 yılının Haziran ayının onaltısı, bir perşembe günü evinden çıkan Leopold Bloom’un Dublin sokaklarında geçirdiği bir günü yatay bir kurguyla ve bilinç akışı tekniğiyle nakleder. Romanın birden fazla anlatıcısı olsa da; Bloom dışında Tanrı anlatıcı, Stephen Dedalus, Gerty ve Molly bazı bölümlerde devreye girseler de; yine de sanki her şey Bloom’un zihninde yaşanır gibidir. En büyük ideali, gelip geçenlerin hayran olacakları bir afiş tasarlamak olan Bloom, atık kâğıtların, lağım farelerinin postlarının, kimyasal özelliklere sahip olan insan dışkısının ekonomik olarak değerlendirilmesi ve sabahları süt dağıtmak için köpek ya da keçi kuvvetiyle çekilen arabalar kullanmak benzeri projeler yumurtlayan bir reklamcıdır. O gün evden çıkışının birden fazla sebebi vardır; ancak muhtemelen bunlar içinde en önemlisi kalp sektesinden merhum olan Dignam’ın cenazesine katılmaktır. Bu cenaze, romanın bütününde fonda yer alarak inanca dair sorgulamaların hareket noktasını oluşturur. Özünde Yahudi, Protestan kilisesinin öğretilerine inanmayan, sonradan Katolik olan, ama evrime inanan Bloom; Tanrı, inanç, Hristiyanlık ve kilise kavramlarına her zaman mesafeli ve alaylı yaklaşan biridir. Bloom’un zihni aracılığıyla Joyce, başta öte dünya anlayışı olmak üzere tüm dinî değerleri ve ritüeli acımasızca yargılar.

-Kıyamet ve hayat benim. Nasıl insanın kalbine dokunuyor bu sözler.

Senin kalbine dokunuyor belki de iki seksen uzanıp ayaklarını papatyalara dayamış adamcağıza ne faydası var? Ona dokunması zor biraz. Duyguların makamı. Kırık kalp. Epi topu bir pompa, her gün binlerce galon kan pompalıyor. Günlerden bir gün arıza yapıveriyor, al bakalım, kendini burada buluyorsun. Etrafımızda bir sürüsü gömülü duruyor: akciğerler, kalpler, karaciğerler. Eskimiş, paslı pompalar: başka hiçbir şey değil valla. Kıyamet ve hayat. Öldün mü ölüyorsun. Şu ahiret günü inancı. Hepsini mezarlarından çekip çıkaracaklarmış. Lazar, dışarı gel! Lazar da dışarı geldi ve korundular. Ayaklanın! Ahiret günü! Sonra bütün millet kendi karaciğerini, akciğerlerini ve diğer sakatatını aramaya başlayacak. Zor bulursun bütün parçalarını o sabah. Şahane bir organizasyon şüphesiz, saat gibi işliyor. Günah çıkarma. Herkes istiyor. Sonra size her şeyi anlatacağım. Kefaret. Cezalandırın beni, ne olur. Ellerinde müthiş bir silah var. Doktordan, avukattan daha güçlüler. Kadınlar bayılıyor… Pişmanlık dediğin tamamen göstermelik. Utanmak da pek yakışıyor. Sunakta dua ediyor. Ey Meryem, Kutsal Meryem. Çiçekler, buhur, eriyen mumlar. Yüzünün kızarmasını saklıyor. Salvation Army, düpedüz taklit etmiş. Doğru yolu bulmuş hayat kadını toplantımızda konuşacak. Nasıl Rabbi buldum. Roma’dakiler pek uyanık herifler olmalı: bütün bu gösteriyi onlar sahneliyor. Çuvalla parayı da cebellezi etmiyorlar mı? Millet mirasını da bırakıyor onlara: mahallemizin şu andaki papazına, tamamen kendi takdirine bırakılmış olarak.

Kadir-i mutlak dediğiniz öyle on paralık baldır bacak şovlarına benzemez. Ben size söylüyorum, dörtdörtlüktür kendisi ve onunla ticaretin en kralı yapılır. Gelmiş geçmiş en muhteşem şey odur sakın unutmayasınız bunu. Kral İsa’ya kavuştum kurtuldum diye bağırın. Sabahın köründe kalkmaya başlaman gerekecek, evet sen, oradaki günahkâr, eğer Kadir-i Mutlak Allah’ın keyfini gıdıklamak istiyorsan. Daa dii! Aynen öyle. Rabbin arka cebinde öyle bir öksürük şurubu var ki bir yudum içtin mi ne olduğunu şaşarsın, dostum. Denemesi bedava.

Önce bir kasaba uğrayan Bloom kahvaltılık böbrek alarak evine döner; kahvaltı edip yeniden dışarıya çıkar. Sonra roman boyunca labirentin içinde dolaşıp duran fare gibi Dublin’i arşınlar ve sırasıyla, postaneye, kiliseye, mezarlığa, gazete idarehanesine, kütüphaneye, bara ve hastaneye gider. O gün yapması gereken bir diğer iş, karısı Marion Bloom, yani Molly’ye kitap almaktır ve bu yüzden kütüphanede karısının tercih ettiği bazı ‘arzulu’ romansların sayfaları arasında gezinmek durumunda kalır. Bu vesileyle Joyce, günümüzde de popülaritesini devam ettiren, hatta son zamanlarda tam bir çılgınlığa dönüşen erotik romans furyasıyla ağır biçimde dalgasını geçer. Bunu taklit bir dil üreterek, yani o kurmacaların bir benzerini yazarak yapar.

Kocasının kendisine verdiği tüm papeller mağazalardaki en şahane elbiselere, en pahalı dantelli çamaşırlara gidiyordu. Hepsi o adam içindi. Raoul için! Ağzı adamın dudaklarına şehvetli ve dolgun bir öpüşle yapışırken adamın elleri kadının deshabille’sinin içinden cömert kıvrımlarını yokluyordu.

– Geciktin, dedi adam hırıltılı bir sesle, ona şüpheyle ve dik bir nazarla baktı. Güzel kadın kenarları siyah kürklü pelerinini atıp sultanlara layık güzel omuzlarını ve nefesiyle inip kalkan gerdanını gösterdi. Kusursuz dudaklarının çevresinde varla yok arası bir tebessüm oynaşırken sakince yüzünü adama döndü.

Burada Joyce’un maksadı, erotik metin yazarlarının yöntemiyle ıslak cümleler kurarak okurda şehvet uyandırmak değil elbette; tam aksine o, “kabartma tozu” işlevi gören bu türdeki mamulleri sarakaya almak uğraşında. Mr Bloom, Molly’nin zevkle okuyabileceği bir şeyler aranırken, Rahibe Maria’nın Feci İtirafları türünde cömert kitaplar arasında bolca gezinir ve sonunda Zinanın Zevkleri adında, yukarıdaki şehvetli anlatımların da yer aldığı bir kitapta karar kılar.

Ulysses’in kitap olarak ilk yayımlandığı yıl, 1922; ancak 1914 yılından itibaren yazılmaya başlanmış. Bu tarihler, Rahibe Maria’nın Feci İtirafları veya Zinanın Zevkleri gibi metinlerin yalnız şu yaşadığımız dönemde değil, geçmişte de fevkalade, Joyce’u da çileden çıkaracak derecede ilgi gördüğünün basit ve kronolojik bir kanıtı. Bunun yüzyıllar öncesi de var elbette, Joyce’u da aşar mertebede; bu tür kitapların gelecekte, yüzyıllar sonrasında da milyonları cezbedeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

“Ödüllü hikâye için fikir”

Ulysses baştan sona mimetik bir öz üzerine kuruludur; Homeros’un Odysseia destanı şekilsel olarak romana altyapı sağlar. ‘Ulysses’ adı, Odysseus’un Latince kanalıyla İngilizceye geçmiş halidir. Ulysses’in baş karakteri Bloom sembolik olarak Odysseus’u (Ulysses’i) temsil eder. Odysseia’nın Penelopeia’sının Ulysses’teki karşılığı ise Bloom’un karısı Molly’dir. Romanda yer alan karakterler kişilikleriyle de Homeros’un kahramanlarına benzerler. Ancak romanını Homeros’un Odysseia’sı paralelinde karşıtlıklar ve koşutluklar kurarak oluşturması Joyce’un epik metinlere saygı göstereceği anlamına gelmez. Çünkü Joyce’un destan formunu yankılaması, geleneksel metinlere methiye düzmek için değil, bu türde anlatıların ipini çekmek gayesiyledir.

…seyyah Leopold oraya şifa bulmaya gelmiş idi korkunç ve ürkünç bir ejderhanın ona sapladığı bir kargı ile bağrı pek fena yaralanmış olduğu için yarasına nışadır kaymağı ile pelesenkten bir merhem yaparak elinden geldiğince deva olmuştu.

…hepsi birden cümleten Aziz Zekeriya üzerine yemin ederek dediler ki asıl ondaki alet ve edevat öyle idi ki bir adamın yapması beklenen her türlü vazifenin her birini bihakkın ifa edebilir idi. Bunun üzerine hepsi pek hakiki bir neşe ile güldüler yalnız genç Stephen ile sir Leopold hariç sir Leopold ki hiçbir vakit çok belli ederek gülmez idi çünki onda tuhaf bir ahlat var idi onu belli etmek istemez idi ve ayrıca nerede ve kim olursa olsun doğum yatağındaki kadına karşı merhamet besler idi.

Diğer bütün modernist yazarlarda olduğu gibi Joyce, tezgâhını hikâyenin bittiği yere açar. Ulysses’te Buck Mulligan’ın kendi zihni adına sarf ettiği şu söz, aslında bir yanıyla modern romanı da özetler: “Ne? Nerede? Ben hiçbir şeyi hatırlayamam ki. Yalnızca fikirleri ve hisleri hatırlarım.” Kahramanlıkların bitişini duyuran Cervantes’ten 400 yıl kadar sonra Joyce, bildiğimiz anlamda olay akışı, hikâye ve düz aktarımın bitişini duyururken hislerin, fikirlerin ve eğretilemelerin hâkimiyetindeki modern romanı müjdeler. Zaten fotoğraf ve sinemanın icadından sonra her şeyin eskisi gibi olması beklenemez. Roman sanatı, bir korunma refleksi olarak fotoğrafı çekilemeyen, filme alınamayan, hatta röportajla nakledilemeyen bir metnin izini sürer ve bu sebeple dönüşüm geçirir. Roman tarihi dediğimiz şey de bir bakıma, dönüştürme gücüne sahip yazarlar eliyle romanın kendini korumaya ve ayrıştırmaya çalışmasının tarihidir. Artık bildiğimiz romanın aynı roman olarak devam etmesi, ısrarla devam ettirilmeye çalışılması, günümüzde de sık sık karşılaştığımız “Nerede o eski romanlar?” ve “Bizi alıp götürecek romanlar yazılmıyor artık” türünde yakınmalarla eski romanın ruhunun çağrılması bir tutum olarak kolaycı, konformist, muhafazakâr ve çağdışı kalır.

Bildiğimiz anlamda romanın bitişini en keskin hamlelerle duyuran Joyce, zihinde yaşanan temsiller ve taklide dayalı temaşalarla maddesel olarak gerçekleştiği şüphe götürür, bütünüyle sembolik olay ve durumlardan bir kurgu çatar ve bunu zapt edilemez bir dil ve bölük pörçük bir zihnin dizginlenemez çağrışımlarıyla ve yoğun bir alayla bezer.

1918 yılında tefrika edilmeye başlanan Ulysses’i, Joyce’un 1914 yılında yazmaya başladığı bilinir. Buddenbrooklar’ı modern romanlar arasında saymazsak (ki saymamak için elimizde çok sayıda geçerli neden var) Thomas Mann’ın Tonio Kröger’i 1903, Venedik’te Ölüm’ü 1912’de, Robert Musil’in Genç Törless’i 1906’da, Proust’un Swan’ların Tarafı 1913’te yayımlanmıştır. Bu tarihlerde Kafka’nın eserlerinin büyük kısmının yazılmış ama daha yayımlanmamış olduğu iddia edilir. Saydığımız romanlar, her ne kadar modern romanın tarihi için vazgeçilmez öneme haiz de olsalar, klasik anlatılara karşı Ulysses çapında bir yıkıcılık içermezler. Bildiğimiz anlamda romanın bitişini en keskin hamlelerle duyuran Joyce, zihinde yaşanan temsiller ve taklide dayalı temaşalarla maddesel olarak gerçekleştiği şüphe götürür, bütünüyle sembolik olay ve durumlardan bir kurgu çatar ve bunu zapt edilemez bir dil ve bölük pörçük bir zihnin dizginlenemez çağrışımlarıyla ve yoğun bir alayla bezer. Joyce’un itirazı elbette sadece erotik romanslar ya da epik metinlerle sınırlı olmadığından polisiye de dâhil olmak üzere tüm ucuz, hazır ve kolaycı üretimler bu alaydan nasibini alır.

Kurutma kâğıdını öbürünün üzerinden de geçireyim ki okuyamasın. Bak ödüllü hikâye için fikir. Dedektif kurutma kâğıdının üzerinden bir şey okuyor. Sütun başına bir gine altını ödül.

“Yaşadığımız şu dünyanın minyatür bir portresi”

“Kurutma kâğıdını öbürünün üzerinden de geçireyim ki okuyamasın,” cümlesi aslında Bloom’un karısından gizlediği bir mektuba ilişkin söylenir. Aldatma olgusu, romanda iki yönlü yaşanır; karısını aldatma çabalarından asla vazgeçmeyen ve bunun çok da büyütülmemesi gerektiğini düşünen Bloom, cebinde Molly’ye aldığı Zinanın Zevkleri adlı kitapla Dublin’i boydan boya turlarken, karısının onu Blazes Boylan’la aldatıyor olma ihtimalini kafasında taşıyarak ıstırap çeker. Doğum hastanesinin bekleme salonunda Stephen Dedalus ve arkadaşlarına takılır, aralarında yoğun tartışmalar yaşanır.

Takip eden tartışma kapsamı ve gidişatıyla hayat macerasının bir özeti gibiydi. Ne mekânın ne de meclisin vakarında bir noksan vardı. Tartışmacılar memleketin en keskin zekâlılarıydı, ele aldıkları konu da konuların en yücesi ve en hayati olanıydı.

Buna bir de tesadüfen rastlaşmaları, dans, arbede, haydan gelip huya gidergillerden denizci eskisi, gece kuşları, tüm bu vakalar galaksisi, hepsi birden eklenince karşımıza yaşadığımız şu dünyanın minyatür bir portresi çıkıveriyordu.

Stephen Dedalus, romanda Odysseus’un oğlu Telemakhos ile özdeşleştirilir ve her geçen sayfa roman içindeki ağırlığı artar. İkisinin birlikte gerçekleştirdikleri yolculuk, Odysseia’ya yapılan göndermeleri bir kenara bıraksak da, simgesel anlamda önemlidir. Çünkü babası 70 yaşında bir otel odasında zehir içerek intihar eden, hayatının sonraki bölümlerinde babasının ölüsünün yüzü sık sık gözlerinin önüne gelen, kendi oğlu doğumdan birkaç gün sonra ölen ve erkek evlat özlemini daim içinde yaşatan Bloom, önce bir meyhaneye, sonra da geneleve giden ve kendisi için erkek evladı simgeleyen Stephen Dedalus’un peşine bir biçimde takılmış sayılır (Bloom’un kendi kızı Milly romanda hiç görünmez, sadece zihinde ve aktarımlarda belirir). Konuştukları konuların kaydını tutmak imkân dahilinde değildir. Burada yer alan soru- cevap kısmında yazılmış olan uzun bölüm, röportaj romana bir gönderme olarak da okunabilir.

Güzergâhları esnasında eşbaşkanların eşeledikleri meseleler nelerdi?

Müzik, edebiyat, İrlanda, Dublin, Paris, dostluk, kadın, fuhuş, beslenme, gaz ışığının yahut ark lambalarıyla ampullerin yanıbaşlarındaki parahelyotropik bitkilerin boy atmaları üzerindeki etkisi, belediye tarafından acil durumlarda kullanılmak üzere ortalık yere konabilecek çöp kovaları, Roma Katolik kilisesi, papazların evlenmemesi, İrlanda milleti, cizvit eğitimi, kariyerler, tıp tedrisi, geçirdikleri gün, şabat arifesinin muzır etkisi, Stephen’ın düşüp bayılması.

Sarhoş ve asabi Dedalus genelevde olay çıkarır, sonra da bir İngiliz askerine sataşır. Bu çocuklukları yaparken koruyucu kollayıcı misyonla yanında gerçek babası değil, simgesel babası Bloom yer alır, ona destek olur. Ancak Bloom’un o kadar da gönülden ve iyi niyetli olduğunu söylemek için biraz erkendir, çünkü bir yandan da Stephen üzerine ticari planlar kurgular.

Böylesine fenomen derecesinde güzel bir tenor ses nimetlerin en enderiydi, Bloom daha ilk notayı duyar duymaz değerini anlamıştı bu sesin… olması gerektiği gibi işlenirse bir de nota okumayı bildiğini de hesaba katarsak artık ne fiyat isterse çekebilirdi böyle bir sesle çünkü baritonların bini bir paraydı.

Sonunda Bloom, Stephen Dedalus’u evine götürür. Bu, bir babanın oğlunu tehlikelerden koruyup eve çağırmasına benzetilebilir. Sonunda ayrılırlar ve Bloom karısının yanına yatmaya gider. Diğer modernist yazarlarda da görüldüğü üzere Joyce, günlük olaylara ve sıradan eylemlere bilimsel bir çerçeveden bakar. Bu çok bildik bir modern tutumdur; Musil’de en keskin ve belirgin biçimde kendini hissettiren bu tutum, Svevo, Proust ve Broch’un metinlerinde de yaygın olarak gözlenir.

Ayrılık esnasında, her biri yekdiğeriyle, nasıl vedalaştı?

Aynı kapıda dikey olarak ve kapı tabanının değişik taraflarında durarak, veda için uzanmış kollarının çizgileri herhangi bir noktada kesişerek ve iki adet dik açının toplamından daha az olan herhangi bir açıyı yaparak.

Leopold Bloom karısının yanına uzanır ve bundan sonra Mrs Marion Bloom, yani Molly’nin uzun ve noktasız iç monoloğu ile roman sonlanır.

Evrenselliği konusunda herhalde kimsenin şüphe duymayacağı Ulysses tamamen yerel, kopmamacasına kendi toprağına ve insanına bağlı bir anlatı. Ulysses’in evrenselliğinin alâmeti, aslında tam da yerel olması.

“Vazife çağırınca İrlanda bugün her adamdan”

Daim tartışılır durur; bir yapıtın evrenselliği ne ile ölçülür? Coğrafyamızda evrensellik, ekseriyetle başka milletlerle kurulan münasebetler ya da maddesel bağlarla ilişkilendirilir. Evrensel olma iddiasındaki metinlerde çokluk mekân, memleket ve coğrafya değişir, akıştan bağımsız kıta aşırı hadiseler cereyan eder. Peki, seyahat halindeki karakterlerin veya gözü kulağı dışarıda bir anlatıcının varlığı bir romanın evrenselliğinin teminatı mıdır? Ulysses’le birlikte bu soruyu tekrar sormakta yarar var. Evrenselliği konusunda herhalde kimsenin şüphe duymayacağı Ulysses tamamen yerel, kopmamacasına kendi toprağına ve insanına bağlı bir anlatı. Ulysses’in evrenselliğinin alâmeti, aslında tam da yerel olması. Bu yerellik, inandırıcılık ekseninde de önemli; çünkü kendi toprağının ve insanının çelişkilerini aktaran birinin transfer edilen dertlerden mustarip birine göre daha konsantre, inandırıcı ve donanımlı olması beklenir. Bu açıdan Ulysses, bir Ulusal Ses olarak da okunabilir. İrlanda’nın bağımsızlığı sorunu, topyekûn yaşanan bir aşağılık kompleksi, yerel özgürlük mücadelesi yöntemleri, İrlanda’ya has hastalıkların nesillerce taşınması vesaire salt İrlanda’ya dair olmaktan çıkar, bir yerden sonra bütün memleketlerin anladığı, anlamaya çalıştığı, kısmen yaşadığı olgulara dönüşür.

aynı şu cehennem fikri gibi, piyango ve sigorta da öyle, tıpatıp birbirinin aynı prensipler üzerine kuruluydu bunlar da, zaten başka hiçbir neden olmasa da işte bu nedenle şu cankurtaran pazarları kurumunu takdir etmek gerekiyordu, ülkenin iç tarafları ya da kıyıları fark etmez, nerede yaşarsa yaşasın, tüm kamuoyunun bu şekilde ayaklarına getirilen bu hizmete minnettar kalmaları gerekiyordu, ayrıca liman yöneticilerine ve sahil güvenlik servisine de, onlar da yelken mekanizmalarına adam koyup doğa koşullarına maruz kalarak çıkıp gezmek zorunda kalıyorlardı, mevsim ne olursa olsun, vazife çağırınca İrlanda bugün her adamdan vesaire.

Düşünürsen sırf birileri yan sokakta yaşıyorlar ve başka bir lisan konuşuyorlar diye onlardan nefret etmek de saçmalığın daniskası. Bloom.

Tüm bu sefil tartışmalar, naçizane kanaatince, tüm bu düşmanlık tohumu ekmeler, -artık insan kafasındaki hırçınlık çıkıntısı yüzünden midir yoksa bir bezenin salgısı mıdır o tarafını bilemiyordu fakat bunların falanca şeref meselesinin ıncığının cıncığından ya da vatan millet bayrak meselelerinden çıktığını sananlar yanılıyordu- hepsinin dönüp dolaşıp bağlandığı yer yine para meselesiydi her şeyin arkasında bu vardı, açgözlülük ve tamah vardı, insanlar hiç nerde durmaları gerektiğini bilmiyorlardı.

Ulysses’i yorumlamak, aslında biraz kutsal kitapları yorumlamak gibidir. Anlam her tarafa çekilebilir, göndermeler arasında edebî, tarihî, dinî ve sosyal sayısız bağlantı tespit edilebilir. Zaten genelde modern romancılar kutsal metin yazımında peygamber olduğunu iddia eden kişilerle yarışacak düzeyde ve kıvamdadırlar. Modern yazarlar, bir açıdan Tanrı’ya şirk koşarlar; sıfırdan, bütünlüklü, bireye özgü ve zihinde yaşayan bir dünyayı tasavvur ederler, anlatımlar çoklukla semboliktir. Ancak burada bahsi geçen “kutsallık” vurgusunun tamamen yazarın kendi eserine bakışına dair bir vurgu olduğunu öncelikle belirtmekte yarar var. Zira Joyce ve diğer modernler, kutsal anlatıların, dinî kıssaların da çoğu kez taklidini üreterek mizahını yapacak kadar kutsallığa değer atfetmekten uzak yazarlardır.

Joyce’un metninde modernizm adına bir sorun olarak algılanabilecek şey, “eğer bir gün Dublin yok olursa, onu benim romanıma bakarak tekrar inşa edebilirler,” şeklindeki kendi açıklamasında da görülebildiği gibi, bir haritacı iştahıyla sokakların, caddelerin arşınlanması ve sabırla, uzun uzun not edilmesidir. Romanın bazı bölümlerinde bu tavır, fikirlerin ve hislerin de üzerinde bir egemenlikle yer alır ve asla bir taklit eğiliminden kaynaklanmaz. Sokaklar, caddeler, boyuna, boyunca, kadar yürümeler, oradan, buradan, bir köşeden, bir caddeden aşmalar, dönmeler, tepmeler, geçmeler bir yerden sonra can sıkmaya başlar. Ayrıca mesela Musil’in Niteliksiz Adam’ına bakarak Viyana’nın tek bir çeşmesini bile yerli yerine koyamazsınız. Zaten modern romanda böyledir; taşlarla, kemerlerle, eylemlerle ya da duygu selleriyle değil fikirlerle yazılan modern romana bakarak değil kent kıytırık bir sokak lambası bile dikemezsiniz.

Siz fazla aldırmayın Ulysses’in asık suratlı, ciddi bir roman olduğunu iddia edenlere. Öyle de olsa, her göndermenin, her çağrışımın profesörü olmak zorunda değil kimse.

Bugüne kadar UluSes ya da UlviSes türünde ses benzetmeleri ışığında çok ağır bir metin, anlaşılamaz bir roman, asla kavranamaz bir göndermeler bütünü şeklinde yansıtılan Ulysses’e yaklaşmak için, Armağan Ekici’nin güncel argolarla bezeli şahane çevirisi, aslında çok iyi bir fırsat. Siz fazla aldırmayın Ulysses’in asık suratlı, ciddi bir roman olduğunu iddia edenlere. Öyle de olsa, her göndermenin, her çağrışımın profesörü olmak zorunda değil kimse. Dinî kurumların ticari mekanizmalarını teşhir eden, kolaycı üretimlerin ipliğini pazara çıkaran, ulusal hastalıkları serip döken, cinsiyete özgü yalpalamaları denetimsiz yansıtan, en önemlisi klasik gerçekçi romanın bitişini duyuran ve bütün bunları yaparken de muzip muzip gülümseyen bu fevkalade eğlenceli, oyunlu, müstehcen, mizahi, edepsiz ve zapt edilemez metni okumanın zevkinden kendinizi mahrum etmeyin. Yazıktır.

 

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Düşüş” Albert Camus

Happy World Book Day!.png

 

 

“İNSANLAR GÖSTERDİĞİNİZ NEDENLERE, İÇTENLİĞİNİZE VE ACILARINIZIN AĞIRLIĞINA ANCAK SİZ ÖLDÜĞÜNÜZDE İNANIRLAR. HAYATTA OLDUĞUNUZ SÜRECE DURUMUNUZ KUŞKULUDUR, ANCAK ONLARIN KUŞKUCULUĞUNU HAK EDERSİNİZ.”

Düşüş ya da orijinal adıyla La Chute, Albert Camus’nün 1956 yılında yayımlanan romanıdır. Aslında kitap için roman demek pek doğru değil daha çok Camus’nün insan varlığının absürtlüğünü anlattığı 99 sayfalık bir monologdur. Düşüş’ü incelemek, Albert Camus’nün bu kitabı neden yazdığını anlamak için Albert Camus’nün ortaya koyduğu “absürtlük” konusunda bilgi sahibi olmak, Camus’nün temsil ettiği felsefi akımı iyi sindirmiş olmak gerek ki bu da epey zor bir iş. O yüzden bu yazının aslında bir inceleme mahiyeti taşıyacak kadar iddialı olmadığını söyleyerek söze başlamakta fayda var.

Kitapta bir olay örgüsünden söz etmek pek mümkün değil. Kısaca Jean Baptiste Clemence isimli karakterin Amsterdam’da bir barda geçmişiyle hesaplaşması, yaşadıklarını ve düşüncelerini karşısına çıkan bir (ya da birkaç) kişiye aktarması şeklindeki monologlar üzerine dönen bir eser Düşüş. Clemence karakterinin temsil ettiği “modern insan” ve Clemence’in kendiyle ve modern insanla hesaplaşması kitabın ana eksenini oluşturuyor ve Camus Clemence’in ağzından sıkça Avrupa’nın modern insanını “Onlar gazete okurlar ve zina yaparlar.” gibi cümlelerle eleştiriyor.

Clemence, kendini başlarda iyi niyetli, yardımsever ve dost canlısı olarak tanımlarken, kitabın sonlarına doğru kendine ve etrafına ne kadar yabancılaşmış olduğunu görüyoruz. Clemence’in iyi bir insan olup olmadığı hakkında net bir yargıya varmak zor zira hepimizin zaman zaman yaşadığı, olaylar karşısında aldığı duruş, Clemence’in karakteri konusunda bu yargıya varmamızı engelliyor, doğru ve yanlış arasındaki sınırı okuyucu kendi belirliyor.

Albert Camus’nün bu noktada Clemence’in mesleğini avukatlık olarak seçmesi elbette tesadüfi bir şey değil. Clemence’in başlarda geçmişini anımsarken yaptığı savunmalar, doğru ile yanlış arasındaki keskin fikirleri ve yargı meselesi kitapta önemli bir yere sahip. Savunduğu iyi ve kötü insanları hatırlarken Clemence, zaman geçtikçe kendi başarılarının ve iyiliklerinin, başarısızlığa ve kötülüğe dönüştüğünü görür fakat doğru­yanlış ayrımında etrafındaki bütün insanlar hakkında yargıda bulunmaktan geri durmaz. Kendi üzerinde yapılan yargılamalar konusunda ise başlarda umursamaz gibidir fakat sonlara doğru bu yargılardan kaçmanın yollarını arar.

Yargılama meselesi Düşüş’ün temel meselelerinden biri. Daha evvel de belirttiğim üzere, Clemence’in bir avukat oluşu, yargılamanın kitapta ne kadar önemli bir yerde olduğunu kanıtlar nitelikte. Clemence karakteri, insanın amacının yargılamak olduğunu ve yargılamadan kaçmanın yalnızca başkasını yargılamaktan ya da ölümden geçtiğini bize açıkça gösteriyor. Clemence yargılamayı seçmiştir fakat yargılama ile ölüm arasında bocalamaktadır. Paris’te bir köprü üzerinde şahit olduğu bir intihar eylemi, “Düşüş” kavramının kitaptaki önemli tezahürlerinden biri olduğu gibi Clemence’in de bocalayışını ve varoluşun anlamsızlığını göstermektedir.

Öte yandan “Düşüş”, Clemence’in de belirttiği üzere Ortaçağ’daki boğuntu hücrelerinde insanın yaşadığı bir deneyime benzer. Uyanıklık bir çömelme ise uyku bir düşüştür. İnsan, varoluşu karşısında hiçbir zaman rahat değildir. Sartre’ın da belirttiği gibi arkada sırıtan bir palyaçodur, hayatın bütünü anlamsızdır. Burada şunu soran sesleri duyar gibiyim: “Madem hayat bir kaos ve yaşam anlamsız, o zaman neden ölmüyoruz?”. Camus bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Ölüm de yaşamın kendisi kadar anlamsız olduğu için insanın kendi eliyle hayatına son vermesi de anlamsızdır.”. Yani Camus’nün felsefenin en temel problemi olarak tanımladığı “intihar” kavramı da hayatın kendisi kadar anlamsızdır ve bu sebeple insan yaşamı seçmeye zorunludur.

Clemence’in, insanlara karşı takındığı tavır riyakâr bir tavırdır. İnsanın hayatta dostları olması gerektiğini söylerken, sonunda “Dostlarım yoktur benim yalnızca yardakçılarım vardır.” der ve öldükten sonra onu kimin hatırlayacağı konusunda düşünür ve bir süre sonra varoluşunun unutulacak olduğu sonucuna vararak şunu ekler : “Ölülere karşı neden daha dürüst ve cömertizdir? Nedeni basit, çünkü onlara karşı yükümlülüğümüz yoktur.”.

Camus’nün bu eserinde şu yargıya vardığını söylemek gerek: “Ölüm yalnız başına olur. Kölelik ise ortaklaşadır.”. Modern insan ölüme kadar topluma bağlıdır, toplumun değer yargıları karşısında çıplaktır ve köleleştirilmiştir. Kitap yalnızca bir modern insan ve modern hayat eleştirisidir: “Evet, cehennem böyle olmalı: Tabelalı caddeler ve düşüncesini anlatma olanaksızlığı. İnsan kesin olarak sınıflandırılmıştır.”. İnsan, çözülmeyen ve çözülmesi de mümkün görünmeyen bir davanın peşinde Joseph K. gibi koşturup durur. K, gibi Şato’ya ulaşmaya çabalar ve Gregor Samsa gibi her sabah başka bir kimlikle uyanır. İşte Camus ile Kafka arasındaki ortak nokta, modern insanın yaşadığı bu “Korku Çağı”nı tüm gerçekliğiyle insanın yüzüne vurmaları olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında Camus de Kafka gibi önümüze cevaptan çok soru koymaktadır.

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Site Yönetimleri Hakkında Merak Edilenler!

Günaydın... Kopyası Kopyası.png

 

  1.    Site yönetimlerinin tüzel kişiliği yoktur.  Siteler Vergi Usul Kanuna ve /veya Türkiye Muhasebe Standartlarına tabi değildir.  Siteler şirket, dernek, kooperatif vb. organizasyonların mevzuatına tabi değildir de site yönetimlerinin  temel bir mevzuatı da yoktur. Site yönetimlerine yukarıda sayılan organizasyonların mevzuatını yamamakla oluşan bohça mahkemelerimizi boş yere oyalamakta, özel hayatın temel güvenlik hissi olan komşuluk ilişkilerine zarar vermektedir.
  1.    Siteler çok sahiplilikten dolayı, sahipsizdir.Oysa siteleri kişiler değil mevzuatlar yönetir, kişiler sitelere ancak ve sadece hizmet edebilir.  Bu mevzuat da profesyonel ve saha tecrübesi ile akademik süreç geçirmiş danışman-yöneticilerce hazırlanacak veya revize edilecek yönetim planının yanında site yaşam rehberi ile mümkün olabilmektedir.
  1.    Site yönetimlerinin oturum senaryosuna endeksli profesyonel tasarımı yapılmazsa , yöneticiler asıl görevlerini yönetmek, denetiçilerde denetlemek sanırlar.Oysa akıllıca tasarlanmış teknik aletlerin adların da olduğu gibi, bu pozisyonların isimleri de amacı değil, amaca (vizyona) aracılığı (misyonu) anlatırlar. Site yönetimlerinin amacı, site emlak değeri ve sakinler memnuniyetini artırmak, denetiçilerin görevi ise bu amaca hukuki-mali-idari-sosyal kaygılarla alınmış kat malikleri kurulu karalarına (malik iradesine) sadık olarak ulaşılmasını takip etmek ve raporlamaktır.
  1.    Siteleri, yöneticiler yönetmez; kat malikleri değil, kat malikleri kurulu yönetir.Siteleri denetiçiler denetlemez, kat malikleri kurulları denetler. Sitelerde tek karar mercisi  kat malikleri kuruludur. Kat malikleri kurulu, yetkilendirdiği yöneticiler(vekiller) üzerinden yalnızca hizmetleri taşere edebilirler, yönetim  sorumluluğunu kimseye bırakamazlar. Ülkemizde, KMK madde 34 hükmü anlamında yalnızca bir yönetim firması vardır.
  1.    Çünkü; site yönetimi; 634 sayılı kat mülkiyeti kanunu ve bu kanuna endeksli olarak hazırlanmış Yönetim Planı / bu kanunun atıf yaptığı diğer kanun ve yönetmelikler çerçevesinde atanmış veya seçilmiş , Yönetici/Yönetim Kurulları-Denetici/Denetim Kurulları,Kat Malikleri Genel Kurulları vb. Organlar üzerinden tanımlı alanlarda, hukuki-mali-idari-sosyal boyutlu bir yapıda, personel-malzeme-eğitim-prosedür dörtgeninde; güvenlik-temizlik-teknik –idari işlerden oluşan dört temel hizmeti sakinler memnuniyeti ve emlak değerini artırıcı vizyon üzerinden idari ve saha hizmetlerini tahmini bütçe yaklaşımı ile hakimin müdahalesine açık, gerçekleştirme sürecidir.   
  2. Site yönetimlerinin vizyonu, tam da Kat Mülkiyet Kanunu’na uygun,  uzlaşmacı hukuki- şeffaf mali- verimli idari ve zengin sosyal bir yapısalda, ekip-ekipman-eğitim-prosedür dörtgenindeki organizasyonla, sakinlerin kendilerini özel hissedebileceği daha güvenli- daha bakımlı- daha temiz yaşam alanları oluşturarak sürdürülebilir emlak değeri artışı ve sakinler memnuniyeti sağlamak amaç ve vizyonunda olan yönetici-denetiçi ve yönetim profesyonellere büyük faydalar sağlayacak şekilde olmalıdır.
  3.    Kanun koyucunun, tüzel kişiliksiz olarak tanımlayıp, her türlü hukuki desteği verdiği ve kat malikleri kurulu iradesini yetkilendirdiği tek organizasyon olan site yönetimleri hakkında bazı resmi otoritelerden özel-resmi bir mevzuat beklemek  site yönetim kültürü ve disiplinine haksızlık olacaktır. İleri bazı ülkeler gibi, site yönetim gönüllülerinin kendi özel standartlarda kültü-mevzuat oluşturulması yakındır.

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Veraset ve İntikal Vergisi Nedir?

Günaydın... Kopyası.png

 

 

Veraset ve İntikal Vergisi Nedir?

Veraset ve intikal vergisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilere ait mallar ile Türkiye’de yer alan malların veraset yoluyla ya da ivazsız olarak herhangi bir şekilde bir kişiden diğer kişiye intikal etmesi (geçmesi) sonucu ödenmesi gereken vergi türüdür. Ayrıca Türk vatandaşlığı olan herkesin yurt içi ya da yurt dışı olduğuna bakılmaksızın aynı yollar ile mal edinmesi de bu vergi kapsamı içine girer.

Veraset ve İntikal Vergisi Muafiyet Durumları

 

  • Miras yoluyla geçen ev eşyaları veya aile hatırası olarak kabul edilen mallar
  • Çocuklar ile eşten her birine düşen miras paylarının 2019 yılı itibariyle 250 bin 125 TL’si, yalnızca eş olması durumunda miras payının 500 bin 557 TL’si, (Şehit yakınlarına bu tutarının bir katı daha fazla istisna tutarı sağlanır)
  • Karşılıksız, hibe yoluyla verilen intikallerin ve şans oyunlarında kazanılan ikramiyelerin 5 bin 760 TL’si
  • Sadakalar
  • Örf ve adetlere uygun olarak verilen hediye ve cihazlar (gayrimenkuller hariç)
  • Dul ve yetimlere bağlanan aylıklar, toptan yapılan ödemeler ve ikramiyeler
  • Emekli ikramiyeleri
  • Bakanlar Kurulunca sağlanan muafiyetler (Ticari plaka sahiplerine dağıtılan tutarlar, vergi muafiyeti tanınan vakıflara sağlanan mallar vb.) en önemli istisnaları oluşturur.

 

Veraset ve İntikal Vergisi 2019 Oranları

Matrah Veraset Vergi Oranı İvazsız Vergi Oranı
İlk 290 bin TL için %1 %10
Sonra gelen 700 bin TL için %3 %15
Sonra gelen 1 milyon 500 bin TL için %5 %20
Sonra gelen 2 milyon 700 bin TL için %7 %25
Matrahın 5 milyon 190 bin TL’yi aşan bölümü için %10 %30

 

Veraset ve İntikal Vergisi Ne Zaman Ödenir?

Veraset ve intikal vergisi birinci taksit ödemeleri 1 Mayıs 2019 tarihi itibariyle başladı. Birinci taksit ödemeleri Mayıs ayı sonuna kadar devam edecek. Veraset ve intikal vergisi ikinci taksit ödemeleri ise 1 Kasım 2019 tarihinde başlayarak Kasım ayı boyunca devam edecek.

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…