Haftanın Kitap Önerisi: “Kule Canbazı” Sunay Akın

Nazım sayısız dostlarından biri olarak, Pablo Neruda’yı ziyaret etmeye karar verir. Ne de olsa, Neruda onun evine gelmiş, yanında da armağan olarak kırmızı renkte bir kadeh getirmiştir…

Avrupa’daki bir arkadaşına telefon açar ve ondan Neruda’nın adresini ister. Bu istek, bir gün bile yaşamaz yorgun yüreğinde; çok değil, ertesi gün sırtı duvara dayalı bir şekilde yere oturur ve kalakalır öylece!..

Son nefesinde, yıllardır uzak kaldığı memleketini görme arzusuyla, Neruda’ya gitme isteği el ele tutuşur böylelikle.

Daktilosunun iç cebindeki küçük bir kâğıt parçasında, el yazısıyla yazdığı Neruda’nın adresi durmaktadır hâlâ…

O daktilonun tuşlarına dokunan parmaklar, Nazım Hikmet’in parmaklarıdır!..

Pablo Neruda 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış…

Kimin umurunda!?.

Nazım Hikmet’in daktilosunun iç cebinde adresinin çıkmasından daha büyük bir ödül olabilir mi?..

“Kule Canbazı” İlk bakışta klasik bir hikaye potporisi gibi görünen; ancak okudukça kitabın bütününe yayılan ansiklopedik bilgilerin oyuncaklar üzerinden zincirleme bir şekilde bize sunulduğu heyecanlı ve şaşırtan bir kitap. Sunay Akın’ın daha önceden okuduğunuz kitapları varsa eğer üslubuna alışık olduğunuz yazarımızın kitaptaki hikayeler arası geçiş tarzı size yabancı gelmeyecek; tam tersine alışık olduğunuz kelime oyunları, oldukça sempatik gelecektir. ” Kule Canbazı” toplamda 35 hikayeden oluşan, hikayelerin en çarpıcı ortak özelliğinin de oyuncaklar olduğu eğlendirici bir kitap. İlk hikayemiz ‘Padişah’ın Yemek Artıkları’nda Roma İmparatorluğu’nun doğu birliklerinin silahlarına simge olan bir Van kedisinin, Sultan 2. Abdülhamit ile bağlantısını okurken; olayların bir Japon imparatorundan Hasan Ali Yücel’e nasıl da zincirleme geldiğini gözler önüne seriyor. Yazar, bu ansiklopedik bilgileri okuyucuyu sıkmadan, esasında cümlelerle bir oyuncak gibi oynayarak aktarma becerisini oyuncaklara ilgisi üzerinden ustaca sergiliyor.

“Çelengin Ortasındaki Kız” hikayesinde Rumelihisarı, Cahide Tamer, Muhsin Ertuğrul isimlerine rastlıyoruz ve kıymetlerinin yeterince bilinmediğine dair küçük sitem cümleleri mevcut.

Sunay Akın bu bilgileri verirken düz, direkt vermiyor elbette. ‘Dört kulesi her bir köşesinde bir nöbetçi gibi duran Selimiye Kışlası’ metaforunu yaparken ne denli başarılı bir edebiyatçı olduğunu tekrar tekrar fark ediyoruz. Yine, yazarın John Berger’in İstanbul gezisinde araba vapuru ve şehir atları vapuru yolculuklarında tuttuğu notları birbirine karıştırdığını fark edecek kadar dikkatli araştırmalar yapması ve bu hatayı “Yine de bu durumu avuçlarımız patlayana kadar alkışlıyoruz John Berger’i. ” diyerek zarifçe dile getirmesi takdire şayan bir incelik. Yazarın başka kitaplarını okumuş olan okuyucular Titanic ile ilgili hikayelerin çokluğunu bileceklerdir. Bu kitapta da Besim Ömer Paşa’nın (ülkemizin ilk doğumevi kurucusu) New York’taki bir tıp toplantısına gitmek üzere bilet aldığı gemiyi kaçırmış olan bir yolcu olduğunu, o geminin de Titanic olduğunu hikayenin sonunda sürprizle öğreniyoruz. “Daktilonun İç Cebindeki Şair” adlı hikaye de diğer hikayeler gibi oldukça dikkat çekici. Pablo Neruda ve Nazım’ ın yollarının nasıl ve nerelerde kesiştiğiyle ilgili anekdotlar sayesinde öğreniyoruz ki Nazım Hikmet, Neruda’ yı ziyaret etmek ister ve daktilosunun iç cebindeki küçük bir kağıt parçasında, el yazısıyla yazdığı Neruda’ nın adresinin hala duruyor olması oldukça ilginç ayrıntılar. Bütün bunların, yazarın gözünden Neruda için aldığı Nobel Ödülünden daha değerli olduğunu görmek insanın yüreğini ısıtıyor adeta. Sunay Akın’ ın oyuncaklarla ilgili takıntısını bu kitapta da bahsettiği el yapımı bebeklerden, oyuncaklarla oynamayan çocukların bir taraflarının hep eksik kalacağını yinelemesinden anlıyoruz. “Beyaz Balina Aydın” ı daha doğrusu Mişa’ yı anlatırken tanımayanlar için Erdal Atabek’i ve onun balinayla ilgili yazdığı cümleleri tanıma fırsatı yaratıyor. Gerçek sevginin bir balina üzerinden bu kadar güzel anlatılabileceğini Erdal Atabek bizlere ustaca göstermiş oluyor. Mişa’yı olduğu gibi kabul etmeyenlerin, onun adını bile değiştirip ona yeni bir kimlik verenlerin gerçek sevgiden bihaber olduklarını örtülü ifadelerle dile getiriyor.

“Haremdeki Oyuncak” başlıklı hikaye en çok hoşuma gidenler arasında. ‘Osmanlı Döneminde oyuncak var mıydı?’ sorusunun yanıtını arıyorsanız cevabı bu tatlı hikayede saklı. Çocuk yaşta tahta geçen ve Fatih Sultan Mehmet ile başlayan, tahta geçen padişahın kardeşlerini boğdurma geleneğini çiğneyen 1. Ahmet ve öldürmeye kıyamadığı kardeşi Mustafa(nam-ı diyar Deli Mustafa)’nın sarayın havuzunda gemilerini yüzdürme hayali zihnimizde bir film sahnesi gibi canlanıyor. Yazarın ” Vazgeçmeyip, birkaç kulaç daha derine indiğimde, aradığım inciyi buldum. ” cümlesi karşımızdaki kişinin ansiklopedik bilgileri araştırmaya doyamayan; kitap gibi bir insan diye nitelendirdiğimiz biri olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz sanırım. Yine ‘Osmanlı Dönemi’nde oyuncak var mıydı?’ sorusuna cevap olarak yazarımız İngiltere Kraliçesi Elizabeth’ in 1599 yılında göndermiş olduğu bir orgla cevap veriyor. Çanları çaldığında üstündeki kuşların hareket ettiği bu org, saraya bizzat kendisini yapan Thomas Dallam eşliğinde gönderilir ve kurulumu tam bir ay sürer. Dallam, o bir ay içinde öyle şeylere tanık olur ki, tüm bunları kendi kaleminden yıllar sonra yazdığı bir anekdotla gözler önüne serer.

“Biz Bovling Oyuncuları” hikayesinde yetişkinlerin devirdiği kukaları, çocuklara toplatmaları üzerinden o kadar yıldızlı cümlelere rastlıyoruz ki kitabın salt bilgi vermek amaçlı yazılmadığını, arada yüreğimizi okşayan metaforlarla ince dokunuşlar yapması kitabı okunmaya değer kılıyor. Türkan Şoray’dan, Sadri Alışık’ a birçok ünlünün de oyuncaklardan payını almış hikayelerinin olması yine kitabı cezbedici kılan başka unsurlardan. Orhan Veli’nin uçurtma sevdasını, yazar-ressam Kemal Uluer’in sıra dışı ve çarpıcı hayat hikayesini okurken, nefes kesen “Everest’ ten Düşen Ressam” başlığının sizi nasıl da Everest’in tepesine çıkarıp alaşağı ettiğine tanık olmak için kitaplığınızda Kule Canbaz’ına yer açmanız adına yeterli sebepler olduğunu düşünüyorum. 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.