E-İhale Yöntemiyle Gayrimenkul Nasıl Alınır?

İcradan Satılık Daire Nasıl Alınır? 

Bankalar ödenmeyen krediler nedeniyle elinde bulunan gayrimenkulleri belirli zamanlarda satışa sunuyor. Birçok banka ödenmeyen kredi borçları nedeniyle ellerinde bulunan konutları e-ihale ile yarı fiyatına satışa çıkardı. 

Uygun fiyata ev almak isteyen vatandaşlar yarı fiyatına varan ücretlerle icradan ev satın alabiliyor. İcra ile ev konulan evler, icra ihaleleri ile satılıyor. İki aşamadan geçen bu işlemde ilk olarak icralık ev yüzde 60 bedel üzerinden satışa sunuluyor ve bu oranda alıcı bulunmazsa yüzde 40 oranında satışa çıkarılıyor.
İcra ile satışa çıkan daire, arsa ya da araba gibi mallar ihale usulü ile açık arttırma yapılarak satılır. 

Ev almak isteyen vatandaşlar sisteme giriş yaptıktan sonra teklif ver butonuna basarak satılık konut için teklif veriyor. Son teklif veren kişinin üzerine 30 dakika boyunca yeni bir teklif gelmemesi halinde konut satışı tamamlanmış oluyor. Yeni bir teklif verilmesi halinde bu süre otomatik olarak 30 dakika daha uzuyor. 30 dakikalık süre zarfında yeni bir fiyat teklifi verilmezse e ihale yöntemi ile satışa sunulan konut en yüksek teklifi veren kişi ya da kuruma satılıyor. 

Piyasa koşullarının çok altında satılması nedeni ile tercih edilen icradan satılık daireler verilen ilanlar üzerine satılıyor. Belirli bir süre ilanda kalan daireler için icra ihaleleri düzenleniyor ve bu ihalede genelde açık artırma yöntemi ile en yüksek teklifi veren kişi icradan satılık daire almaya hak kazanmış oluyor.

İcradan satılık daireler için en büyük avantaj ise normal piyasa fiyatları ile karşılaştırıldığında çok daha düşük fiyatlara satılması. İcralık gayrimenkuller bu nedenle ev sahibi olmak isteyen kişiler içinde büyük bir cazibe oluşturuyor.
Genelde icradan satılık daireler ile normal daire fiyatları arasında nerede ise yüzde 50 gibi büyük bir fark bulunurken bu fark teklif toplama döneminde kapansa da yine de en az yüzde 20 fiyat avantajı ile ev sahibi olma fırsatı bulunuyor. 

İhale kazanıldıktan sonra ne yapılması gerekir? 

İhaleyi kazandıktan sonra, ihale üzerinde itiraz ya da fesih davası açılmadığı takdirde 10 gün içerisinde paranın tamamı ödenmesi gerekiyor. Daha sonra icra dairesi tarafından, belirtilen tapu için tapu müdürlüğüne yazı gönderilmesi gerekiyor.. Bunun yanında ihale yoluyla alınan gayrimenkul, satış tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde Gelir Vergisi Kanunu’na göre satılamıyor. Eğer gayrimenkulün satışı yapılırsa aradaki fark kadar gelir vergisi ödeniyor.

Bankalardan satılık icralık konutların adresleri 

İş Bankası tarafından satışa sunulan ucuz konut ilanlarına ulaşmak için TIKLAYINIZ…
Ziraat Bankası tarafından satışa sunulan ucuz konut ilanlarına ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Denizbank tarafından satışa sunulan konut ilanlarına ulaşmak için TIKLAYINIZ…
Yapı Kredi Bankası satılık gayrimenkul ilanlarına ulaşmak için TIKLAYINIZ… Halkbank satılık gayrimenkul ilanlarına ulaşmak için TIKLAYINIZ..

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Yükselen Konut Fiyatları 2021 Yılında Düşer mi? Öneri/Yorum

Covid-19, Türkiye’de etkisini göstermeye başladığı mart ayında, konut satışlarında ciddi düşüş yaşandı. Ancak kamu bankalarının 1 Haziran’da açıkladığı kredi paketi, enflasyonun altında faiz oranları ve bir yıl ötelemeli ödeme fırsatı sunmasıyla konut alıcılarının alıma geçmesini sağladı.

Haziran ve temmuz aylarında satılan toplam konut adedi, ilk beş ayda satılan konut adedini yakaladı.

2020 yılında 1,5 milyon adet konut satışı ile kapatacağını düşünüyorum.

Faiz kampanyası, konut stoklarını eritti!

 

2016’nın ikinci yarısında başlayan ekonomik durgunluk, kredi faiz oranlarındaki yükseliş ve piyasalardaki dalgalanmalar, inşaat ve gayrimenkul sektörlerini de etkiledi.

Son üç yıldır düşen konut satış rakamları nedeniyle konut stoku sorunuyla mücadele eden inşaat sektörü, haziran ayında başlatılan kampanya ile temmuz ayında stoklarını eritti. 

Konut sektörü, kamu bankalarınca düzenlenen kampanya ile stoklarını eritti. 

Yükselen konut fiyatları düşer mi?

Talep ve arz dengesi şaşınca fiyatlar arttı. Uzun zamandır satılamayan ev stokları hızla erimeye başladı. Bu da konut arz edenin fiyatları yukarı çekmesine sebep oldu.

Bölgesel değerlendirmelerde özellikle İzmir’de konut fiyatlarında %20-25 arası artış görüyoruz.

Ayıca inşaat maliyetleri dolar kurunda yaşanan dalgalanmalarla sürekli olarak yükselirken konut stokunu eritmek için sıfır konutlara uzun süredir sınırlı oranlarda zam yapılıyordu veya yapılmıyordu.

Enflasyon karşısında konutların fiyatları zorlanıyordu. Konut stokunun tamamen tüketilmesi ile yeni maliyetlerle üretilecek konutlar için ne yazık ki fiyatların aynı olmasını beklemek mümkün değil.

2021 nasıl bir yıl olacak?

Genel olarak; Covid-19 ile birlikte hayatımızı yavaşlattık. Balkonsuz evler, apartman görevlisinin olmadığı evler insanları çok bunalttı. Ev tercihlerinde bahçeli evler, dubleks daireler ve en önemlisi balkonlu evler öne çıktı.

Bundan sonra balkonun konut alımında en önemli kriterlere gireceğini düşünüyorum. Küçük şeylerden mutlu olma dürtüsüne dönebilen bizler, bu ufak balkonların nasıl fark yaratığını gördük.

Artık aynı fiyatta iki evin balkonlu veya bahçe göreni daha tercih ediliyor, farkındalıklar değişti. 

Yeni konut projeleri, Covid-19 ile değişen alışkanlıkları göz önüne alarak şekillenecektir.

Yabancılara Konut Satışı Artar Mı?

Yabancıların Türk vatandaşlığı alabilmeleri için konut satın alma bedelinin 250 bin dolara düşürülmesi, yabancıların ülkemizde mülk edinimini artırdı.

2021’de aşının bulunmasıyla yabancıların gayrimenkul ediniminde ülkemize olan talebi artacaktır.

Covid-19’un 2021’in ikinci yarısında rahatlaması beklentisiyle bu tarihten sonra ülkemizde yoğun bir yabancıya satış olacağına inanıyorum.

Aşı yada ilaç bulunursa yabancıya konut satışı artar…

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Haftanın Kitap Önerisi: “Semerkant” Amin Maalouf

Alpaslan 1071 yılında Malazgirt savaşıyla Bizanslıları bozguna uğrattığı zamanlarda İran Sultan’ı Nasır Han’ın kızından dokuz çocuğu vardı. Fakat bu akrabalık ilişkileri kimseyi aldatmaz; Alpaslan’ın bir gözü, Acem krallığının en önemli kentlerinden biri olan Semerkant’taydı. Bizanslılar karşısındaki zaferinden sonra Semerkant’a bir korku düşmüştü, çünkü sıranın kendilerine geldiğini biliyorlardı. Aslında ilk sıra hep bu kentteydi; Semerkant, Buhara ve İsfahan kentleri o dönemde tüm dünyanın hem kültür, hem bilim, hem ticaret merkezleriydi. Alpaslan sadece, Bizanslılarla takıştığı için rotasını değiştirip Anadolu’ya gitmişti. Şimdi asıl önemli olan kente doğru sefer başlamıştı.

Ancak Semerkant seferi Alpaslan’ın ölümüne neden olacaktı çünkü yol üzerindeki bir kale kuşatmasında direniş gösteren Harzemli Yusuf, kıyafeti içine sakladığı bir hançerle onu öldürdü. Alpaslan bu direnişçinin kim olduğunu merak edip onu huzuruna çıkarmasaydı durum farklı olurdu kuşkusuz. Yusuf, Alpaslan’ın huzuruna iki büklüm çıkartılmış ama gururlu Yusuf, kendisine efemine deyince Alpaslan sinirlenip okuna davranmış, fakat sinirinden eli titrediği için olsa gerek hedefi tutturamayınca Yusuf hızlı davranıp Alpaslan’ı hançerlemeyi başarmıştı. Alpaslan dünyanın en büyük devlet adamlarından biri olarak adını tarihe yazdırabilecekken onun bu özelliği hem ününe hem hayatına mal oldu. Dokuz çocuğuna rağmen, kadınlara az ilgi gösterir diye düşmanları tarafından isim takılmıştı ve efemine tavırları yüzünden, haklı ya da haksız, bu ünü, henüz başlayan parlak saltanatına bir anda son verecekti.

Alpaslan’ın beklenmedik ölümü Semerkant’ta bayram havası yarattı. Acemlerin Sultan’ı Nasır Han, çok sevinmekle beraber sevindiğini gösteremiyordu çünkü karısı, Alpaslan’ın kızıydı. Selçuklu krallığına bir taziye heyeti hazırladı. Bu taziye heyetinde Ömer Hayyam’da bulunuyordu. Taziyeleri kabul eden Alpaslan’ın büyük oğlu Melikşah onyedi yaşındaydı ve ziyaretçilere nasıl davranması gerektiğini, “ata” diye hitap ettiği Nizamülmülk ona söylüyordu.

Nizamülmülk’ün bir düşü vardı: En güzel, en zengin, en istikrarlı, en iyi korunan devleti kurmak istiyordu. Her eyaletin, her kentin, içinde Allah korkusu olan, adil, vatandaşlarının şikayetlerine kulak veren yöneticilerce yönetilmesini istiyor, kurt ile kuzunun yanyana su içebileceği bir devlet düşlüyordu. Taziye kabulunda Ömer Hayyam’ın kulağına onu yanına beklediğini söylemişti çünkü Nişapurlu Ömer’in gökbilimci, matematikçi, tıp bilimcisi olarak sınırları aşmış bir ünü vardı ve Nizamülmülk’ün düşlediği devlette ona ihtiyaç vardı. Nizamülmülk, ondan, günümüzde istihbarat teşkilatı olarak adlandırabileceğimiz bir sistemi kurmasını istemişti. Fakat Ömer Hayyam kendisine verilen teklifin kendisine uygun olmadığını, yolda tanıştığı genç arkadaşının bu vasıflara daha çok uygun düştüğünü söyleyerek Rey’li genç arkadaşı Hasan’ı Nizamülmülk’e önerdi.

Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ten iş istemek için yola koyulduğunda böyle bir mevki aklında yoktu kuşkusuz. Ancak yolda bilgelerin bilgesi Ömer Hayyam’la karşılaştığında Tanrı’nın kendi yanında olduğunu anlamış olmalı; hele ki Nizamülmülk’ten istihbarat teşkilatı kurması için görev verildiğinde kendisinin seçilmiş biri olduğuna inancı tamdı.

Hasan Sabbah büyük Acem krallığının düşünü kuruyordu ve krallıkta Nizamülmülk gibi Türklere uşaklık yapan Acem döneklerin hiç yeri yoktu. Yıllar sonra, kendiside Melikşah’ın Selçuklu Devletinde hizmet alan bir Acem döneği olmakla kendini suçlayacaktı. Ama o sırada düşündüğü bu değildi. Melikşah’la yaşıttılar; on sekiz yaşında iki iyi arkadaş oldular. Hükümdarı kazanmak önemliydi. İlk iş olarak Nizamülmülk’ü devre dışı bırakmaya çalışması, kendi sonunu hazırladı. Nizamülmülk ondan daha tecrübeli biriydi kuşkusuz; Hasan hazine konusunda üzerine aldığı bir işi “raporumu tamamladım” diyerek Melikşah’ın karşısına çıktığı vakit elinde tuttuğu sayfalarda tam bir tutarsızlık ve karmaşa gördü çünkü birlikte çalıştığı adamların Nizamülmülk tarafından aleyhte kullanılması çok kolaydı. Melikşah Nizamülmülk’ten kuşkulanamazdı; Hasan Sabbah’ı ölümle cezalandırdı ancak o dakikada hükümdarı sürgün cezasının yeterli olacağına ikna ederek Hasan Sabbah’ı ölümden kurtaran yine Ömer Hayyam oldu. Kaşan kentindeki konakta ilk tanışmalarında Hasan mevcut tüm kitapları ezberden okuyan ve kendisini etkilemiş bir bilgindi; kendi eliyle Selçuklulara getirdiği, arkadaşlık ettiği birinin ölümüne razı olmazdı.

Hasan sürgünden yedi yıl sonra kendine essasin (aslolan; gerçekçi) diyerek Acem krallığında bir derviş olarak ortaya çıktı. Nasır Han ölmüş yerine oğlu Ahmet geçmiş ve Hasan’ın bilgeliğinden etkilenmişti. Selçuklulara ise Melikşah ile veziri Nizamülmülk hükmetmeye devam ediyordu. Nizamülmülk için Hasan’ın ortaya çıkışı açık bir tehditti. Kendi istihbaratı ona Hasan’ın yakalanmasının an meselesi olduğunu söylüyordu ama Hasan hiçbir zaman ele geçirilemiyordu. Bu sayede hem Hasan’la karşı karşıya gelme fırsatını yakalamış olacak hem de Semerkant’ı Hasan’ın sapkın düşüncelerinden kurtaracaktı. Ancak Melikşah’ın karısı Terken Hatun, önünde bir engeldi. Terken Hatun, Semerkant’ı yöneten Nasır Han kardeşiydi ve şimdi başta olan Ahmet’te onun yeğeniydi.

Nizamülmülk’ün Terken Hatun’a, Hasan’ın Ahmet’i kandırdığını ve sefere çıkması gerektiğini söylemesi inandırıcı olmazdı; çareyi Hasan ile Ahmet’in sıkı arkadaş olduklarını gizlemekte buldu. En iyisi bu arkadaşlığı gizlemek ve onların birbirlerine düşman olduklarını söylemekti çünkü Terken Hatun kardeşinin soyunun Semerkant’ta hüküm sürmesinin Selçuklu saray kadınları arasında kendine yarattığı ayrıcalığın farkındaydı ve bu avantajı kaybederse Selçuklulara varis olarak kendi oğlunu bırakması güçleşirdi; Melikşah’a sefere çıkmasını ve yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarması gerektiğini kendisi söyledi. İki haftalık savaştan sonra Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıktı ve Selçuklu hanedanı ile arasındaki ilişki onarılmaz bir biçimde bozuldu. Hasan ise bu olaydan önemli bir ders alarak ucuz kurtulmuştu; artık hükümdarları kazanmaya çalışmayacaktı. Bundan böyle onların tam karşısında olacaktı. Dünyanın ilk terör örgütü Essasinler böylece kuruldu.

Hasan’ın, dünyanın ilk istihbarat teşkilatını yönetmiş biri olarak, bu terör örgütü için idari tecrübesi vardı, insanları etkileme ve yöneticilik derslerini sürgünde olduğu yıllarda Kahire’deki El Ezher medresesinde almıştı.Kısa zamanda kendilerine “dinin gerçekçileri” diyen essasinler, hükümdarların, valilerin, kadıların ölesiye korktukları bir örgüt oldu. Karşılarında hissettikleri ise sadece çaresizlikti. Çünkü essasinler ölmekten korkmuyorlar, eylemden sonra hiçbir yere kaçmıyorlardı. Bu yüzden onların haşhaşla kafayı bulmuş olduklarına inandılar, Hasan’ın bu adamları haşhaşla kontrol altında tuttuklarını söylediler. Bu terör örgütüne Haşhaşinler dediler.

Haşhaşinlerin lideri, Hasan Sabbah adıyla kendinden sonraki kuşaklara bile korku salmaya devam etti. Oysa Haşhaşinlerin haşhaş kullandığı iddiası yalandı. Hasan Sabbah Nizamülmülk’e ikinci kez yenildikten sonra, artık Selçuklu ve Acem krallıklarında gizlenme ihtiyacı duymamış; kartal yuvasını andıran sarp kayalıklardaki Alamut kalesini alarak kendilerine üs edinmişlerdi. Hasan Sabbah bu kaleden tüm Acem ve Selçuklu hükümdarlarına korku salmaya devam etti. Bu örgütün üyeleri eylem yapacağı kişiyle arkadaş olurlar, onların dilini şivesine kadar önceden çalışırlar, hiç dikkat çekmezler ve en umulmadık zamanda hançerini çıkartıp öldürürlerdi. Böylesine planlı bir çalışma ve ölüme karşı duyulan özlem, haşhaşla değil; inançla açıklanabilirdi. Haşhaşinlerin çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu. Hasan Sabbah, kalesinde içki ve müzik dahil her türlü eğlenceyi yasaklamış biriydi. Kalesinden hiç çıkmaz tüm zamanını kendi hazırladığı, doğunun en eşsiz kütüphanesinde geçirirdi. İstihbarat kaidelerince kalesini yönetirdi ve cezaları açık ve sertti. Yalan yanlış bilgileri bile derhal cezaya bağlardı. Haklarındaki ihbarlar yüzünden iki oğlunu öldürmüştü. Dinsizlikle suçlana oğlunun ikiyüzelli yandaşını öldürtmüş ve diğer ikiyüzelli yandaşınıda arkadaşlarının cesetlerini sırtlarında taşıtarak kaleden kovmuştu.

Nizamülmülk ise Selçuklu Hanedanıyla arası açıldıktan sonra “Siyasetname” sini yazmaya koyulmuştu. Kitabını yetiştirmeye çalışıyordu çünkü Bağdat seferine katılması gerekiyordu. Nizamülmülk o günlerde rüyasında peygamberi gördü. Peygamber rüyasında şöyle demişti ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; kendi ölüm tarihini seçme hakkını sana veriyorum.” O da “Ben Melikşah’ın doğduğunu, bana baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana gösterme.” diyerek yanıt verdi. Peygamberde bunun üzerine Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini kendisine müjdeledi. Nizamülmülk bu rüyayı Melikşah’a anlattığında belki Melikşah bu tehditten yılmış olabilir ama Terken Hatun, planı çoktan yürürlüğe koymuştu. Nizamülmülk Alpaslan’dan bu yana Selçuklu Hükümdarlığının temel direği olmuştu ve ülkeyi ikiye bölecek kadar güçlüydü. Terken Hatun onu açıkça öldüremezdi. Bunun için Hasan Sabbah’ı kullanmaya karar verdiler. Nizamülmülk’ü bir Haşhaşin Bağdat seferi sırasında hançerledi. Haşhaşin kaçmadı doğal olarak, oracıkta onun da boğazını kestiler. Nizamülmülk Bağdat Seferinin kendi ölümü için hazırlandığını bilecek kadar tecrübe sahibiydi ama umursamıyordu çünkü mide kanserinden dolayı günleri sayılıydı ve de siyasetnamesini bitirmişti. Bu kitap batı dünyası için Macciavelli’nin Prens’i neyse, doğu içinde öyle olacaktı.

Nizamülmülk’ün adamları sözünde durdular ve Melikşah’ı kırk gün içinde zehirleyerek öldürdüler. Melikşah kendinden önceki tüm Türk sultanlar gibi hükümdarlık için varis bırakmadı. Terken Hatun’un üç oğlu vardı. İlk iki oğlunu sırayla Melikşah’a varis seçtirmişti ama bu çocuklar anlaşılamaz nedenlerle öldüler. Terken Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşında olduğu için Melikşah diğer saray kadınlarının baskısıyla bu bebeği varis ilan edememişti. Melikşah’ın hayatta kalan büyük oğlu Berkyaruk başa geçti. Terken Hatun Berkyaruk’u öldürmek için yeterince vakit bulamadı; adamları Berkyaruk’u esir aldıklarında kendiside Nizamülmülk’ün adamları tarafından öldürülmüştü.

Hasan Sabbah Alamut kalesinde 80 yaşında öldüğü vakit, varis bıraktığı imam onun odasına girmeye korkmuştu. Bu korku öylesine güçlüydü ki iki kuşak sonrasında bile Alamut’taki tüm yasaklar sanki Hasan Sabbah hayattaymış gibi devam ediyordu. Ancak üçüncü kuşak veliahtı kurtarıcı ilan edebildiler. Bu veliaht kendisinin beklenen kurtarıcı olduğunu söyleyerek Alamut tahtına çıktı ve artık imtihan zamanının dolduğunu, tüm yasakların kalktığını, şeriat zamanının bittiğini ve artık cennet zamanına geçildiğini söyleyerek Haşhaşin tarikatına son verdi. Peşisıra Moğol istilası başgösterdi. Alamut Kalesine, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya, tüm bu kentlerin zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren, Cengiz Han’ın yakıp yıkan Moğol istilası oldu.

Amin Maalouf, Semerkant adlı kitabında, doğu’nun günümüze hiçbir miras bırakmadığını tüm bu hikayenin sonuna ekler. Yazar, kitabında Ömer Hayyam’ın dörtlüklerini yazdığı Rubaiyyat adlı eserini aramaya çıkan bir Amerika’lıyı başrole koyarak hikayelerini anlatır. Bu Amerikalı, Hayyam’ın dörtlüklerinde gezinirken, okuyucuda onunla beraber, binbir gece masallarına konu olan doğunun tüm ihtişamını yeniden yaşar. Rubaiyyat kitabı Titanic’le birlikte denizin dibine gömülür. Hiçbir miras bırakmamak doğunun kaderidir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

YORUMLARINIZ VE PAYLAŞIMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.

Adım Adım Zorunlu Deprem Sigortası (DASK)

Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) internet sitesinde yaptığı duyuru ile Zorunlu Deprem Sigortası’nı 9 adımda anlattı. Duyuruda, neden DASK yaptırılması gerektiği ve DASK’ın sigortalılara sağladığı avantajlar maddeler halinde anlatılıyor.

DASK

1. Depreme karşı devlet güvencesi:

Zorunlu Deprem Sigortası (DASK), devlet tarafından sunulan bir güvence. Bu sigorta, konutları depreme ve depremin doğrudan neden olduğu yangın, infilak, yer kayması ve tsunami gibi afetlere karşı güvence altına alıyor.

2. Sahip olmak çok kolay:

Evlerinin ve ailelerinin geleceğini güvence altına almak isteyen konut sahipleri, en yakın sigorta acentesine veya banka şubesine giderek sigortalarını yaptırabilirler. Konut ve kimlik bilgilerini beyan eden herkes poliçe sahibi olabilir.

3. Alım gücüne uygun aylık primler:

Yıllık olarak düzenlenen poliçelerin prim tutarları konutun yapı tarzına, brüt yüz ölçümüne, inşa yılına, kat sayısına ve bulunduğu mahallenin risk grubuna göre hesaplanır. DASK, prim tutarını tüm vatandaşların karşılayabileceği seviyede tutmaya özen gösterir.

4. İndirim seçenekleri:

Poliçesini her yıl yenileyen poliçe sahipleri yenileme indiriminden faydalanır. İnşaat tarihi ve Kat sayısına göre indirim/sürprim uygulanıyor.

5. Yeni bir hayata başlangıç

Poliçe sahibi, konutu depremde hasar gördüğünde ilk olarak ALO DASK 125 Çağrı Merkezi’ne başvurur. Yetkiliye, poliçe ve/veya vatandaşlık numarası, depremden hasar gören konutun açık adresi ve telefon numarasının verilmesi hasar takip dosyasının açılması için yeterlidir.

6. Anında hasar tespiti

Sigortalının hasar başvurusunun ardından DASK Hasar Tespit Görevlisi, sigortalı konutları ziyaret eder. Böylece uygun olan en kısa sürede hasar tespit edilerek, tazminat tutarı belirlenmiş olur.

7. Zarar kısa sürede karşılanıyor

Tazminat tutarı, DASK tarafından en kısa zamanda tapuda adı geçen hak sahibinin adına en yakın banka şubesine gönderilir.

8. Deprem sonrası hızlı toparlanma

Zorunlu Deprem Sigortası (DASK) sahipleri, depremin evlerine verdiği maddi zararı hızlı ve kolayca giderme olanağı yakalar. Bu “hayati” olanak, hayatın kısa sürede kaldığı yerden devam edebilmesini mümkün kılar.

9. Deprem geçer, hayat devam eder: 

Zorunlu Deprem Sigortası ile geleceğinizi ve sevdiklerinizi güvence altına alırsınız. Sadece bununla kalmaz, olası bir deprem felaketinde, başkalarının da hayatına “yeniden” ışık doğmasına aracılık etmiş olursunuz.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Türk Alıcısının Kültürel Özellikleri

1- Türk insanında tanıdık arama hissiyatı çok gelişmiştir, işyerlerinde aynı okul mezunlarına veya işyerlerinde gelen ekip çalışanlarına sıklıkla rastlanır, en alt düzeyde ise bu memleketlisini tutmak olarak gözlemlenir.

2- Türk insanı gördüğü bir iyiliğe misliyle karşılık vermek ister. “bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır”. Türk alıcısı satıcının kendisine bir iyilik yaptığı düşüncesine kapılırsa ona bunun karşılığını vermek isteyecektir.

3- Türk insanı son derece yardımseverdir. Bunu her türlü platformda gösterir, gördüğü iyiliği unutmaz. “Bu ürünü almayın siz memnun kalmazsınız size şu ürünü tavsiye ederim” diyen bir satıcıya güven duyacak takdir edilecek bir hatta referans olarak yardımcı olacaktır.

4- Türk insanı birazcık kindardır. Zarar ve kötülük gördüğü şeyleri unutmaz, bu nedenle kendisini kazıklamış olan bir satıcıdan bir daha asla alışveriş yapmaz hatta onu cümle âleme rezil etmek için elinden geleni yapar.

5- Türklerin pazarlık merakı dünyaya mahal olmuştur çoğu kez pazarlık sonucu alınan indirim alıcının kendisi için özel bir şey yapıldığı hissiyatını tatmin eder bu nedenle Türkiye’de satıcıların mutlaka inisiyatiflerin de bir indirim hakkı bulunmalıdır.

6- Bir bilene danışma ihtiyacı Türklerde ağırlıklı olarak gözlemlenir. Bu gibi durumlarda satıcının grup içindeki fikir liderini tespit ederek ona yönelik ikna çabasına girmesi gerekir, fikir lideri genellikle grubun yüzlerine dönerek oturduğu,  o konuşurken herkesin susarak dinlediği, başları ile tasdik ettikleri kişidir.

7- Türk halkında gösteriş eğilimi vardır Özenir ve gördüğünü ister. Başkaları yanında kendini ezdirmemek endişesi vardır. Satıcılar bu özenti duygusunu akıllıca kullanabilirlerse kolaylıkla satış yapabilirler üzerinde taklit kıyafetler ve aksesuar gördüğünüz bir alıcıya “Prestij” fikrini kolaylıkla satabilirsiniz.

8- Türk halkı prestijine ve statüsüne çok düşkündür. Bunu satın aldığı ürünlerle göstermekten çekinmez. Aynı sebeple bir ürünün orijinalini alamıyorsa taklidini satın almakta bir sakınca görmez.

9- Türk halkının hep acelesi vardır, beklemeye hiç tahammülü yoktur, çabuk sıkılır. Türk erkeği kadına göre daha sabırsızdır. Satıcılar müşterilere söz verdikleri sürede dönmeli, onları bekletmemeli, gecikme durumlarında mutlaka haber vermelidirler.

10- Türk halkı duygusaldır. televizyon reklamlarının çoğunda reklamcıların duygusallığımızdan faydalanmaya çalıştıklarını görebiliriz. Müşteriden televizyon reklamlarını yorumlaması ve değerlendirilmesi istenebilir. Bu istek hem diyalog başlatmak için çok uygundur hem de müşterinin yaptığı yorumlarda onu düşüncelerini öğrenerek satış sürecinde lehimize faydalanabiliriz.

11- Türk halkı yalnızlığı sevmez. Kadınlar gün yaparlar, erkekler ise kahvehane toplantıları. Bu mekanlar makul bedellerle sosyalleşme imkanı sunmaktadır. Satıcılar için bu topluluklar çok önemli satış ve sonu fırsatları demektir.

12- Türk halkı sağlamcıdır. Mutlaka bir yerlerde kötü günler için bir birikimi vardır. Yardımlarının elinin altında olmasını sever bu nedenle Türkiye’de yastık altı altın miktarı çok yüksektir bu sağlamcılık merakının temeli ise aslında güvensizliktir. Türk halkı kişilere ve kurumlara güven duymakta çok zorlanır bunda tarih boyunca hep aldatılmış olmasının büyük rolü vardır yeniliklere açık gibi görünmekle birlikte “başkasının üstünde denenmiş yenilikleri” tercih eder.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi : “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” Arthur Schopenhauer

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar by Arthur Schopenhauer

Felsefe ile biraz ilgilenen herkesin radarina ilk giren kitaplardandır belki de Schopenhauer’in “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar”’ı… Kitabın arka sözünde de tam olarak bu noktaya değiniliyor: Hiç kimse bu kitaba ilgisiz kalamaz: Ya Schopenhauer’in dünya görüşüne karşı çıkar ve böylece kendi görüşünü keskinleştirir ya da onda dünya üzerindeki varlığıyla daha kolay başa çıkabilmek adına gerçekten yardımcı olabilecek bilgiler bulabilir. Bu kitap, felsefeyle ilgilenenler için bir zorunluluk, düşünen, aydın insanın kütüphanesinde bulunması gereken bir eser.

Schopenhauer, tüm filozoflarda olduğu gibi; yaşamı, varoluş amacını ve dünyanın düzenini, insanların birbiri ve doğa ile ilişkilerini anlamak üzerine fazla kafa yormuş ancak keskin söylemleri ile sivrilmiş, nevi şahsına münhasır bir düşünür. Bu kitap tam olarak bir başucu eseri niteliğinde, bu ifademin başlıca sebepleri ise; hem insan psikolojisini oldukça içselleştirmesi ve sosyolojik çıkarımlarla okuyucuya geçirmesi, hem de mutlu, huzurlu ve özgüvenli bir yaşam sürmek için bir rehber olmasıdır.

Kitap düşünce yazısı olarak ele alınmış olmasına rağmen su gibi akıyor ve okudukça aydınlatıyor. Okurken bitmesin diye içten içe kaygılanırken bir taraftan da bir sonraki çıkarım ne, nasıl bir yaklaşım da bulunacak diye bir türlü elden düşürülemiyor.

Bu eser 6 bölümden oluşuyor; bu bölümlerde, kişinin olduğu şey hakkından başlayıp, sahip oldukları ve temsil ettikleri üzerine çıkarımlar net bir şekilde vurgulanıyor. Daha sonra bazı öğütler verdiği bir bölümle karşılıyor ve adeta o ana kadar okunanların genel çıkarımı olarak konuları birbiriyle bağlıyor. En sonda da insan yaşının önemini, yaşın getirdiği güzellikler ve tecrübenin katkısını vurgulayarak kitaba son veriyor.

O kadar anlamlı sorgulamalar var ki kitap içinde; insanın manevi zenginliğini farkedip bu güzelliklerle farkındalığını arttırmaya teşvik ediyor. Yalnız olmanın bir zenginlik olduğunu dile getirirken, hayatın akışından da geri kalamamak gerektiğini vurguluyor. Hareket etmenin önemini öyle güzel dile getiriyor ki adeta sokağa çıkıp koşmak istiyorsunuz. Bu zıtlıklar içinde yol gösteriyor işte, bu yüzden de okuyucuyu esir alıyor Schopenhauer.

Bu kitap üzerine saatlerce konuşulabilir, herkesin çıkarımı da farklı olabilir çünkü kitap çok yönlü ve herkese kendinden bir şeyler bulmaya yönlendiriyor. Bu konu ile ilgili de bir çıkarımda bulunuyor zaten kitap içinde, aynı işi farklı iki kişi aynı şekilde yaptığında çıktılar farklı olur diyor, yani özgünlükten her insanın kendine ait olanı kattığını vurguluyor ve devam ediyor; her ayakkabı her ayağa uymaz…

Beni rahatsız eden tek nokta yer yer kadınlara yönelik aşağılayıcı örnekler vermesi ve düşüncelerini erkek egemen bir dille yazıya dökmesiydi, bu da sanırım annesi ile olan kötü ilişkisinden dolayı kadınlara bakış açısı konusunda bize büyük bir ipucu veriyor.

Bende özellikle yer eden, bazı bölümlerden bazı alıntıları buraya bırakıp, spoiler vermenin yanında bu kitabı okuyan ya da okumak isteyen herkeste bir ışık yakmak isterim.

“Sağlık tüm dünyevi zenginlikler karşısında öylesine ağır basar ki, sağlıklı bir dilenci herhalde hasta bir kraldan daha mutludur.”

“Ruhsuz biri sürekli cemiyetten, gösteriden, yolculuktan ve şenlikten diğerine koştuğu halde can sıkıntısından kurtulamaz; oysa iç dünyası zengin insan tamamen yalnızken, kendi düşünce ve hayalleri ile mükemmel bir eğlence bulur.”

“Kalp karmaşık ikili kasılma ve genişlemeleriyle yorulmaksızın, şiddetle çarpar, 28 atışıyla toplam kan kütlesini büyük ve küçük dolaşımda dolaştırır; akciğer bir buhar makinesi gibi aralıksız çalışır; bağırsaklar sürekli solucan gibi kıvrılırlar; tüm bezler emer salgılarlar; beyin bile her kalp atışında ve her solukta ikili hareket eder. Sayısız insanın tamamen oturmaya dayalı yaşam biçiminde olduğu gibi, dıştan hareket hemen hemen hiç yoksa, dış dinginlikle iç karmaşa arasında göze çarpan, zararlı bir dengesizlik ortaya çıkar. Çünkü süregelen iç hareket bile dış hareketle biraz dengelenmek ister; ağaçların bile büyümek için rüzgarla hareket etmeye ihtiyacı vardır.”

“Bir insan sahip olmayı asla aklına getirmediği zenginliklerin yokluğunu hiç hissetmez; aksine onlar olmadan da bütünüyle hoşnuttur; ancak onun yüz katı kadar fazlasına sahip olan bir başkası istediği bir şeyi elde edemediğinde kendini mutsuz hisseder.”

“Asıl olan hayranlığın kendisi olsaydı, hayranlık duyulan buna değer olmazdı.”

“Ün ve gençlik bir ölümlüye aynı anda çok fazla gelir.”

“Bir insan kendinde ne çok şeye sahipse başkalarına o kadar az gerek duyar.”

“Herkesin sosyalliği kendi entellektüel değeri ile ters orantılıdır.”

“Yalnızlığın bir çok avantajının yanında küçük de olsa dezavantajları ve sıkıntıları vardır. Mesela; bedenimiz sürekli evde oturmaktan dış etkilere karşı öyle hassaslaşır ki en küçük bir hava akımı bile onu hasta edebilir; bu nedenle sürekli inzivada ve yalnız yaşamak bizi hassas yapar, böylece en önemsiz olaylar, sözcükler, hatta sadece yüz ifadeleri bile bizi huzursuz eder, incitir ya da kendimizi yaralanmış hissederiz; oysa kargaşa içinde yaşayan biri bu tür şeylere dikkat etmez.”

“Her gün, küçük bir yaşamdır, her uyanış ve yataktan kalkış, küçük bir doğumdur, her taze sabah küçük bir gençlik, her yatağa gidiş ve uyuma küçük bir ölümdür.”

“Dünyayla başa çıkabilmek için beraberimizde büyük bir dikkat ve hoşgörü yedeği bulundurmakta fayda vardır: Birincisiyle zararlardan ve kayıplardan, ikincisiyle tartışma ve kavgadan korunuruz.”

“İnsanlar, bağışlandıklarında terbiyesizleşen çocuklara benzer, bu yüzden onlara fazla yumuşak ve sevecen davranmamak gerekir.”

“Akıl, düşündüklerimizle konuştuklarımız arasında geniş bir uçurumun açık tutulmasını emreder.”

“Gençlikte izleme, yaşlılıkta düşünme egemendir: Bu nedenle ilki şiir sanatının, diğeri ise daha çok felsefenin zamanıdır.”

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” Grigory PETROV

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Okunmasını Tavsiye Ettiği Kitap

Beyaz Zambaklar Ülkesinde Hakkında ve  Özeti  

Eser, Rus yazar Grigory Petrov tarafından 1923  yılında basılmıştır. Eser Grigory Petrov’un çeşitli aralıklarla çıktığı Finlandiya seyahatlerindeki notlarında oluşmaktadır.

Eser, bir bataklıktan ülkeye dönüşen Finlandiya’nın,  sömürü ve esaretten kurtularak 1800’lerin son döneminde Finlandiya halkının içinde bulunduğu durumu, cehaletten kurtulmak için başta Johan Vilhelm Snellman olmak üzere ülkedeki bir avuç Fin aydının verdiği olağanüstü mücadeleyi anlatmaktadır.

Eser, zaman zaman Finlandiya’ya gidip gelen Rusya’nın en tanınmış papazlarından biri olan Grigory Petrov’un (1866, Rusya – 1925, Pari) gözünden Finlandiya’nın ekonomi, sağlık, kültür, bilim, spor, eğitim gibi birçok alanda eski ve yeni Finlandiya’nın değişim ve gelişimi öncesi sonrasını somut örneklerle ortaya koyarak anlattığı bir eserdir.

Aykırı fikirleri nedeni ile Rusya’daki görevinden ayrılan ve kiliseden kovulan Papaz Grigory Petrov papazlığı bıraktıktan sonra kendisini yazarlığa vermiş, ayrıca gazeteci ve bir hatip olarak da ününü devam ettirmiştir. Bolşevik Devrimi’nde Rusya’dan da kaçmak zorunda kalan yazar,  zaman zaman gidip geldiği Finlandiya hakkında tuttuğu notları bir kitap haline de getirmiştir. Kitap yazarın bu notlarından oluşmaktadır.

Eser toplumsal dayanışmayı Snellman adlı Finli bir aydının asker, öğretmen, mühendis demeden tüm halkı harekete geçirmesini  ve bugünkü Fin ülkesinin, kültürü, sanayisi ve eğitimiyle nasıl kurulduğunu anlatmaktaki başarısı ile dikkat çekmektedir.

Kitap, ilk defa 1923’te Saraybosna’da basılmış,  kısa sürede birçok dile çevrilmiş; özellikle Yugoslavya Krallığı’nda, Bulgaristan’da ve Türkiye’de yazarın en çok beğenilen eseri olmuştur.

Kitap, Osmanlı-Türk kadın hareketinin öncülerinden Şükufe Nihal Hanım’a Finlandiya’yı gezmesi ve “Finlandiya” (1935) adlı kitabını yayımlaması için ilham vermiştir.

M. Kemal Atatürk’ün  de okuduğu önemsediği ve önerdiği bu kitap azmin önemine inanmayanları ikna edebilecek kuvvette yazılmış bir kitaptır.

“Bu kitap tüm yoksulluğa, imkânsızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.” (Kitap tanıtım yazısı)

KONUSU

Eser Finlandiya’nın tarihini ve  Fin Kültürü’nün  gelişimini  irdeleyen bir  kitaptır.  Eserde Bir zamanlar bataklıklar diyarı olan Finlandiya’nın bataklıktan “Beyaz Zambaklar Ülkesine” dönüştüren kültürel ve sosyal aşamaların  öyküsü irdelenmiştir.

“Finler uzun yıllar milli kültürlerinin gelişmesi ve ilerlemesi için çalışmışlar ve bugün birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek bir uygarlık derecesine ulaşmışlardır.”

ESERDEN TADIMLIKLAR

 “Eğer halka güvenmeyip de Rusya’da olduğu gibi biletçi veya kontrolcü kullanmak isterseniz, kontrolcuları da kontrol etmek gerekir. Biz kontrolcüye değil, halkımıza inanırız, insana inanırız” (Sayfa 22)

“Her millet iktidar mekanizmasının başına ya kudretli ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin işbaşına gelmesi milletin ahlaki seviyesi ve yaşantısına bağlıdır.” (Sayfa 35)

“Eğitim almış olanların tümü milli düşünceyi geliştirmeye, milli ruhu uyandırmaya, milli iradeyi güçlendirmeye mecburdurlar.” (Sayfa 41)

ESERİN BÖLÜMLERİ VE ÖZETLERİ

1- Tarihten İbret almak

Yıllar önce Moskova devlet tiyatrosunun duvarlarında, büyük çatlaklar meydana geldiğini farkına varmışlar. Binanın yıkılması ve çevresine zarar verme tehlikesi ortaya çıkmış. Mühendisler bu çatlakların sebebini araştırmış bina inşa edilirken, zemin sağlam olmadığından, tahta  kazıklar çakılmış kalın taş duvarları bu kazıkların üzerine örmüşler. Çatlakları gören mühendisler tehlikeye karşı ne yapmaları gerektiğini düşünmeye başlamışlar.

Kazıkların yerini granit taşları yerleştirmişler böylece devlet tiyatrosunu eski binası sağlam temeller üzerinde durmaya  başlamış. Memleketlerde sarsıntılara ve yıkıntılara meydan vermeden, halkın yönetimi daha çok bilgi ve düşünce isteyen daha adaletli yollara başvuruluyormuş. Eski devlet yaşama gücünü kaybetmiştir.

Devlet yıkılmaya mahkûm olmuştur. İdareciler  iyi kötü kahraman ve zalim ne olursa  olsunlar onlar kendi devletlerinin birer aynasıdır diye düşünmektedir.

2- Kahramanlar ve Millet

Carlyle kahramanlar ve tarihte kahramanlıklar eserlerini ve  kültürünü anlatır. Kahramanlar mı milleti yönlendirir yoksa kalabalıklar mı sorusuna cevap aramaktadır.  Carlyle milletleri Napolyon, Sezar gibi kahramanların elinde şekillendiğini düşünürken Lev Tolstoy ise tamamen bunun aksine iddia etmektedir.  Carlyle’a göre millet kahraman olmadan bir saman yığını gibidir. Tolstoy ise tarihi bireylerin yönlendirdiğini, kalabalıkların içindeki küçük adamların kahramanı ve tarihi oluşturduğunu söyler

Bir millete hareket gücü ortaya çıkıp yürüyünce, millet kendiliğinden harekete geçiyor diye düşünmektedir.

3- Suomi’nin Tarihi

Bu bölümde 3,5 milyonluk Finlandiya’dan bahsedilir. Finler kendilerine Bataklık arazi anlamına gelen Suomi demektedir.  Ülke yoksuldur. İsveç ve Rusya bu ülkeyi işgal etmiş,  Finliler nihayetinde Rusları tercih etmiş,  Rus egemenliği altında, eski efendileri İsveçlilerle birlikte kültürlerini yaşatmaya çalışmışlardır.

4- Yükseliş Önderi Snellman

ohan Wilhelm Snellman (2 Mayıs 1806- 4 Temmuz 1881)  Snellman dönemin büyük bir bilim adamı, derin bir filozofu ve ünlü bir siyasetçisidir. Snellman da papazlara seslenmiştir.

“Bütün Suomi’yi büyük bir aile kabul ediniz. Bütün ülkeye de o gözle bakınız. Unutmayınız ki, en yoksul kömürcü, kantarcı, hizmetçi ve dul kadın, bütün bir Fin milleti, sizin kardeşleriniz, hemşerileriniz ve yurttaşlarınızdır. Bunları eğitmek ve uygarlıkta daha kadim olan milletlerin arasına sokmak sizin görevinizdir. Unutmayınız ki, halkın cehaleti, kabalığı, alkol düşkünlüğü, hastalıklı oluşu, sefaleti, kötü ahlâklı oluşu, bütün bunların hepsi sizin kendi utancınız ve suçunuzdur!”

Halkın dini düşüncesinin zayıflaması bir kilise sorunu değildir. Devlet içinde tehlikelidir  diye düşünmektedir. Snellman  şunları düşünmekte ve dile getirmektedir. 

“Bazı devlet adamları, İsveçlidir. Görev saatlerinde kahve, sigara, içer arkadaşlarıyla sohbet ederken  toplantı var diye halka açıklama yapar. Vatandaşlarda memuru bekleyemez  evlerine gider.”

5- Eğitimci Memurlar

İsveç  egemenliğinde  en kötü memurların Finlandiya’ya gönderildiğini ilişkileri yozlaştığı anlatılır. Memurlar halkı eğitmeli, kendilerini yetiştiren topluma ahlaklı davranmalıdır.

“Bu memurlar kendilerine müracaat edenleri bekletir,  halka bağırıp çağırırdı. Halk saatlerce bekledikten sonra işini yaptıramadan dağılırdı” der.

Kanunsuzluğun en büyük öğreticisi kimlerdir, bilir misiniz? diye sorar ve yanıtlar:

“Memurların ta kendisidir. Yasayı uygulamakla yükümlü olanlardır. Halka, yasalara itaat etmenin yollarını ve çarelerini memur öğretir”

Böyle memurlar yerine Finlandiyalı öğretmenleri yetiştirmeye başlamışlar.

6- Halk Okulu: Kışla

Fin ordusu millileşmeye başlamıştır.  İsveçliler zamanında askerlerin çoğu Finli iken, rütbeliler erlerin yiyecek ve yakacaklarını az verir askerlere kötü davranırlardı.   En ağır küfürlerin edilmesi sıradan olay iken  bir süre sonra her şey tamamlanmaya  değişmeye başlamıştır.

“Yeni dönemin kışlası, başka bir kışla olacaktır!” diyerek ant içmişlerdir.

“Biz kışlayı bir halk okuluna dönüştüreceğiz. Hatta bir üniversite haline getireceğiz. Öyle ki, her bir asker, kışlada yaşadığı günleri yaşamı boyunca sevgi ve övgüyle ansın.”

Erler her gün kışlada  banyo yapmaya mecbur tutulmuş. Herkes ayakkabılarını temizlemeye başlamış, çevre temizliğine dikkat edilmiş, artık küfür edilmez hale gelmiştir. Ülkenin her tarafından aileler yaramaz çocuklarına: askerlik zamanın gelse de askere gitsen de kışla seni adam etse demeye başlamıştır.

7- Futbol

Finlandiya’da da futbol popüler olur. Bir süre sonra futbol salgını başlamış. Futboldan zevk alanları bir ibadet şekline sokulmuştur. Snellman futbol şenliğinde halka konuşma yapmaya başlar. Fin gençliğinin sporla uğraştığını seviniyorum demiş. Bunun üzerine aileler yeni yetişen nesle uygun terbiye vermeye başlamış.

Anneler babalarda çocukların yaramazlığını ahlaksızlığını şikayet ederlermiş. Snellman da, “anneler işlerini yapar babalarda kahvehanelerde iskambil oynarken çocuklarla ilgilenmeyip, haydi bir kenarda kendi başınıza oynayın derlerdi. Bu şartlar altında büyüyen çocuk kötü yetişmesi şaşırmamalıdır” demiştir.

Ancak yazar Petrov “güçlü bacakların değil, kafaların” ihtiyacına vurgu yapar. Herkül gibi, vücudu büyük ancak kafası küçük birer heykel değil; Sokrates gibi beyni kafasının içine sığmayacak bilginler olmalarını öğütler.

8- Anne-Baba Ve Çocuklar

Çocukların eğitiminde ailenin önemine dikkat çekilir. Anneler ve babalar çocuklarına öğütledikleri şeyleri önce kendileri yapmalıdır. Ailesi tarafından eğitim verilmemiş çocukları sürülmemiş tarlalara benzetir. Her çocukta potansiyel vardır yalnız eğitim onu ortaya çıkarabilir.

9- Halk Üniversitesi

Üniversite profesörlerinin çiftçi, avukat, zanaatkâr gibi toplumun çeşitli kesimlerinden insanlarına konferanslar vermesi anlatılır. Üniversitenin halka inmesi sayesinde toplumun çocuklarındaki potansiyel ortaya çıkacaktır. Üniversiteye gelen bilgiye aç vatandaşlar, profesörlerin güdüleyici konuşmalarını dinleyerek toplum eğitiminin içinde yer alabilecektir.

10- Jarvinen’nin Söylevi

Reçel kralı Jarvinen olarak anılan bir kişinin konuşması işlenir. Bu kişi işsiz bir gariban iken işini iyi yapıp azimle çalıştığı için reçel fabrikaları kurmuş, reçel kralı olarak adlandırılmıştır. Bütün Finlandiya bu kişiyi tanımaktadır. Jarvinen de yoksul olduğu zamanları anlatarak Finlandiya’da birçok Jarvinen olduğunu, yalnızca onlara bilgiyi sunmak, imkan tanımak gerektiğini söyler.

11- Haydut Karokep

Jarvinen öğretmenlere hitap eder. Azılı bir suçlu olan çocukluk arkadaşı Karokep’i hatırlatır. “Beyler! 25 yıl önce, bütün Finlandiya’yı dehşet ve heyecana bırakan Johan Karoken’i hatırlıyor musunuz. Karokep bir hırsız ve hayduttur. Polislere meydan okuyarak hırsızlık yapar adam öldürürdü. Karokep kurşunlardan biriyle ağır bir şekilde yaralandı öldü. Arkadaşları cesedini sakladı herkes böyle düşünüyordu. Beyler! Karokep sağ! Geçen sene italyada onu gördü onu tanıyamadım ama o beni, tanıdı Karokep bir gün papazın yanına gitmiş papaz efendiyi arıyorum demiş papa ne yapacaksın diye sorduğunda dini bir iş için geldim kendisini görmek istiyorum papaz kapıyı açtı kapının önünde durup beni tanıdın mı? Diye sordu. Karokep papaz son zamanlarda hafızam zayıfladı papaz buyurun içeri girin dedi. Papaz bir şey alır mısın dediğinde Karokep şarap getir dedi Karokep ağlamaya başladı. Beni affedin niyetim sizi öldürmek için buraya gelmiştim dediğinde Karokep papazı: oğlum sen tanrıyı kendin gibi sanarak onunla uğraşmaya kalkışmışsın tanrı senin gibi canilere benzemez dedi papaz  ve Karokep bundan sonra namuslu,  çalışıp para kazanmaya baktı.

12- Jarvinen, Okunen Ve Gulbe Nasıl Kral Oldular

Daha sonra Robinson, Jarvinen, Okunen ve Gulbe’nin başarı öyküleri anlatılır.

Ey Fin kardeşler, milletimizi oluşturan 2 milyon Fin Robenson denen çocuktan daha güçsüz, daha iradesiz, daha akılsız mıdır? Hayata ve insanlara karşı görevinizin neden ibaret olduğunu düşününüz. …

13- Köylüler, İşçiler Ve İmalatçılar

Kalabalık halk kitlelerinin kültürden yoksun bırakılması herkesin felaketi demektir. Tarih kitapları zengin kesimin mücadelelerini anlatır. Hâlbuki halkın çoğunluğu hem işleri yapmakta, hem de hiç bahsedilmemektedir. Onların kültürsüz oluşu da toplumun tüm kesimlerinin çöküşü ile sonuçlanır.

Ormandaki ağaçlar nasıl bahçedeki gibi canlı bir ağaçsa, halkın her ferdi de yüksek tabakaya mensup insanlar gibi bir insandır. Onlar da yaratılırken eşit ve akıllı yaratılmışlardır. Snellman, bütün köylülerin, işçilerin, imalatçıların ve bütün halk kesimlerinin her yönden aydınlanmasını, öğrenim ve öğretimini hayatının en önemli görevi saymıştır.

14- Satılmış Yazar

Snellman bir gün Avrupa yolculuğunda yaşadığı olaylarda ahlatırdı. Berlin’de bir Avusturyalı yazarla tanışmış bu yazar ırk yönünden asil bir Slav olduğu halde Almanca yazarmış Slavlara akıllı ve sert alman terbiyesi gerekliymiş yazar parlak bir eğitim görmüş bu yazar sadece zevk ve eğlenceye düşkünmüş. Yazar ahlak duygusunu hemen hemen kaybetmiş. Güzellik ve doğruluk arayanların aklına şaşarmış. Kendini suçlayanlara ben güzel yazıyorum Almanlarda iyi para veriyor dedi. Ertesi gün Snellmana  bir mektup gelmiş: yazar kendisine siz benim ruhumu tersine çevirdiniz. Artık benim hayata tahammülün kalmadı yaşadıklarından artık nefret ediyorum demiş. Snellman mektubun kimden geldiğini tanıyamamış. Son ayda çıkan viyana gazetelerine meşhur yazar kaza sonucu  ruhunu teslim etmiş, haberini alınca mektubun kimde geldiğinde haberi varmış. Snellman bu duruma çok üzülmüş.

15- Kendini Halkın Sağlığına Adayan Doktor

Snellman bir konuşmasında halka: halk için yüreği sızlayan ve okuma yazma bilen herkes kitap okumalıdır. Körlerin gözünü açar ruhunu tamamen körleşmemiş kimseye utancından kızartır. Diyormuş.  Köylüler hep aynı elbiseyle çalışır, yemek yer ve yatarmış. Seneler geçer banyo yüzü görmezlermiş. Üstleri başları bit pire doluymuş. Köylüler sıkıntı çeker genellikle üşütür verem olurmuş. Tuvaletlerin yakınında sular mikropluymuş. Tifonun arkası kesilmezmiş. Halk doktora gittiğinde halk: bu iğneleri niçin yapıyorsunuz? Çocukları tedavi etmeyin de ölsünler aç insanların sayısı azalmış olur demiş. Doktora kızarak doktor şehide oturanlara, basın mensupları, politikacılara, bilim ve sanat adamlarına çağrıda bulunuyormuş ve onlara beyler ne zaman kadar saklambaç oyununa devam edeceksiniz? Millet için, vatan için, medeniyet için, ne yapıyorsunuz?

Henüz vakit varken halkı  ve ülkeyi kurtarın! Halkın arasına girip onları tedavi edin. Çocukları okutup terbiye edin, doktor bunu söyleyince: herkes parti kavgalarını bireysel entrikalarını bir tarafa bırakarak milletin sağlık korunmasıyla ilgilenmeye başladı köylülerin evlerine doktorlar tek tek muayene etmeye başlamışlar. Verem kurbanları azaldı bronşitler nezleler öksürükler ortadan kalktı. Ülkede çalışanlar arttı. Daha çok kazanmaya başladığı için iyi besleniyorlardı. Bir gün geldi sağlık seferberliğini uyandıran doktor öldü. Halkın sağlığını koruyan doktorun ölümü büyük bir üzüntü uyandırdı. Köy delikanlılardan biri bir tabutun yanına gelip şu sözleri söyledi. Millet senin heykelini dikmek istiyor fakat senin en güzel heykelin bizleriz. Bizler hep yeni millet hayatını ürünüyüz. Milleti sağlığı için çalışıp didinen büyük kahramanın adı sonsuzluğa kadar övülsün. Demiştir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Hata Neredeydi? (What Went Wrong?)” Prof. Bernard Lewis

İslam tarihi ve Ortadoğu uzmanı Prof. Bernard Lewis’in The New York Times tarafından en çok satan olarak ilan edilen “Hata Neredeydi? (What Went Wrong?)”, batı ile doğu veya Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasındaki mücadeleyi irdeleyen bir başyapıt olma özelliğine sahip.

“İslam, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren açık, güçlü, yaratıcı bir uygarlık oluşturdu ve bu anlamda ortaçağ karanlığındaki Avrupa’dan (ya da Hıristiyan aleminden) çok daha etkin bir kişilik sergiledi… Onlara karşı, her alanda, zafer üstüne zafer kazandı… Ancak, sonra, tarihin bir kıvrımında ne olduysa, her şey tersine döndü.”

Prof. Bernard Lewis, kitabında bu denklemi, yalnız tarihteki olaylarla kısıtlı kalarak değil, toplumların dini ve kültürel yapılarından da yola çıkarak, en ince ayrıntısına kadar inceliyor.

İslam, bir dinden öte, devletleşmiş siyasi kimliği ile güçler meydanında yerini almasından itibaren, sınırları ötesindeki her oluşumu “İnananlar / İnanmayanlar” mantığı içinde değerlendirir, oralarda olup bitenlere kayıtsız kalır… Ne Afrika, ne de Çin ve Hint coğrafyası ilgisini çekmez. Hele hele Hıristiyan dünyası ile ilgili fikirler o günkü şartlara uygun olarak o kadar olumsuzdur ki: Haçlıların püskürtülmesi, İslam’ın İspanyadaki altın çağı, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile Bizans’ın erimesi süreci, İstanbul’un fethi, Rus steplerinin kontrol altına alınması gibi tarihin mihenk taşlarına imza atan böylesi aydınlık bir gücün, ortaçağın karanlığında kaybolmuş bir uygarlığa ne gibi bir gereksinimi olabilirdi?

İşte bu ana fikir tarih boyunca siyaseten İslam adına hareket edenlerin görüşlerine yön vermiş, gelişen şartları doğru şekilde analiz etme yeteneklerine adeta ipotek koymuştur.

Tarih kitaplarımız İstanbul’un fethinin “Yeni Çağ” olarak adlandırılan dönemi başlattığını, Avrupa’da görülen Rönesans’ın bu tarihten sonra ivme kazandığını söyler. Ancak bu böyle olsa bile, Rönesans ve Reform hareketlerinin Avrupa’da estirdiği rüzgârın doğuda algılanamadığını söylemek çok abartılı olmaz.

Dengenin Avrupalılar lehine bozulması öncelikle savaş alanında alınan sonuçlarla kendini hissettirmeye başlar. İslam’ın batı ülkeleri ile aynı sınırı paylaşan lideri Osmanlı İmparatorluğu, Fatih ile başlayan ve Kanuni ile son bulan dönemde askeri alanda birçok başarı kazanır, ele geçirdiği ülkeleri bir şekilde şemsiyesi altına almayı bilir. Ancak Viyana Kuşatmaları sonucu imza altına alınan Karlofça ve Pasarofça Anlaşmaları ile Osmanlılar ilk kez kendilerinden daha güçlü bir düşman tarafından yenildiklerini kabul ederler.

Bu anlaşmalar halife padişahın batılı hükümdarları, yine, ilk kez denk olarak kabul ettiği ve diplomasi dilinin kullanıldığı bir dizi uzun görüşme sonucu imzalanır. Ancak, Osmanlı’nın bu barış sürecini yönetme becerisi yoktur ve Avusturya’ya karşı yürütülen görüşmelerde İngiltere ve Hollanda’dan yardım istenmesi ancak ulemanın onayı ile olur. Böylece ilk kez ticaretin dışında devlet ile ilgili bir iş için “mümin olmayanlardan” destek alınır.

Lewis, bu aşamada İslam toplumlarının kendilerini sorgulamaya başladıklarını bazı alıntılar yaparak ifade ediyor. Kimi Ortadoğu toplumlarında “Bunu bize kim yaptı?” yollu sorular sorulmasına rağmen, Osmanlı idaresinin soruyu daha değişik bir şekilde formüle ettiğini belirtiyor: “Yanlış yaptığımız nedir?”…

Bu soru, kitabın başlığı ve ana fikri haline geliyor. Hemen ardından “Doğru yaptıkları ne?” ve “Onları nasıl yakalarız?” şeklinde bir soru dizisi ile dolaylı bir şekilde de olsa, bir itiraf “Gâvurlardan öğreneceğimiz çok şey var…” şeklinde ortaya konuyor.

1789 yılında, Fransız İhtilalı ile aynı dönemde, tahta çıkan III. Selim bu arayışı bir politika olarak benimser… Ancak açmazlar vardır…

“Batı, Müslümanlar için doğunun Hıristiyanlar için olduğundan çok daha gizemliydi” diye not düşüyor Lewis… Avrupa’ya seyahat şöyle dursun, batı dillerinin öğrenilmesine, konuşulmasına, birkaç bilimsel kitabın tercümesi dışında yayınların takibine, temsilciliklerin tahsis edilerek ilişkilerin geliştirilmesine gereksinim duyulmamıştı… O zaman “Batılının gücünü ne arttırdı?” sorusuna nasıl yanıt bulunacaktı? Yoksa bazı muhafazakârların o dönemden günümüze iddia ettikleri gibi köklere dönme miydi çare olan?

Lewis burada şu mantığın anlaşılması gerektiğini belirtiyor: İslam en son ortaya çıkan din olarak diğerlerine göre daha modern bir yapıya sahip. Dolayısı ile kendinden eski bir yapıdan alacağı yenilikler yok. Bu aşamada, politikalara yön verenler olsun, İslam bilginleri olsun bazı noktaları ıskalamaktadırlar Lewis’e göre…

Felsefe bunlardan biri. Gerçi İslam’ın çok derin bir din felsefesi vardır. Ancak Fransız Devrimi ile gelişen modern düşüncelerin sonucu oluşan yeni siyaset anlayışı devlet organizasyonu, bürokratik kadroların oluşması, beşeri ilişkilerden ziyade liyakata dayanan yönetim mekanizmalarının kurgulanması, İslam ülkelerinde bugün dahi olması gereken düzeyin bir hayli altında…

“Biraz daha ilerlemek gerekirse, Batı iyi yönetimi zulme karşı yaratılan özgürlükle ölçtü. Doğu ise özgürlüğü bir hukuk olarak gördü, bunu bir siyasi terim olarak algılamadı.

Esir olmayan özgürdür mantığı içinde doğu, Avrupa’da gelişen sosyal adaleti takip edememiştir” diyor Lewis!

İkinci konu ise ekonomik. Avrupa’nın imrenilen başarısı ve zenginliği sanayi devriminin iyi okunmasından ileri geliyor. Sağlam ekonomik yapı üretimde doğru yapılanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ancak bunun da takip edilemediği bugün dahi gözleniyor… Şöyle ki, zengin Ortadoğu ülkelerinin petrol dışı ihracat rakamları Dünya Bankası verilerine göre küçücük Finlandiya’dan bile daha az…

Osmanlı’ya dönersek, Abdülmecit döneminde Tanzimat Fermanı ile bu kez daha ciddi şekilde yinelenen batıya yönelme arzusunun temelinde çağı yakalamak kaygısı vardır. Yine de bu yolculuğun II. Abdülhamit döneminde sekteye uğradığını unutmamak gerek…

Bundan da öte Lewis toplumsal ve kültürel farklılıkların belirleyici olduğunun da altını çiziyor. İslam, eşitlik getiren ve her tür ayırımı ret eden bir dindir. İlk çıktığı dönemlerde, İran’daki feodal yapıyı, Hindistan’daki kast sistemini veya Avrupa’daki aristokrasiyi dikkate alırsak, bu tespit doğrudur. Bu anlamda zaten çok yeni bir geçmişe dek İslam Batı’dan daha ileri düzeyde oldu.

Ancak İslam’ın din hukukunda Tanrı’ya inanmayanlara, esirlere ve kadınlara de facto ayırımcılık var. Toplumda özgür olan mümin erkek çok büyük bir fırsat eşitliğinden yararlanır. Köle azat edilirse, Tanrı tanımaz tövbekâr olur Hak yoluna girerse aynı fırsatlardan yararlanır… Ancak burada kadın için işler çok kolay değildir.

Bir de zımmi teba olarak kabul edilen gayrimüslimlerin durumu vardır. Bu aşamada ayrışma şahsi olmaktan çok sosyal yapıdadır. Osmanlı’da görülen eğilim İslam’ın toplumun mihenk taşı konumunu devam ettirmektir. Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren gelişen milliyetçilik akımlarına paralel olarak artan özgürlük talepleri “siyasi” özgürlükten söz eder ve Osmanlı yöneticilerinin bunu algılaması çok kolay olmamıştır. Bundan öte “eşit vatandaşlık” talebi Avrupa ülkeleri tarafından da İstanbul Hükümeti’ne her fırsatta hatırlatılan bir olgudur.

Lewis bu aşamada, gayrimüslim nüfusun emansipasyonu (azat etme) sürecine destek veren Avrupa ülkelerinin kadın haklarına sahip çıkmadıklarını ve muhtemelen bunu İslam ülkelerindeki sosyal yapının dengesini bozmamak adına yaptıklarını söyler.

Kitabın laiklikle ilgili bölümü ise, bugün özellikle Türkiye’de yaşananların köklerine ışık tutması açısından çok önemli tespitlerde bulunuyor. Her bir satırı ayrı bir bilgi ve görüş kırıntısı ile bezenmiş ilgili bölümü burada konu yapmak yer darlığından dolayı haksızlık olur.

Ancak buna rağmen Prof. Lewis’in bir iki tespitini aktarmadan geçmek de olanaksız…

  • Kilise, Hıristiyanlıkta kurumsal bir yapısı olan ve siyasi erki sık sık etkileyen bir güçtür. Oysa ne Yahudilik’teki sinagogun, ne de İslam’daki caminin benzer bir etkisi vardır… Dolayısıyla, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde basite indirgenerek ifade edilen laiklik, temelde Hıristiyan toplumlarının doğru çalışması için gerekli bir araçtır ve İslam’da buna ihtiyaç yoktur…
  • Hz. Muhammed dini, askeri ve siyasi kimliği olan bir lider olarak tarihteki yerini almıştır. Mirasını devam ettiren halifeler de benzer kimlikle İslam adına tasarruflarda bulunmuşlardır, İslam’ın siyasallaşması sürecinde dini kaynaklı bu erk bir olmazsa olmaz haline gelmiştir. Dolayısı ile İslam toplumlarının da laikliğe gereksinimi vardır.

“Hata Neredeydi?”, mimariden modaya, müzikten madeni para ve pula dek uzanan bir dizi yenilikle (özellikle Osmanlı’nın) nasıl başa çıktığını detaylı anlatıyor… Lewis, bir tarihçide olan bilimsellikle, kimseyi yargılamadan geldiği noktada, Fatih Sultan Mehmet gibi bir dehayı, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir devlet adamını çıkaranların neden yenilikleri takipte bu denli tereddüt ettiklerini, neden pozitif şekilde davranamadıklarını sorguluyor… Cevaplar ise toplumun temelindeki yapı taşlarında gizli…

Kitaptan bir alıntı ile son noktayı koyalım.

İnsanlık tarihinin her döneminde modernite veya bunu ifade eden bazı terimler olmuştur. Bunlar yayılmacı ve baskıcı uygarlıkların normları ve yöntemleri olarak benimsenmişlerdir. Ancak batı uygarlığı tüm evreni kucaklayan ilk ve tek uygarlıktır. Modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün her alanda uyguladığı batılılaşma ve yüzünü döndüğü batılı standartları günümüzün modern yaşantısını tanımlar…”

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

10 ADIMDA KENTSEL DÖNÜŞÜM

10 ADIMDA KENTSEL DÖNÜŞÜM

Kentsel dönüşümle kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, depreme dayanıklı olmayan, ekonomik ömrünü doldurmuş binaların yeniden yapılması planlanıyor. Peki kentsel dönüşüm süreci nasıl başlıyor? İşte merak edilen her şey…

6306 sayılı Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkında Kanuna göre, kentteki afet riski taşıyan alanların belirlenip, sağlıklı ve de yaşanılabilir hale getiriliyor. Kanun kapsamında Türkiye’nin her tarafındaki kent ve köylerdeki ekonomik ömrünü tamamlamış, yıkılma riski taşıyan binaların devletin  sağladığı yapım kredisi, kira yardımı, belediye harç – vergi avantajlarını da kullanarak yeniden yapılmasını öngörülüyor.

Kentsel dönüşümle kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, depreme dayanıklı olmayan, ekonomik ömrünü doldurmuş binaların yeniden yapılarak olası doğal afetler sonucu oluşacak zararların en aza indirilmesi amaçlanıyor. Peki kentsel dönüşüm süreci nasıl başlıyor? Riskli yapı nasıl tespit ediliyor? Yıkım süreci nasıl alınıyor? İşte tüm merak edilenler…

1- VATANDAŞIN RİSK TESPİTİ YAPTIRMASI

Vatandaşlar yapılarını, Bakanlık tarafından lisanslandırılmış kurum ve kuruluşlara riskli yapı tespitini yaptırabilir. Bu aşamada maliklerden birinin veya kanuni temsilcisinin müracaatı ile bu tespit yapılabilir. Riskli yapı tespiti talebi, elektronik yazılım sistemi üzerinden yapılır. 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu uyarınca kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulmadığı için arsa paylı tapu var ise, arsa üzerinde fiilen bulunan yapının riskli yapı tespiti, yapının sahibi olan arsa payı sahibince yaptırılır. Arsa üzerindeki yapının başkasına ait olması ve bunun da tapu kütüğünde belirtilmiş olması halinde, riskli yapı tespiti lehine şerh olan tarafça yaptırılır. Riskli Yapılar, 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin Ek-2’sinde yer alan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslara göre tespit edilir.

2- RİSKİ TESPİT EDİLEN YAPILAR

Yapılan tespitler neticesinde Riskli olduğu tespit edilen yapılar, tespiti yapan kurum ve kuruluşlar tarafından Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne veya yetki verilmesi halinde İdareye bildirilir. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri veya İdareler raporları inceler, raporlarda eksik veyahut yanlış hususların bulunması halinde raporlar ilgilisine iade edilir, diğer uygun bulunan tespitlere ilişkin şerh bildirimi ilgili tapu müdürlüğüne iletilir.

3- MALİKLERE TEBLİGAT GÖNDERİMİ

İlgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne işlenen belirtmeler, riskli yapı tespitine karşı tebligat tarihinden itibaren onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe dilekçe ile itiraz edilebileceği, aksi takdirde tebligat tarihinden itibaren İdarece altmış günden az olmamak üzere belirlenen süre içinde yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine tebliğ edilir ve yapılan bu tebligat Müdürlüğe bildirilir.

4- RİSKLİ YAPI TESPİTİNE İTİRAZ

İtirazları inceleyecek olan teknik heyet, üniversitelerden bildirilen dört üye ile ikisi inşaat mühendisi ve biri de jeoloji veya jeofizik mühendisi olmak üzere, Bakanlık teşkilâtında görev yapan üç üyenin iştiraki ile yedi üyeli olarak teşkil edilir.

5- RİSKLİ YAPILARIN YIKTIRILMASI

Riskli yapı olarak tapu kütüğüne kaydedilen taşınmazların maliklerine, altmış günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların yıktırılması istenilir.

6- YIKIM SÜRECİ VE KONTROLÜ

Riskli yapıların altmış günlük süre içinde maliklerince yıktırılıp yıktırılmadığı, İdarece mahallinde kontrol edilir ve riskli yapı, malikleri tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek ve otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulur. Bu süre sonunda da riskli yapıların maliklerince yıktırılmaması halinde, hak sahiplerinin de görüşü alınarak riskli yapılara elektrik, su ve doğal gaz verilmemesi ve verilen hizmetlerin durdurulması ilgili kurum ve kuruluşlardan istenir. Riskli yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ve yıktırma işlemleri; mülkî amirler tarafından sağlanacak kolluk kuvveti desteği ile İdarece yapılır veya yaptırılır.

7- BAKANLIKÇA YIKIM KARARI

Müdürlük veya yetki devri yapılması durumunda İdare, yıktırılan riskli yapılara ilişkin bilgileri elektronik yazılım sistemine kaydeder. İdare, tahliye ve yıkım işlemleri gerçekleştirilemeyen riskli yapılara ilişkin bilgi ve belgeleri, ikişer aylık periyotlar hâlinde Müdürlüğe bildirir. Yıktırılamayan yapılar Bakanlıkça veya Müdürlükçe yıkılır veya yıktırılır. Malikler tarafından yıktırılmadığı için Bakanlık veya İdare tarafından yapılan veya yaptırılan tahliye ve yıkımın masraflarından malikler hisseleri oranında sorumludur. Yıktırma işleminin masrafı maliklerden 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilir.

8- YIKIM SONRASI UYGULAMA

Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir. Bu tebliğde, on beş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği, riskli yapılarda ise anlaşma sağlayan diğer paydaşlara veya yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satılacağı bildirilir.

9- NİTELİKLİ ÇOĞUNLUĞUN SAĞLANMASI

Riskli alanlar, rezerv yapı alanları ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa paylarının satışı için; maliklerin en az üçte iki çoğunlukla anlaştıklarına dair anlaşan maliklerce imzalı karar tutanağı veya anlaşan maliklere ait sözleşme veya vekâletname örnekleri gibi belgeler; maliklerin en az üçte iki çoğunluğu ile alınan kararın ve anlaşma şartlarını ihtiva eden teklifin noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre karara katılmayan malike bildirilerek kabulü için on beş gün süre verildiğine dair belgeler; üçte iki çoğunlukla alınan karara katılmayan maliklere ait taşınmazların Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilen değerine ilişkin belgeler ve satışı yapılacak arsa paylarının maliklerinin tebligata elverişli adres bilgileri ile birlikte yazılı olarak Müdürlüğe veya Bakanlıkça yetki devri yapılması durumunda İdareye müracaatta bulunulur.

10- SATIŞ VE UYGULAMA İŞLEMLERİ

Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa paylarının satış işlemi Müdürlük veya İdare tarafından, 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 15/A. maddesinde belirtilen usule göre gerçekleştirilir. Satış işlemleri sonlanınca uygulamaya geçilir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Pazarlama 4.0 Gelenekten Dijitale Geçiş” Philip Kotler

Pazarlama 4.0 Gelenekten Dijitale Geçiş Philip Kotler

Pazarlama 3.0’da, ürün merkezli pazarlamadan (Pazarlama 1.0) tüketici merkezli pazarlamaya (Pazarlama 2.0) ve son olarak da insan merkezli pazarlamaya doğru yaşanan büyük değişimi anlatan yazarlar, aynı kitapta müşterilerin akılları, kalpleri ve ruhları ile tam birer insana dönüşümlerini ele almışlardı. Dolayısıyla pazarlamanın geleceğinin insani değerleri kucaklayan ve yansıtan ürünler, hizmetler ve şirket kültürleri oluşturmada yattığını savunuyorlardı.

Paylaşım ekonomisi, şimdi ekonomisi, omnichannel bütünleşmesi, içerik pazarlaması, sosyal müşteri ilişkileri vb. trendlerin yaşandığı bu geçiş döneminde ise yeni bir pazarlama yaklaşımı uygulamak gerektiğinden hareketle, Pazarlama 3.0’ın doğal sonucu olarak Pazarlama 4.0’ı kaleme almışlar. Yazarlar kitabın birinci kısmında içinde yaşadığımız dünyayla ilgili gözlemlerinin sonuçlarını, ikinci kısımda pazarlama uzmanlarının, müşterilerin dijital çağda izlediği yolları anlayarak verimliliği nasıl artırabileceklerini, üçüncü kısımda Pazarlama 4.0’ın temel taktiklerini ayrıntılarıyla ele alıyorlar.

Kitabın en önemli öncülü şudur: Pazarlama, dijital ekonomide müşterinin değişen yollarına uyum sağlamalıdır. Pazarlama uzmanlarının rolü, müşterilere, farkındalık konumundan yola çıkıp en sonunda savunuculuk konumuna gelecekleri yere kadar sürecek olan yolculuklarında rehberlik etmektir. 

Pazarlama 4.0, temel olarak, insan merkezli pazarlamanın müşterinin yolculuğunu kuşatmak için derinleşmesini ve genişlemesini tanımlamaktadır.

1- Güç, Bağlantılı Müşterilerin Eline Geçiyor: Pazarlama uzmanlarının daha yatay, daha kuşatıcı ve daha sosyal bir iş ortamını kucaklamaları gerekiyor. Pazar daha kuşatıcı bir hale geliyor. Sosyal medya, coğrafi ve demografik engelleri ortadan kaldırarak insanların bağlantı ve iletişim kurmalarına ve şirketlerin işbirliği içinde inovasyon yapmalarına olanak sağlıyor. Müşteriler daha yatay bir yönelime sahip hale geliyor, markaların pazarlama iletişimine gittikçe daha da ihtiyatlı yaklaşıyor ve bunun yerine f-faktörüne güveniyor. Son olarak, müşterilerin satın alma süreci, önceden olduğundan daha sosyal hale geliyor. Müşteriler karar verirken sosyal çevrelerine daha fazla dikkat ediyor. Hem internetteki hem de gerçek yaşamdaki tavsiye ve değerlendirmelere önem veriyorlar.

2- Bağlantılı Müşterilere Pazarlama Yapmanın Çelişkileri: Pazarın değişen manzarası, pazarlama uzmanlarının üstesinden gelmesini gerektiren bir dizi çelişki yaratıyor. Bunlardan biri online ve offline etkileşim. Her ikisinin bir arada var olması, birbirini tamamlaması ve ortak amaçlarının, daha üstün bir müşteri deneyimi sunmak olması gerekiyor. Ayrıca bir de bilgilenmiş ve kafası karışmış müşteri çelişkisi var. Bağlanabilirlik, bilgi bolluğu ile müşterilere güç katıyor olsa bile, müşteriler çoğu zaman kendi kişisel tercihlerinin önüne geçecek şekilde başkalarının görüşlerine aşırı bağımlı bir hale de geliyor. Son olarak, bağlanabilirlikle birlikte, markalar için olumlu savunucular kazanma konusunda büyük fırsatlar ortaya çıkıyor. Yine de markaların olumsuz savunucuları üzerlerine çekme olasılıkları da var. Bu her zaman kötü bir durum olmayabilir çünkü olumsuz savunuculuk çoğu zaman olumlu savunuculuğu etkin hale getirir.

3- Etkili Dijital Altkültürler: Gençler, kadınlar ve netandaşlar (internet vatandaşları), genellikle ayrı birer müşteri segmenti olarak şirketler tarafından uzun zamandır etraflıca araştırılmaktadır. Özellikle dijital çağın en etkili segmentleri olarak, bu grupların kolektif gücü yine de tam olarak araştırılmış değildir. Gençler yeni ürün ve hizmetleri erken benimseyen bir gruptur. Ayrıca trend belirleyici etkileri vardır ama izledikleri trendler açısından parçalı bir gruptur. Ve son olarak, oyun değiştirici işlevleri vardır. Bilgi toplayıcı ve bütünsel müşteriler olan kadınlar aynı zamanda ev halkının fiili yöneticileri, CFO’ları, satın alma müdürleri ve varlık yöneticileridir. Netandaşlar ise yoğun bir şekilde birbirleriyle bağlantı kurdukları, sohbet ettikleri ve iletişim kurdukları için sosyal bağlayıcılardır. Ayrıca etkili marka misyonerleri oldukları kadar online dünyaya içerik katkısı da sağlarlar. Gençler, kadınlar ve netandaşlar hep birlikte dijital ekonomide pazarlamanın anahtarını ellerinde tutmaktadır.

4- Dijital Ekonomide Pazarlama 4.0: Pazarlama 4.0, şirketler ile müşteriler arasındaki online ve offline etkileşimi birleştiren, marka geliştirmede stil ile özü harmanlayan ve en sonunda müşteri katılımını artırmak için makineden makineye bağlantıyı insandan insana bir dokunuşla tamamlayan bir pazarlama yaklaşımıdır. Pazarlama uzmanlarının, pazarlamanın kilit kavramlarını yeniden tanımlayan dijital ekonomiye geçişine yardımcı olur. Pazarlama 4.0’da dijital pazarlama ve geleneksel pazarlamanın bir arada var olması gerekir ve nihai amaç, müşterilerin savunuculuğunu kazanmaktır.

5- Yeni Müşteri Yolu: Dijital ekonomide, müşteri yolu beş A olarak (farkındalık, çekicilik, sorma, eylem ve savunma şeklinde) yeniden tanımlanmalıdır. Pazarlama 4.0 kavramının nihai amacı müşterileri farkındalık aşamasından savunuculuk aşamasına taşımaktır. Pazarlama uzmanları, bunu yapmak için üç ana etki kaynağından yararlanmalıdır; kendi etkisi, başkalarının etkisi ve dış etki. Bu, O bölgesi (O3) dediğimiz yararlı bir araçtır ve pazarlama uzmanlarının pazarlama çabalarını en uygun hale getirmelerine yardımcı olabilir.

6- Pazarlama Verimliliği Ölçüm Birimleri: Beş A’nın müşteri yoluyla uyumlu yeni bir dizi ölçüm birimi sunduk. Satın alma eylemi oranı (PAR) ve marka savunuculuğu oranı (BAR) adlı bu ölçüm birimleri, pazarlama uzmanlarının müşterileri farkındalık aşamasından eylem aşamasına ve en sonunda da savunuculuk aşamasına geçirmede ne kadar etkili olduklarını daha iyi ölçebilecektir. PAR ve Bar, temel olarak, pazarlama uzmanlarına, uyguladıkları pazarlama etkinliklerinin verimliliğini ölçme olanağı vermektedir.

7- Sektör Arketipleri ve En İyi Uygulamalar: Genel beş A çerçevesini analiz ederek ve farklı aşamalardaki dönüştürme oranlarını değerlendirerek çeşitli sektörler için dört büyük model belirledik: “kapı topuzu”, “kırmızı balık”, “trompet” ve “huni” modelleri. Çeşitli sektör türleri bu modellerden herhangi birine dahil olabilirler. Bu modellerin her birinin kendine özgü müşteri davranış biçimleri ve farklı zorlukları vardır. Ayrıca BAR istatistiklerine bağlı olarak dört farklı sektör grubu daha belirledik. Bu grupların her biri birtakım pazarlama uygulamalarının en iyi örneklerini temsil etmektedir. Örneğin marka yönetimi, kanal yönetimi, hizmet yönetimi ve satış yönetimi gibi.

8- Marka Çekiciliği İçin İnsan Merkezli Pazarlama: Markalar insan merkezli çağda müşterileri kendilerine çekebilmek için gün geçtikçe, daha fazla insani özellik benimsiyor. Bu, sosyal dinleme, netnografya (internete odaklanan etnografya) ve empatiye dayalı araştırmalar aracılığıyla müşterilerin gizli kaygı ve arzularının ortaya çıkarılmasını gerektiriyor. Pazarlama uzmanları, bu kaygı ve arzulara etkili bir şekilde hitap edebilmek için markalarının insani yönlerini geliştirmek zorunda. Markaların fiziksel olarak çekici, düşünsel olarak etkileyici, sosyal olarak bağlayıcı ve duygusal olarak cezbedici olmaları ve aynı zamanda güçlü bir cana yakınlık ve ahlak da sergilemeleri gerekiyor.

9- Marka Hakkında Merak Uyandırmak İçin İçerik Pazarlaması: Gittikçe daha fazla pazarlama uzmanı reklamdan içerik pazarlamasına geçiş yapıyor. Düşünce yapısında bir değişim şart. Pazarlamada, değer önerisi mesajları vermek yerine müşteriler için yararlı ve değerli içerikler dağıtılmalı. Pazarlamacılar içerik pazarlaması geliştirirken çoğu zaman içerik üretimi ve içerik dağıtımına odaklanıyor. Bununla birlikte, iyi bir içerik pazarlaması, üretim öncesi ve dağıtım sonrasında uygun etkinlikler gerektirir. Bu yüzden pazarlama uzmanlarının müşterilerle sohbet başlatmak için içerik pazarlamasında uyması gereken sekiz ana adım vardır.

10- Marka Yükümlülüğü İçin Omnichannel Pazarlama: Müşteriler bir kanaldan diğerine atlayıp pürüzsüz ve tutarlı bir deneyim beklentisi içinde olurlar. Pazarlama uzmanları bu yeni gerçekliğe hitap edebilmek için online ve offline kanalları bütünleştirerek satın almaya giden yol boyunca müşterileri teşvik etmeye çalışıyorlar. Pazarlamacılar aynı zamanda bu iki dünyanın en iyi yönlerini (online kanalların çabukluğunu ve offline kanalların içtenliğini) birleştirmeyi de hedeflemeli. Bunu etkili bir şekilde yapabilmek için gerçekten önem taşıyan temas noktaları ve kanallar üzerine odaklanmalı ve şirketteki çalışanların omnichannel pazarlama stratejisini desteklemelerini sağlamalı.

11- Markaya Duygusal Yakınlık Sağlamak İçin Katılım Pazarlaması: Pazarlama uzmanları müşterileri satın alma aşamasından savunuculuk aşamasına ulaştırmak için bir dizi müşteri katılımını sağlama taktiği uygulamak zorundadır. Dijital çağda katılımı artırdığı kanıtlanmış üç yaygın teknik vardır. İlk olarak, pazarlamacılar dijital müşteri deneyimini zenginleştirmek için mobil uygulamaları kullanabilirler. İkinci olarak, müşterilerin sosyal medyadaki sohbetlere katılımını artırmak ve çözümler sunmak için sosyal MİY’i kullanabilirler. Ve son olarak, arzulanan müşteri davranışlarını teşvik etmek için oyunlaştırma tekniğini kullanabilirler.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

İZMİR’DE GAYRİMENKUL YATIRIMI YAPACAKLAR İÇİN BÖLGE RAPORU

İzmir’de satılık ve kiralık ev yatları ne kadar? Belirli bir bölgede gayrimenkul yatırım yapmak, gayrimenkul satın almak ya da sahip olduğu gayrimenkulü satmak isteyenler için bölge raporu emlak endeksi oldukça önemlidir. Bölge raporu, bir gayrimenkulün bulunduğu konum hakkında birçok detayı müşteriye sunar. Emlak analizcileri ve gayrimenkul rmalar tarafından hazırlanan bu raporlar bölgedeki kiralık ve satılık dairelerin minimum, maksimum ve ortalama yatları hakkında bilgi verir. Bunun yanı sıra; bölgenin demograk bilgileri, konutların amortisman süreleri ve son bir ayda konut yatlarının ne kadar artıp azaldığı bilgilerini de sunar. İzmir, emlak yatırımı yapmak isteyenlerin bölge raporu emlak endeksini en çok merak ettikleri şehirlerden biridir. İzmir’de konut yatırımı yapmak isteyenler için önemli bilgiler… 

İzmir, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 yılı verilerine göre 4 milyon 320 bin 519 nüfus yoğunluğundan oluşur. İzmir’de; Buca, Karabağlar, Bornova, Konak, Karşıyaka, Bayraklı, Çiğli, Torbalı, Menemen, Gaziemir, Ödemiş, Kemalpaşa, Bergama, Aliağa, Menderes, Tire, Balçova, Urla, Narlıdere, Dikili, Kiraz, Seferihisar, Çeşme, Bayındır, Selçuk, Foça, Güzelbahçe, Kınık, Beydağ ve Karaburun olmak üzere toplam 30 ilçe yer alır. Konak, şehrin merkez ilçesi olarak bilinir. 

Kumsalları, tarihi yapıları ve doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı birçok turistin uğrak yeri olmayı başarır. Gayrimenkul yatırımcıların da ilgi odağı olmayı başaran İzmir’de, herkesin bütçesine uygun kiralık ve satılık ev bulmak mümkündür. Peki, İzmir’de gayrimenkul yatırım yapmak isteyenler için en ideal semtler neresidir? İzmir’de kiralık ve satılık daire yatları ne kadardan başlar? İzmir’in en kalabalık semtinin bölge raporu ve emlak endeksi verileri nasıldır? İzmir’in konutta kazandıran ilçesinin bölge raporu emlak endeksi analizi nedir? İşte, İzmir’de emlak yatırımı yapmak isteyenlerin en çok merak ettiği sorular ve cevapları… 

İzmir’in bölge raporu emlak endeksi verileri Emlak sektöründe adından oldukça söz ettiren İzmir, yerli ve yabancı gayrimenkul yatırımcılara ev sahipliğı yapıyor. Zingat.com İzmir Bölge Raporu Emlak Endeksi Aralık ayı verilerine göre, İzmir satılık konut piyasasında son bir ayda satılık konut yatları yüzde 0.96 artış gösterdi. İzmir şehrinde ortalama konut metrekare yatları 3 bin 128 TL olurken, geri dönüş süresi 18 yıl olarak hesaplanmaktadır. 

2019 yılı emlak endeksi ve bölge raporunda İzmir şehrinde satın alınan yüz metrekarelik bir konutun ortalama yatı 312 bin 750 TL olarak bilinir. Bölgedeki ortalama yüz metrekare büyüklüğe sahip konutların minimum yatı 324 bin 563 TL iken, maksimum yatların 390 bin 938 TL olduğu bilinmektedir. İzmir’deki konut satış yatlarındaki değişim incelendiğinde satılık konut yatlarının son üç yılda yüzde 40.7, son beş yılda yüzde 91.7 oranında artış gösterdiği tespit edilmiştir. 

İzmir’de kiralık ev arayanlar için bölge raporu emlak endeksi verileri şu şekildedir; Ortalama yüz metrekare büyüklüğe sahip dairelerin ortalama kira yatları 1.425 TL’dir. Bölgedeki yüz metrekare büyüklüğe sahip kiralık evler minimum 1.069 TL iken, maksimum kiralık daire yatlarının 1.781 TL olduğu görülür. İzmir’deki konut kira yatlarındaki değişim incelendiğinde; son üç yılda yüzde 38.8, son beş yılda ise yüzde 92.3 oranında yatların arttığı görülür.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Tapu Kayıtlarında Çıkabilecek Şerhler ve Kısıtlamalar (Takyidatlar) Nelerdir?

Tapu kayıtlarında çıkabilecek serhler ve kısıtlamalar: 

1.Aile Konutu Şerhi:

Aile konutu, ailenin devamlı olarak ikametine ayrılan konuttur. Medeni Kanunun 19. Maddesinde aile konutunun bulunduğu yere “yerleşim yeri” adı verilmistir.Buna göre; yerleşim yeri, bir ailenin sürekli kalmak niyetiyle oturduğu yerdir. Bir ailenin aynı zamanda birden fazla yerlesim yeri olamaz. Demek ki, bir ailenin birden fazla aile konutu olamaz. Medeni Kanunun 19. Maddesinde sözü edilen yerlesim yerindeki konut, “aile konutudur.” Bir aile pek çok yerde konut sahibi olabilir, ancak bunlardan sadece birisi medeni 
kanunun aradığı anlamda aile konutudur. 

2.Aile Yurdu:

Bir kimsenin bir evi veya tarıma veya sanayiye elverişli tasınmazları eklentileri ile beraber ailesine tahsis ederek ailesini koruyucu bir tesis (yurt) olusturmasıdır. Aile yurdu kurulduğu tapu kütüğünün şerhler sütununa yazılır (MK.386). 

3.Askeri Yasak Bölge:

Yurt savunması bakımından hayati önem tasıyan askeri tesis ve bölgelerin çevresinde Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen sınırlar içerisinde kalan bölgedir (2565 sy As.Ys. Bl. K.m3,5) Askeri yasak bölgeler 1 inci ve 2 inci askeri yasak bölgeler olmak üzere ikiye ayrılır. 1 inci derece askeri yasak bölgeler içerisindeki tasınmaz mallar kamulastırılır. 2 inci derecedeki askeri yasak bölgelerde yabancı uyruklu kimseler tasınmaz edinemezler, edinmişlerse tasfiye edilir (md.9) Yabancılar izin almadan bu bölgede tasınmaz kiralayamazlar. Bu hükümlere aykırı hareket edenler cezalandırılır (md.26). Yetkili komutanlıkça izin verilmeyen her türlü inşaat durdurulur (md.9). 

4.Ayırma (İfraz):

Ayırma (ifraz) tapu kütüğünde tek parsel olarak kayıtlı bulunan bir tasınmaz malın düzenlenen haritalara göre birden çok parçaya ayrılarak tapu kütüğüne tescil edilmesi işlemidir 

5.Bağışlama Vaadi:

Bağışlama vaadi ilerideki bir tarihte bir malı bağıslamayı taahhüt niteliğinde önakitdir (BK.22, TST.55/c). Bağıslama vaadi sözlesmeleri noterlerce düzenlenir. İstem halinde ilgili tapu kütüğünün serhler sütununa serh edilmesi mümkündür. Satış vaadini her iki taraf da şerh ettirebildiği halde, bağışlama vaadi konusunda açık yetki olmadığından gayrimenkul malikinin şerh isteminde bulunması veya bağışlama vaadi sözlesmesinde bağış lehdarına şerh ettirebilme yetkisini vermiş olması gerekir. 

6.Bağıştan Rücu Edilerek Tasınmazın Geri Dönmesi:

Rücu (vazgeçebilme) şartıyla bağış yapılması mümkündür. Rücu sartlı bağısta tasınmaz malın mülkiyeti bağışı kabul eden kimse adına tescil edilmekle beraber, şerhler sütununa rücu sartının varlığı işaret edilir (BK.242,TST.55). 

Buradaki rücu şartı sadece bir tek şart olabilir. O da bağısı kabul edenin bağışlayandan önce ölmesi halinde taşınmazın bağışlayana geri döneceği sartıdır. Bunun dışında bir şartla taşınmaz geri dönmez (TST.11). Ancak bir tüzel kişi lehine rücu şartlı bağış yapılmış olup da 
tüzel kişilik son bulursa bu da bir bağıştan dönüş (vazgeçme) sebebidir. 

7.Birleştirme (Tevhit):

Birleştirme, tapu sicilinde ayrı ayrı kayıtlı birbirine bitisik birden fazla taşınmaz malın tek bir tapuya bağlanarak, tek bir parsel halini almasıdır. 

8.Cebri İcra Satışının Tescili:

Cebri icra satışı, borçlulara ait tasınmaz malın borcu tahsil amacıyla icra müdürlüğü kanalıyla satılarak tapuya ihale alıcısı adına tescili islemidir. 

9.Cins Değişikliği:

Cins değişikliği, bir taşınmaz malın cinsinin, yapısız iken yapılı veya yapılı iken yapısız hale; bağ, bahçe, tarla vb. iken arsaya; arsa veya arazi iken, bağ, bahçe ve benzeri duruma dönüstürmek için paftasında ve tapu sicilinde yapılan işlemdir. 

10.Geçici Tescil Şerhi:

Geçici tescil, bir tasınmaz malla ilgili olarak ayni bir hak iddiasında bulunanların haklarını ispat edebilmeleri için veya bir tapu işlemi yaptıracakların eksik belgeleri bulunması halinde bu eksik belgelerini tamamlamaları için kendilerine süre verilerek, kesin tescil yapılıncaya kadar mal sahibi veya ilgililerin istemi veya mahkeme kararıyla serhler sütununa yapılan geçici bir belirtmedir 

11.Hükmen Kamulaştırma:

Tebliğ edilen kamulaştırma işlemine karşı idare ve adli yargıya başvurulmadığı veya bu konuda açılan davaların kesin olarak sonuçlandığı, ancak taşınmaz mal sahibinin tapu sicil müdürlüğüne gelerek düzenlenecek resmi senedi imzaya yanaşmadığı (ferağ vermediği) hallerde, takdir edilen ve artırılan bedelin tamamı milli bankalardan birine yatırılarak makbuzu ilgili belge örnekleriyle birlikte, kamulaştırırcı idare tarafından mahkemeye verilir. Mahkeme, belgeleri inceleyerek; kamulastırma usulüne uygun sekilde tamamlanmıs ise, taşınmaz malın kamulaştırmayı yapan idare adına tesciline karar verir ve tapu dairesine bildirir 

12.İntifa Hakkı:

Bir maldan tamamıyla yararlanma, onu kullanma hakkıdır. 

13.İzale-i Suyu Satışının Tescili:

İzale-i suyu, ortaklığın giderilmesi demektir. İştirak halinde veya müşterek mülkiyet esaslarına göre birden çok kimse adına kayıtlı bulunan taşınmaz malların taksimi konusunda, hissedarların anlaşamaması halinde mahkeme kararı ile tasınmaz malın ihaleyle satılması anlamına gelir. İhale hissedarlar arasında veya üçüncü kisilere açık olarak yapılabilir.

14.Kat İrtifakı:

Bir arsa üzerinde yapılmakta veya ilerde yapılacak olan bir veya birden çok yapının bağımsız bölümleri üzerinde, yapı tamamlandıktan sonra geçilecek kat mülkiyetine esas olmak üzere, o arsanın maliki veya paydasları tarafından arsa payına bağlı olarak kurulan irtifak hakkına kat irtifakı denir. 

15.Kat Mülkiyeti:

Bir arsa üzerinde yapılmakta veya ilerde yapılacak olan bir veya birden çok yapının bağımsız bölümleri üzerinde, yapı tamamlandıktan sonra geçilecek kat mülkiyetine esas olmak üzere, o arsanın maliki veya paydasları tarafından arsa payına bağlı olarak kurulan irtifak hakkına kat irtifakı denir. 

16.Kira Serhi:

Kira serhi, bir taşınmaz malın maliki ile kiracı arasında düzenlenmis kira sözlesmesinin tapu kütüğünün şerhler sütununa islenmesidir. Böyle bir serhin yaptırılması zorunlu değildir. Ancak serh yaptırılırsa kiracının, kira hakkı daha güvence altında olur. Tasınmaz malın satılması halinde, yeni malik kiracıyı kira süresi dolmadan tahliye ettiremez. Bu serhi tasınmaz malın maliki isteyebilir. 

17.Şatıs Vaadinin Şerhi:

Şatıs vaadi, ilerideki bir tarihte bir malın satışını taahhüt niteliğinde ön akitdir (BK.22). Satış vaadi sözleşmeleri noterlerce düzenlenir. İstem halinde ilgili tapu kütüğünün serhler sütununa şerh edilmesi mümkündür. Serh tarihinden itibaren bes yıl geçtikten sonra üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmez. Ancak taraflar arasında on sene süreyle hüküm ve sonuç doğurmaya devam eder. 

18.Sufa Hakkı:

Sufa hakkı, bir tasınmaz malın satılması halinde, onu diğer alıcılara nazaran öncelikle satın alabilme hakkıdır 

19.İştira (Alım) Hakkı:

Bir taşınmaz malı belli bir bedelle belli bir süre içinde malikinden satın alabilmek hakkıdır (MK.736). Bu niteliği ile satış vaadine benzer. Ancak satış vaadinin azami süresi beş yıl olduğu halde bu hak şerh tarihinden itibaren on sene süreyle hüküm ve 
sonuç doğurur. Bu süre sonunda malikin talebi ile terkin edilebilir 

20.Vefa (Geri Alım) Hakkı:

Vefa hakkı satanın, sattığı taşınmaz malı müsteriden geri satın alma hakkını saklı tutmasıdır (MK.736). Bu hakkın azami etki süresi de şerh tarihinden itibaren on yıldır. Bu sürenin sonunda malikin talebi ile terkin edilebilir 

21.Terefruatın Yazımı İstemi:

Gayrimenkul maliki isterse, gayrimenkulüne tahsis ettiği menkul eşyaları teferruat olarak tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazdırabilir. Bir seyin bir gayrimenkulün teferruatı sayılabilmesi için; 

– Menkul esya olması, 
– Bir seyin isletilmesine, korunmasına, o seyden yararlanmaya elverisli olması, 
– Bir seye daimi bir sekilde tahsis edilmesi ve kullanımda o seye tabi tutulması veya takılması veya onunla birlestirilmesi gerekir. Bir seyin teferruat olup olmadığı o yörenin mahalli örf ve adetlerine veya gayrimenkul malikinin açık iradesine göre belirlenir.

Asıl seyin haczi, satısı, rehni istisna edilmedikçe teferruatı da kapsar. Ancak malik satış veya rehin yaparken beyanlarda yazılı teferruatları resmi senette ayrı tutabilir. 

22.Geçit Hakkı:

Geçit hakkı, baskasının arazisinden geçmek hakkıdır. Bu hak Medeni Kanunun 748. maddesine göre bir irtifak hakkı olarak tapu siciline tescil olunabilir. 

23.İpotek:

İpotek, doğmus veya ileride doğması muhtemel bir borç için bir tasınmaz malın teminat gösterilmesidir 

24.Kaynak Hakkı:

Kaynak, kaynayan su demektir. Medeni Kanun kaynağın ayrı bir mülkiyeti olamayacağını, kaynadığı arazinin bütünleyici parçası (mütemmim cüzü) olduğunu kabul etmistir. Arazinin sahibi olan kimse kaynağın da sahibi sayılır. Kaynak araziden ayrı olarak iktisap edilemez. Ancak bir kimse arazisinden kaynayan sudan baskalarının yararlanmasına izin verebilir. Bu izin ancak bir irtifak hakkı seklinde yapılabilir ve bu irtifak hakkına kaynak hakkı denir. 

25.Sükna (Oturma ) Hakkı:

Medeni Kanunun 823. maddesine göre, “Oturma hakkı, bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisi verir. Oturma hakkı baskasına devredilemez ve mirasçılara geçmez 

26.Ölünceye Kadar Bakma Akdi:

Bir tasınmaz malın mülkiyetinin devri karsılığında bir kimsenin diğer birini ölünceye kadar bakıp görüp gözetmeyi taahhüt etmesidir (BK.511). Ölünceye kadar bakma akdi tapu sicil müdürlüğünde resmi senet seklinde yapılabilir. 

27.Su, gaz, elektrik ve bunun gibi mecralar:

Su, gaz, elektrik ve benzerlerinin mecraları (akımları) için irtifak hakkı tesis edilebilir. Kanun “ve benzerleri” demekle bu mecraların (akımlıkların) su, gaz ve elektrik ile sınırlı olmadığını ifade etmek istemistir. Teknolojik gelismenin getirdiği akımlıklar ile zamanla ortaya çıkacak tel, boru ve benzeri araçlarla arazi üzerinden veya altından geçirilecek nesneler için mecra (akımlık) irtifakı kurulabilir. Bu mecralar açıkta ise tapu siciline kaydı sart değildir. Ancak talep edilirse kaydolunur. Yeraltından geçiyorsa tapuya kaydı ayni hak olarak tesisi için sarttır. 

28.Taşınmaz Yükü:

Taşınmaz mal mükellefiyeti, borçlusuna kişisel bir borç yüklemeyen, bunun yerine taşınmazı yükümlülük altına sokan esyaya bağlı bir borçtur 

29.Üst (İnsaat) Hakkı:

Üst hakkı başkasına ait bir arsanın altında veya üstünde inşaat yapmak veya mevcut inşaatı yerinde tutmak hakkını veren bir irtifak hakkıdır (MK.726, 826). Üst (inşaat) hakkı üçe ayrılır. 

a) Bir arsanın üstünde inşaat yapma hakkı (üsthakkı). 
b) Bir arsanın altında inşaat yapma hakkı (althakkı) 
c) Önceden yapılmış bir inşaatı yerinde tutma hakkı (ipka-muhafaza- hakkı) 

30.Finansal Kiralama:

Kiralayanın, kiracının talebi ve seçimi üzerine üçüncü kisiden satın aldığı veya başka suretle temin ettiği bir malın zilyetliğini, her türlü faydayı sağlamak üzere ve belli bir süre feshedilmemek şartı ile kira bedeli karşılığında, kiracıya bırakmasıdır. 
Finansal kiralama tapu kütüğüne şerh edilir. 

31.Satışa Arz Serhi (İİK.m150/c):

İpotek borcunun ödenmemesinin sonucu ipoteğin paraya çevrilmesidir. Alacaklı gayrimenkulü icra kanalı ile sattırarak satış bedelinden alacağını alır (MK.873). İcra ve İflas Kanunun 150/C maddesi, icra müdürünü, ipoteğin paraya çevrilmesi hakkındaki takibin başladığını tapu sicil müdürlüğüne haber vermeye mecbur tutmuş ve bu hususun gayrimenkulün kütük sayfasına şerh verilmesini öngörmüstür. 

32.Haciz:

Haciz, kesinleşmiş icra takibinin konusu olan bir alacağın ödenmesini sağlamak amacıyla borçluya ait ve haczi caiz bulunan mallara icra müdürlüğünün el koyması islemidir. Tapu sistemi açısından biri icrai haciz (icra müdürlüğünden gelen haciz) diğeri kamu haczi (kamu idarelerinden gelen haciz) olmak üzere iki tür haciz islemi vardır. İcra ve İflas Kanununun 91. maddesi “Gayrimenkulün haczi ile tasarruf hakkı, Medeni Kanunun 1010. maddesi anlamında kısıtlanmış olur. Tapu siciline kaydedilmek üzere haciz keyfiyeti ve 
ne miktar meblağ için yapıldığı icra dairesi tarafından tapuya bildirilir (İİK.102 Hacze yeni alacaklılar istirak eder (İİK.100-101) veya haciz kalkarsa (İİK.110) bu hususlar da yukarıda adı geçen dairelere haber verilir.” hükmünü içermektedir.

İcrai haciz; tasınmaz malın 
tedavülüne (devrine) ve üzerinde hak kurulmasına engel değildir. Yani hacizli bir tasınmazın satıs, bağıs, trampa, ölünceye kadar bakma akdi gibi islemlere konu olması ve bu yolla mülkiyetinin baskasına geçirilmesi mümkündür. Ayrıca; rehin, irtifak hakkı, kira gibi işlemlere de konu olabilir. 

33.İhtiyati Tedbir:

Mahkeme dava konusu olan (veya dava konusu yapılacak olan) ve aynı (mülkiyeti) taraflar arasında çekişmeli bulunan bir tasınmazın, dava sırasında baskasına devredilmesini önlemek için, taşınmazın baskasına devrinin yasaklanmasına (ferağdan men’ine) karar verebilir. Çünkü ihtiyati tedbir konmazsa veya mahkeme böyle bir kararı vermekte gecikirse dava konusu taşınmaz mal el değistirebilir. İhtiyati tedbir kararının tapu siciline kaydedilmesinden sonra, artık davalı, bu tasınmazı başkasına devredemez. 

34.İhtiyati Haciz:

İhtiyati hacze mahkeme tarafından karar verilir (İİK.258). Bu mahkeme kararına istinaden icra müdürlüğünce tapuya ihtiyati haciz müzekkeresi yazılır. İhtiyati haczin hüküm ve sonuçları icrai hacizlerde olduğu gibidir. Tasınmazın tedavülüne (el değistirmesine) ve üzerinde hak kurulmasına engel değildir. 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

DEĞERLİ KONUT VERGİSİ HAKKINDA BİLGİLENDİRME

7 Aralık 2019 tarihinde 30971 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanan 7194 Sayılı Kanun ile değeri 5.000.000 TL’nin üzerindeki konutlar için Değerli Konut Vergisi adında bir vergi yükümlülüğü getirilmiştir.

Son günlerde pek çok kardeşimizden gelen sorulara istinaden ve gelecekte oldukça fazla soruya ve soruna sebep olacak bu yeni yasal gelişme ile bilgilendirmede bulunmak istedim.



1) Bu Verginin Mükellefi Kimdir?


5 milyon TL ve üzeri değerdeki mesken nitelikli taşınmazın sahibi, varsa intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa mesken nitelikli taşınmaza malik gibi tasarruf eden, paylı mülkiyet hâlinde ise malik olanlar hisseleri oranında vergiden sorumludur ( Mülkiyetin mirasen intikal etmiş olması halinde de vergi mükellefiyeti doğmaktadır)
.


MUAFİYETLER
Genel ve özel bütçeli idarelerin, belediyelerin ve üniversitelerin; yabancı ülkelerin elçilik ve konsoloslukları ve milletlerarası kuruluşlar ile bunların mensuplarının sahip olduğu taşınmazlar bu vergiden muaftır.Türkiye sınırları içinde mesken nitelikli tek taşınmaza sahip olmak kaydıyla, kendisine bakmakla mükellef kimsesi olup on sekiz yaşını doldurmamış olanlar hariç olmak üzere, hiçbir geliri olmadığını belgeleyenler ve yine aynı şartla gelirleri münhasıran kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarından aldıkları aylıktan ibaret bulunanların sahip olduğu mesken nitelikli taşınmazlar vergiden muaf tutulmaktadır.Esas faaliyet konusu bina inşası olanların satmak üzere inşa ettiği, ancak henüz ilk satışa, devir ve temlike konu edilmemiş yeni mesken nitelikli taşınmazlar da, sahipleri bakımından bir servet unsuru değil işletmeye kayıtlı mamul olmaları hasebiyle, vergiden muaf tutulmakta, bu taşınmazların kiraya verilmesi veya sair surette kullanılması durumunda muafiyetin sona ermesi öngörülmektedir.

2) Verginin Oranı nedir?

Değerli konut vergisine tabi mesken nitelikli taşınmazlardan değeri;
5 milyon TL ile 7,5 milyon TL arasında olanlar binde 3,
7,5 milyon 1 TL ile 10 milyon TL arasında olanlar binde 6,
10 milyon 1 TL’yi aşanlar binde 10 oranında vergi tahakkuku gerçekleştirilecektir.



3) Tapu ve Kadastro Müdürlüklerinin Tahakkuk İşlemi:


Kanunun uygulamasına ilişkin hiçbir yönetmelik vb. norm henüz yayınlanmamış olmasına rağmen Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirme yapılarak belirlenen değeri 5 milyon TL üstünde takdir edilen ve mesken olarak kullanılan taşınmazlar değerli konut vergisine tabi tutulmaya başlanmıştır.



4) Tahakkuka Karşı İtiraz Yolu:


Kanun metninde “Bu tebligatın tebliğ tarihinden itibaren on beşinci günün sonuna kadar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne (Ankara) itiraz edilmeyen mesken nitelikli taşınmaz değeri kesinleşir” ibaresi ile 15 günlük itiraz süresine dikkat çekilmiştir. Bu süreye dikkat edilmesi önem arz etmektedir, aksi durum hak kaybına sebep olacaktır. Süresinde yapılan itirazların ise on beş gün içinde değerlendirilerek sonuçlandırılacağı ve kesinleşen değerin yine ilgilisine tebliğ edileceği bildirilmiştir. Bu aşamadan sonra yapılan itirazların reddi halinde mesken sahiplerinin süresinde, tebligattan itibaren 30 gün içinde Vergi Mahkemesi’ne başvurması gerekmektedir.



 YORUMLAR


Yapılan düzenleme Anayasa’da düzenlenen hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine aykırıdır. Vergi yükünü̈ adaletli ve dengeli dağıtmamıştır.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM), yeni yıl öncesi, süratle gönderdiği tebligatta, konut sahiplerinin taşınmaz bedellerini ne şekilde, hangi bilimsel çalışma ile belirlediğini belirtmemiştir. Bu durum bile başlı başına itiraz sebebidir.Mesken niteliğindeki taşınmazlar için yapılan bu düzenleme, mesken dışındaki yerleri kapsamı dışına almıştır. Ancak eşitlik ilkesi gereği, 5 milyon TL değerinde ev sahibi olan ile 5 milyon TL değerinde iş yeri sahibi olanın hakları ve yükümlülükleri aynı olmalıdır.Yine bu düzenleme ile 5 milyon TL değerinde tek bir taşınmazı bulunan bir kişi bu vergiye tabi iken, 2,5 milyon TL değerinde 2 adet toplam 5 milyon TL’lik taşınmazı olan bir kişi bu vergiye tabi olmayacaktır. Bu durum da eşitlik ilkesine aykırıdır, vergilendirmenin temel ilkeleri ile çelişmektedir.Değerli Konut Vergisine tabi tutulan taşınmaz sahipleri hem Emlak Vergisi hem de Değerli Konut Vergisi ödemek zorunda bırakılarak aynı malvarlığından dolayı mükerrer vergilendirilmiş olmaktadır.Uygulamaya ilişkin herhangi bir yönetmelik veya hukuki norma dayanılmadan yapılan tespitlerin ne derece sağlıklı olacağı ve gerçek değeri yansıtacağı ise son derece tartışmalıdır. Şahsi kanaatimce bu durum bile başlı başına bir itiraz sebebi oluşturmaktadır.


Bazı müşterilerimize gelen TKGM tarafından gönderilen tebligatları incelediğimde de yapılan değerlemeye ilişkin hiçbir vasıfsal bilginin bulunmadığını gördüm. Bu sebeple şayet diğer kardeşlerime de bu kanun kapsamında bir tebligat gelirse ivedilikle itiraz etmelerini tavsiye etmekteyim.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Enerji Kimlik Belgesi Nedir?

http://www.tanjuhan.com

Enerji kimlik belgesi olmayan binalarda satış yasak! Enerji Kimlik Belgesi nedir?

Enerji kaynaklarının verimli kullanılmasını, enerji israfının önlenmesini sağlamak için çıkarılan enerji kimlik belgesi 2020 yılı itibariyle zorunlu hale getirilecek. Binalarda kiralama, alım ve satım işlerinde enerji kimlik kartı kullanılacak.

ENERJİ KİMLİK BELGESİ

Enerji kaynaklarının verimli kullanılmasını, enerji israfının önlenmesini sağlamak için 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu ve buna bağlı olarak çıkartılan Enerji Kimlik Belgesi 1 Ocak 2011 zorunlu hale getirildi.

Enerji Kimlik Belgesi nedir sorusunun yanıtını merak eden vatandaşlar için EKB kısaca; Buzdolabı, çamaşır makineleri gibi beyaz eşyalardaki ya da klimalarda var olan enerji performans sınıflandırmaları artık binalar için de olacak. Yani tıpkı beyaz eşyalarımızda var olan A sınıfı enerji verimliği ibaresi gibi binalarda da olacak. Binalarda da aynı şekilde A sınıfı en verimli seviyeyi belirtirken, G sınıfı en düşük verimli seviyeyi belirtecek.

Düzenlemeye enerji kimlik belgesi sınıfı en düşük C sınıfında olacak. C sınıfından daha düşük seviyede çıkan yeni yapılacak veya yapılmakta olan binalar kanunen iskan ruhsatı alamayacak.

EKB İÇİN SON TARİH NE ZAMAN?

1 Ocak 2011 tarihinden sonra yapı ruhsatı almış binaların (yeni binalar), yapı kullanma izin belgesi (iskan ruhsatı) alınması aşamasında Enerji Kimlik Belgesini ilgili idareye (belediye) sunması gerekmektedir. Aksi takdirde, yapı kullanma izin belgesi kanunen verilmemektedir.

Mevcut binalar ve 1 Ocak 2011 tarihinden önce yapı ruhsatı almış ve inşaatı devam edip henüz yapı kullanım izni almamış binalar için Enerji Verimliliği Kanununun yayımı tarihinden itibaren on yıl içinde Enerji Kimlik Belgesi düzenlenir. 2 Mayıs 2017 tarihinde sona eren tarih 1 Ocak 2020’ye kadar uzatıldı.


Karbondioksit salınımı ve enerji tüketimi gibi değerlerin puanlandırıldığı belgenin düzenlenmediği binalarda oturma izni verilmeyecek, satış ve kiralama işlemi yapılmayacak.

Ne Zamana Kadar EKB Alınmalı?

“Enerji Kimlik Belgesi” uygulaması için Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliğinin Geçici 4. maddesinin birinci fıkrası gereğince 01 Ocak 2011 tarihinden sonra yapı ruhsatı alan binalar yeni bina, bu tarihten önce yapı ruhsatı alan binalar mevcut bina olarak değerlendirilmektedir.

Bu tanıma istinaden 1 Ocak 2011 tarihinden sonra yapı ruhsatı almış binaların (yeni binalar), yapı kullanma izin belgesi (iskan ruhsatı) alınması aşamasında Enerji Kimlik Belgesini ilgili idareye (belediye) sunması gerekmektedir. Aksi takdirde, yapı kullanma izin belgesi kanunen verilmemektedir.

Mevcut binalar ve 1 Ocak 2011 tarihinden önce yapı ruhsatı almış ve inşaatı devam edip henüz yapı kullanım izni almamış binalar için Enerji Verimliliği Kanununun yayımı tarihinden itibaren on yıl içinde Enerji Kimlik Belgesi düzenlenir. Kısaca, mevcut binalar kanunen 2 Mayıs 2017 tarihine kadar Enerji Kimlik Belgesi almak zorundadır.

EKB Nasıl Alınır?

Enerji kimlik belgesi düzenlemek üzere yetki belgesi almış olan ve meslek odalarından alınmış SMM belgesine sahip mühendisler veya mimarlar ya da bünyesinde bu vasıflara haiz mühendis veya mimar bulunduran tüzel kişiler yeni yapılacak olan binalara Enerji Kimlik Belgesi (EKB) vermeye Yetkili Kuruluş sayılır.

Bünyesinde EKB Uzmanı mühendis veya mimar bulunduran Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü tarafından yetkilendirilmiş Enerji Verimlilik Danışmanlık (EVD) Şirketleri, mevcut binalara Enerji Kimlik Belgesi (EKB) vermeye Yetkili Kuruluş sayılır.

enerjikimlikbelgesi.com, Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü tarafından yetkilendirilmiş Enerji Verimlilik Danışmanlık (EVD) Şirketi olan BES Enerji Danışmanlık bünyesindeki EKB Uzmanları ve SMM belgesine sahip mühendisler vasıtasıyla hem mevcut hem yeni binalar için Enerji Kimlik Belgesi (EKB) düzenleme hizmetleri sunmaktadır.

ENERJİ KİMLİK BELGESİ DÜZENLEMEK İÇİN GEREKLİ EVRAKLAR;

Mimari proje, ısı yalıtım projesi, mekanik tesisat projesi ve elektrik projesi gerekmektedir.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Konut Kredisi Rehberi

http://www.tanjuhan.com

Kredi kelimesi anlam olarak alacaklı ve borçlu olarak tanımlanan taraflar arası nakit ihtiyacını karşılamak için yapılan uzun vadede faizli geri ödemesi olan borç alma yöntemidir. Latince kökenli olan kredi kelimesi, inanma ve güvenme anlamı taşıyan “credere” sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde bireysel veya tüzel kişilerin nakit ihtiyaçlarını karşılamak için ihtiyaç özelinde geliştirilmiş çeşitli krediler bulunmaktadır. İhtiyaçlara göre değişen kredi türlerinde ihtiyacın türüne bağlı olarak kredi miktarı, faiz oranı ve geri ödeme süresi değişmektedir. Kredi kullanımında krediyi kullanacak kişinin geliri, serveti, borç durumu, yaşı ve tüm bu değişkenlerin değerlendirilmesi ile ortaya çıkan kredi puanı etkilidir. Kredi puanına ve kredi türüne göre borç, faiz, ödeme süresi ve diğer koşullar değişkenlik gösterebilir. Konut kredisi de ev almak için sağlanan nakit kaynağı ifade etmek için kullanılır.

Konut Kredisi Nedir?

Ev satın alma işlemlerinde satın alınması söz konusu olan mülkün üzerine kredi sağlayıcısı tarafından ipotek konulması şartıyla alınabilen kredi türüne konut kredisi adı verilmektedir. Kredi sağlayıcılığı yapan kuruluşlar genellikle bankalar olsa da bazı aracı finans kuruluşları da yüksek kredi notlarını kullanarak konut kredisi verebilirler. Konut kredisi kullanımında kredi ile alınacak evin değerinin ekspertizler tarafından ölçülmesi ve kredi sağlayıcı tarafından tapunun incelenmesi gerekir. İpotek yapılacak mülkün üzerinden herhangi bir ipotek ya da borç bulunmaması, yapının kaçak olmaması ve tapuda kredi sağlayıcıya iletilen bilgilerin doğruluğunun kanıtlanması konut kredisi almanın temel koşulları arasında yer alır.

Günümüzde konut kredisi ev sahibi olmak isteyenlere tavsiye edilen bir kredi türüdür. Mülkün toplam nakit bedeline sahip olunsa da ufak bir miktarı için kısa vadeli ve düşük faizli bir kredi çekmek o mülkün kredi sağlayıcısı tarafından detaylı bir şekilde incelenmesini sağlar. Bu inceleme doğrudan uzman kişiler tarafından yapıldığı için satın alma sürecinde herhangi bir aksilik yaşanmasının, dolandırıcılığın önüne geçilebilir. Hem nakit ihtiyacı hem de alınacak mülkün oturma ruhsatı, tapu durumu ve diğer yasal bilgilerinin en doğru şekilde alınabilmesi için konut kredisi kullanımı tavsiye edilmektedir.

Mortgage Nedir? Konut Kredisi ile Ne Farkı Vardır?

Mortgage olarak bilinen ve temelde konut kredisi ile benzer şartlara sahip olan kredi türü aslında ülkemizde 2007 yılında kaldırılmış olan bir borçlanma yöntemidir. Hem konut kredisi hem de mortgage ev sahibi olmak isteyenlerin başvurduğu bir nakit sağlama yöntemidir. Aralarındaki fark ise 2007 yılı öncesine bakıldığında net bir şekilde görülebilir. Konut kredilerinin 2007 öncesinde günümüze göre daha kısa vadeli kullanılabilmesi ve ödeme şartlarının ağır olması mortgage kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mortgage ile konut alırken geri ödeme vadesi 20 yıla kadar çıkabilir ve bu uzun vade imkanı “kira öder gibi ev sahibi olun” sloganı ile pazarlanmıştır. 2007 sonrasında yapılan düzenlemeler sonrasında konut kredilerinde vade süresi 240 aya kadar uzatılmış ve mortgage kavramı ortadan kalkmıştır. Şu an ülkemizde mortgage ve konut kredisi kavramlarını aynı anlamda kullanmak iki kredinin de şartlarının eşitlenmesi ile mümkündür.

Konut Kredisi Şartları Nelerdir?

Konut kredisi başvurusu yapmadan önce kredinin şartlarının detaylı incelenmesi gerekir. Ev satın alma kararı ile birlikte bu şartları masaya yatırmak doğru yatırımı yapma olacağı sağlar. Konut kredisi ile ev satın almak isteyenlerin öncelikli olarak bilmesi gereken konut değerinin en fazla %80’ini kadar kredi çekebilecekleridir. Örnek vermek gerekirse 1.000.000 TL değerinde bir ev satın almak için en fazla 800.000 TL değerinde konut kredisi kullanılabilir. Elbette %80’lik değerlenmenin üst sınır olduğu unutulmamalıdır. 1.000.000 TL’ye satışa çıkarılan bir konut için bankanın ekspertizi 850.000 TL değer biçerse bu değerleme sonucunda çekilebilecek maksimum kredi miktarı 680.000 TL’ye düşer. Bu da satın alma sürecinde gerekecek nakit miktarının neredeyse 1,5 katına çıkması anlamına gelir ve satın alımı yapacak kişinin planlarına uymayabilir. Bu nedenle konut sahibi olmaya karar verme süresince nakit ödenecek miktarın %20’nin üzerinde olması olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına engel olur.

Konut kredisi kullanım şartlarında ilk öncelik evin ipotek değerinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak kredi miktarının hesaplanması olsa da sonrasında kredinin onaylanabilmesi için farklı unsurların da incelenmesi gerekir. Konut kredisi alacak kişinin, hane halkının gelir miktarı ve kredi başvurusu yapan bireyin kredi notu süreci doğrudan etkiler. Konut değerinin %70’ini nakit verebilecek bir kişi riskli kredi notu ve düzenli geliri olmaması sebebiyle konut kredisi alamayabilir.

Konut Kredisi Alırken Çıkan Maliyetler

Konut kredisi alırken hem kredi alma işlemlerinde gerekli belgeleri hem de bu kredi özelinde gereken belgeleri hazırlamak zorundasınız.

1.Dosya Masrafı

Finansal Tüketiciden Alınacak Ücretler Yönetmeliği kapsamında en fazla toplam kredi tutarının %0,5 kadarı olacak şekilde tahsil edilen bir kredi maliyetidir. Dosya masrafı yerine kredi tahsis ücreti olarak da adlandırılabilir. 

2. Ekspertiz Ücreti

Konut kredisi kapsamında alınacak mülkün vasfı, brüt metrekaresine ve konumuna göre değişiklik gösteren, ekspertiz hizmeti için ödemem ve kredi kullanıcısından tahsil edilen bir ücrettir ve BSMV’den muaftır. Ekspertiz ücreti konuta göre değişiklik gösterse de minimum 750 TL tutarındadır.

3. İpotek Tesis Ücreti

Konut kredisinin anapara ve faizlerinin tamamının ödeneceği süre boyunca söz konusu konut kredi sağlayıcıya ipotekli kalır. İpotek işlemi sırasında kredi sağlayıcının rehin tesisi işlemi için aracı kuruma ödediği bedeldir ve kredi kullanıcısından tahsis edilir. Bu ücret konut kredisi veren kuruma göre farklılık göstermektedir.

4. İpotek Fekki Ücreti

Konut kredisinin bitmesi ile birlikte krediye konu olan konutun üzerindeki ipoteğin kaldırılması, tapuya ipotek fekkinin bildirilmesi gerekir. Bu işlem için bankadan kredi borcunun bitimine istinaden düzenlenmiş bir belge alımın ve bu belge tapuya teslim edilir. Bu işlemi yaparken kredi sağlayıcı ipotek tesisi kadar bir ücretlendirme yapabilir ancak bazı kurumlarda bu işlem ücretsizdir. Ek olarak tapu dairesinde de söz konusu işlem için bir miktar ödeme yapılması gerekebilir.

5. ZDS (Zorunlu Deprem Sigortası), DASK

Günümüzde konut satışı yada kiralanması söz konusu olduğunda zorunlu olarak yapılması gereken bu sigorta yıllık olarak yenilenmektedir. Konut kredisi işlemleri içerisinde de 1 yıllık süre ile yapılan bu sigorta yasal olarak zorunludur. Bu sigorta DASK tarafından yapılmaktadır.

6. Konut Sigortası

Konut kredisi kapsamında yasal olarak zorunluluğu olmasa da bankalar tarafından zorunlu olarak gösterilen bu sigorta evde meydana gelebilecek hasarların teminat altına almasını sağlıyor. İpotek altına alınan konut ile ilgili riskleri en aza indirmek isteyen bankalar, konut sigortası dahil kredi paketlerine daha düşük faiz uygulayarak bu sigortayı mecburen tercih edilebilir kılmaktadırlar. Konut sigortası için bankanın zorunlu kıldığı seçenekleri tercih etmek istemeyen kişiler dilerlerse kendi istedikleri bir sigorta şirketi üzerinden bu sigortayı yaptırabilirler.

7. Hayat Sigortası

Kredi kullanan kişinin vefatı durumunda kalan kredi borcunun sigortadan tahsis edilmesi için yapılan bu sigorta kredi kullanımında bankalar tarafından zorunlu tutulmaktadır. Hayat sigortası yapılmadan kullanılabilen krediler düşük miktarda ve yüksek faizli olduğu için konut kredisinde dezavantaj sağlar. Hayat sigortası kişinin yaşına ve çalıştığı işe göre değişiklik gösterebilir ve 70 ila 80 yaşın üzerinde olan kişiler hayat sigortası kapsamı dışındadır.

8. Ferdi Kaza Sigortası

İsteğe bağlı olarak yapılabilen, bazı bankalar tarafından daha düşük faiz oranları ile teşvik edilen bu sigorta kredi kullanıcısının uğradığı bir kaza sonucunda tedavi masraflarını da kapsayan bir sigorta türüdür. Bu sigortanın kapsamına göre kaza sonrasında kişinin iş göremez olduğu süre boyunca kredi ödemesi sigorta tarafından karşılanır.

Konut Kredisinde Erken Ödeme Cezası

İhtiyaç kredisi kullanımında erken ödeme faiz indirimi almak mümkün olsa da konut kredilerinden bu durum tam tersi olabilir. Eğer konut kredisinin tüm taksitleri vadeleri gelmeden tek bir seferde ödenmek istenirse bu durumda ödeme yapılacak toplam tutarın %2’si kadar ceza ödemesi istenebilir. Erken ödeme cezası kredi sağlayıcının belirleyeceği bir miktardır ve değişkenlik gösterebilir.

Konut Kredisine Uygun Olan Konutlar Nelerdir

Ev sahibi olmak isteyenlerin büyük bir kısmı konut kredisi kullanarak ev almayı tercih ediyor. Bu tercih iki temel sebebi bulunuyor. Nakit ihtiyacı konut kredisi kullanımında en büyük etmenken alınan konut ile ilgili yasal araştırmanın bir finans kuruluşu tarafından yapılması da ev sahibi olmak isteyenler tarafından tercih ediliyor. Bir evin konut kredisine uygun olması evin değerinin de artmasına neden oluyor.

Konut satın almaya karar veren ve bu süreçte konut kredisi ile nakit desteği almak isteyenlerin mutlaka başlangıçta evin krediye uygun olup olmadığını araştırması gerekiyor. Bu araştırma yapılmaksızın konut kredisine başvurulursa ekspertiz ataması yapılır ve daha önce bahsetmiş olduğumuz ekspertiz ödemesi krediye başvuran kişiden tahsis edilir. Konutun krediye uygun olmaması durumunda ödenen ekspertiz ücreti geri iade edilmez.

Bir evin konut kredisine uygun olup olmadığını bu alanda özel olarak çalışmayan bir insanın anlaması zordur. Eğer gayrimenkul yatırımı ile alakalı bir uzmanlığınız yoksa konut kredisi uygunluğunda en az riski almak için yapılabilecek bazı incelemeleri bilmek gerekir. Kurumsallaşmış bir gayrimenkul firması ile çalışmak konut kredisi sürecinde ciddi anlamda zaman ve para tasarrufu elde etmenize olanak sağlasa da yüksek marka gücü yüksek komisyon ödemesi gerektirdiği için pek çok insan daha piyasaya yakın emlakçıları tercih etmektedir. Bu noktada evin kredi uygunluğunu kişinin kendisinin ölçmeye çalışması daha güvenilir bir sonuç almasını sağlar.

Konut kredisi başvurusunda kredi uygunluğunu araştırırken iki farklı mülk tipi olduğu unutulmamalıdır. Yeni yani sıfır yapılar için gerekli olan uygunluk kriterleri ile eski yani ikinci el yapılar için gerekli olan uygunluk kriterleri farklıdır.

Yeni Tamamlanmış, İlk Satışı Yapılacak Konutların Krediye Uygunluğu

Konut kredisi uygunsuzluğu yeni yapılmış konutlarda ikinci el konutlara göre çok daha nadir görülür. Bunun en temel nedeni konutu yapan kişinin bunu bir yatırım ve gelir beklentisi ile yapıyor olması ve ülkemizde konut kredisi kullanım oranının da %40’ı geçmiş olmasıdır. Pek çok müteahhit konut kredisine uygunsuzluk riskini göze alarak %40’ın üzerinde bir hedef kitlesi kaybı yaşamak istemez. Yine de tedbiri elden bırakmadan yeni tamamlanmış ve ilk satışı yapılacak konutlarda konut kredisi uygunluğu için gerekli şartları gözden geçirmek gerekir.

Yeni Konut Tamamlama Oranı

Yeni yapılmış bir konut için kredi başvurusu yapılırken ekspertizin inceleme yaptığı anda söz konusu konutun en az %80’inin tamamlanmış olması gerekir. Bu konu yeni başlayacak proje ve tamamlanmayan konutlar için kredi kapsamında yeniden ele alacağımız bir konu olsa da eğer bir proje kapsamında anlaşmalı bir kredi sağlayıcı üzerinden konut kredisi alınmayacaksa mutlaka satın alınacak mülkün en az %80’lik kısmının tamamlanmış olduğuna dikkat edilmesi gerekir.

Çok Katlı (Dubleks, Tripleks) Dairelerin Kullanım Şekli

Konut kredisi kullanılacak olan mülk dubleks yada tripleks ise kısacası çok katlı ise bu konutun kaç girişinin olduğu kredinin onaylanması açısından çok önemlidir. Söz konusu daire tek bir daire şeklinde kullanıma uygun değilse, her kat için ayrı bir giriş kapısı bulunuyorsa ve her kat bu giriş kapıları sayesinde çeşitli müdahaleler ile bağımsız kullanılabilir hale geliyorsa bu konutlara kredi kullanılması mümkün değildir.

Ortak Kullanım Alanları

Kredi başvurusuna konu olacak konutun apartmanın ortak kullanım alanları ile herhangi bir bağı varsa bu konuta oldukça az bir miktarda konut kredisi verilir ya da hiç verilmez. Bunun temel sebebi ortak kullanım alanlarının daireye dahil olduğu durumlarda kat maliklerinin şikayetleri sonucunda konut üzerinde hak sahibi olma ihtimalleridir. Bu noktada krediden bağımsız olarak bu riski taşıyan konutlarda gerekli yasal önlemler alınmadan satın alma işlemi yapılmamalıdır. Otopark, depo ya da çatı gibi ortak alanların olduğu apartmanlarda bu konu dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Örneğin terası olan bir çatı katı dubleks dairenin teras kısmının devamı ortak kullanım alanı, çatı depolama alanı gibi bir kullanıma açıldıysa bu daire yüksek risk grubu içerisinde sayılabilir.

Mesken Olma Zorunluluğu

Konut kredisi başvurusu yaparken üzerine kredi alınacak konutun tapuda mesken olarak kayıtlı olması gerekir. Bu durum oldukça normal gözükse de bazı konutların özellikle de giriş katta yer alan konutların dükkan olarak kayıtlı olması gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle konut kredisine başvurulacak konutun tapusunu önceden görmek olumsuz bir durum yaşama ihtimalini en aza indirir.

İkinci El Konutların Krediye Uygunluğu

İkinci el konutların krediye daha çok uygun olacağı düşünülse de bu aslında temel bir hatadır. Konutun ilk satışından itibaren geçen sürede konutun krediye uygun olmayan değişimlere uğramış olma ihtimali her zaman vardır. Kullanımda olan bir konutun krediye uygunluğu konusunda ikna olmadan ya da bir şekilde ikna edilmeden önce mutlaka bazı hususlar konusunda bilgi sahibi olmak gerekir.

Tapu İncelemesi

Bir konutun kredi verilmeye uygun olması için kat irtifakı ya kat mülkiyeti bulunmalıdır.  Bunlar konutun yasalara uygun olarak yapıldığını gösterir. Kat mülkiyeti, söz konusu konutun belediyeye sunulan projeye uygun olarak yapılmış olduğunu gösterir. Elbette bunların olması konutun krediye %100 uygun olduğu anlamına gelmez. Konutun ilk satışından itibaren geçen süre zarfında konutun projesine aykırı değişimlere uğramış olduğunu ancak ekspertiz tarafından anlaşılabilir, yine de bu belgeleri incelemek riski azaltır.

Buna ek olarak tapuda belirtilen konut niteliğinin mutlaka mesken olmalıdır. Aksi durumda söz konusu konut kredi için uygun değildir. Konut kredisi için olmazsa olmaz bu bilgiler konuta ait tapu senedi üzerinde yer alırlar. Bu nedenle konut kredisine başvuru yapmadan önce tapuyu görmeyi talep ederek uygunluktaki ilk adımı tamamlamak mümkündür.

Ortak Kullanım Alanları

Tıpkı yeni yapılan konutlarda olduğu gibi eski konutlarda da ortak kullanım alanlarına bağlı olarak kredi uygunsuzluğu ortaya çıkabilir. Bu nedenle konutun ilk projesinin onayından sonra binaya herhangi bir ekleme yapılıp yapılmadığı sorgulanabilir. Terası olan bir konutta teras alanının aslında ortak kullanımdan sayılması ve tapuya dahil edilmemesi konut kredisinde sorun yaşanmasına neden olabilir.

Haciz Durumu

Satın alınmak istenen konutun üzerinde ipotek ya da haciz varsa konut krediniz riske girer. Konutun üzerinde ipotek olduğu durumlarda ipotek yapan banka satış işlemlerinde bu kısmı tahsil eder ya da bu konut için kredi alınması mümkün olmayabilir. Eğer söz konusu konut üzerinde haciz varsa kredi kesinlikte alınamaz.

Konut Kredisine Uygun Olan Gayrimenkuller

Bir gayrimenkulün konut kredisine uygun olup olmadığının nasıl anlaşılacağı ile ilgili detaylı bilgilerden sonra farklı durumlara sahip olan konutların kredi için uygunluğuna bakmamız gerekir. İpotek durumu, proje aşamasındaki konutlar için farklı kuralları olduğundan bu durumları tek tek ele almak ve doğru kararı vermek önemlidir.

Hisse Tapulu Gayrimenkuller

Konut kredisi alınmak istenen bir gayrimenkulde birden fazla hisse olması durumunda konut kredisi onayının çok zor olacağı bilinmelidir. Bu durum genellikle miras konularında ortaya çıkar. Örneğin bir evin 6 kişiye miras kalması durumunda mirasçılardan birisi evin 3 hissesini daha satın almak ve bu işlemi yaparken konut kredisi kullanmak isterse kredi sağlayıcı konutun tamamına ipotek koyamayacağı için konut kredisi vermeyebilir. Hisseli tapularla ilgili bir başvuru yapmadan önce bankanın kredi uzmanıyla görüşmek zaman ve para kaybına engel olacaktır.

İpotekli Konutlar

Satın alınacak konutun üzerinde ipotek bulunması durumunda konutun satışının yapılabilmesi mümkündür. Ancak bu satışın yapılabilmesi için ipotek koyucuların mutlaka öncelikli olarak borçlarını tahsil etmesi gerekir. Haciz durumu yoksa sadece konut üzerinde devam eden bir ipotek varsa satış aşamasında öncelikle ipotek edenin borcunun kapanması sonrasında kalan miktarın tapu sahibine verilmesi gerekir. Bu şekilde anlaşma sağlanarak konutun satışı yapılabilir. Bu tür durumlarda konut kredisi için ipotek koyan banka ile çalışmak sürecin daha kolay ilerlemesi açısından fayda sağlayabilir.

Proje Aşamasındaki Konutlar

Henüz yapımı başlamamış ve proje halindeki konutlar için konut kredisi kullanabilir. Ancak bu kredinin kullanılabilmesi için proje sahibi firma ile banka arasında anlaşma yapılması gerekir. Eğer proje sahibinin bu tür bir anlaşması varsa konut tamamlanmadan da kredi kullanılması mümkündür. Konut kredisi kullanımında söz konusu konutun %80’inin tamamlanması şartı sadece bu tür anlaşma durumlarında görmezden gelinir. Bu tür anlaşmalarda süreç konut kredisinin proje sahibine banka tarafından blokeli olarak aktarılması ve konutun tamamlanması ve kredi kullanan kişiye devredilmesi ile birlikte banka koymuş olduğu blokeyi kaldırır.

Konut Kredisi Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Konut kredisi kullanmadan önce uzun vadeli planlamalar yapılması gerekir. 240 aya varan vadelerle kullanılabilen bu kredi kişinin hayatının 20 yılında ödemesi gereken bir borç olacağı için doğru karar çok önemlidir.

Maksimum Peşinat

Konut kredisi kullanmadan önce istenilen ev için maksimum peşinat ödenmesi her zaman faydalıdır. Maksimum ödeme yapılması ya vade süresini azaltır ya da ödeme miktarını bu iki durumda uzun dönemde kişinin kendini psikolojik olarak daha rahat hissetmesi için önemlidir.

Acil Durum Planı

Konut kredisi ödeme planı hesaplanırken bankalar hane halkının gelirinin %50’sini geçmeyecek şekilde aylık ödeme tutarı hesaplarlar. Bu durum hane halkında yaşanan bir gelir değişiminin kredi ödemesini aksatmaması için yapılır ancak yine de ev halkından birinin ayrılması, boşanma ya da vefat durumu, işsiz kalma gibi olumsuz olaylarda kredi ödemelerinin aksamaması gerekir. Bu tür durumlarda ödemelerin devam edebilmesi için ufak da olsa bir maddi birikimin olması gerekir.

Doğru Kredi Seçimi

Konut kredisi almadan önce tüm bankaların kredilerini detaylı bir şekilde incelemek gerekir. Aynı miktar ve vadede her bankanın sunduğu teklifleri bir araya koyup incelemek daha doğru sonucu elde etmek için gereklidir. Bu noktada konut kredilerindeki değişim sağlayacak unsurları öğrenmek ve seçimi doğru yapmak önemlidir.

Konut Kredisinde Önemli Değişkenler

Vade

Konut kredilerinde vade hesaplaması 2007 yılından beri oldukça uygun yapılabiliyor. Eskiden 5 yıla kadar vadesi olan konut kredileri yapılan düzenlemeler ile 240 aya yani 20 yıla kadar uzayabiliyor. Vadenin uzaması ile birlikte ödenmesi gereken faiz miktarı artsa da ev sahibi olmak isteyenler doğru hesaplama ile kendileri için en uygun vadeyi bulabilirler. Konut kredisi için en uygun vade hesaplamasını mevcut durumda ödenen kira üzerinden yapmak mümkündür. Temel bir ihtiyaç olan barınmayı karşılamak için ödenen kira bedeli konut kredisi ödemesi için planlama yapmayı kolaylaştırır. Kira bedelinin her yıl artış alacağını da hesaba katarak her yeni yılda ödenecek kirayı hesaplayıp, kredi vadesini planlamak mümkündür. Bu tür bir planlamayı kredi ödemesine yansıtmak için de artan ödemeli konut kredisi çeşidinden yararlanılabilir.

Faiz

Konut kredisi kullanacaklar için 2 farklı faiz seçeceği vardır. Sabit ve değişken faiz olarak sunulan bu seçenekler hem kişinin hem de piyasanın durumuna göre incelenmelidir. Faizlerin çok yüksek olduğu bir koşulda sabit faizli konut kredisi kullanmak uzun dönemde masraflı bir seçim olacaktır. Eğer böyle bir karar vermek istenirse bankaların sunduğu refinans olarak adlandırılan daha ucuza kredi çekme imkanı düşünülmelidir. Ancak bu durumda da mevcut sabit faizli kredinin erken ödeme cezasını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Değişken faizli konut kredisi seçeneğinde belirli bir dönem sabit faiz uygulandıktan sonra kredi kullanım sürecinde belirlenen dönemlerde faiz güncellemesi yapılır. Bu hem avantajlı hem de dezavantajlı olabilir. Faizlerin yüksek olduğu bir dönemde kredi kullanıldığında değişken faiz çok yararlı olabilir. Yine de bu tür bir konut kredisi kullanmadan önce üst faiz limiti olan bir seçenek tercih etmek daha güvenilir olacaktır.

Konut Kredisi Çeşitleri

Sabit Faizli Konut Kredisi: 

Sabit faizli olarak kullanılabilen bu konut kredisi genel olarak herkesin bildiği, ödemelerin yıllar içerisinde değişmediği kredi çeşididir. Bu kredi genellikle uzun vadeli planlama yapmak isteyenler için uygundur. Faiz hesabını mevcut durumda yaptığı zaman bütçesine uygun bulan, uzun vadede aylık ödeme miktarının değişmesini istemeyen kişiler bu krediyi tercih edebilir.

Azalan Taksitli Konut Kredisi: 

Bu konut kredisi türünde faiz ödemesinin azaltılması mümkündür. Konut kredisinin ilk yıllarında yüksek aylık ödemeler yapılarak faiz ödemesinin süresi azaltılır ve sonraki dönemlerde ana para ödemesi yapılır. Mevcut işinden ve gelirinden memnun olan, gelecekte oluşabilecek olumsuz durumlara karşı önlem almak isteyenler bu konut kredisini tercih edebilirler.

Ara Ödemeli Konut Kredisi: 

Konut kredisine başvuran kişinin belirli dönemlerde aldığı ara ödemeler varsa bu kredi türü tercih edilebilir. Kişinin belirlediği sıklıklarda ara dönem ödemeleri yaparak taksitlerini azaltabilir. Bu şekilde anlaşılan kredilerde ara ödeme yapılması erken ödeme cezasına tabi tutulmaz. Prim ya da ikramiye alan, yıllık düzenli bir ek geliri olan ya da birikimlerini düzenli olarak kredi ödemesini azaltmak için kullanmak isteyenler bu kredi tipini tercih edebilirler.

Artan Taksitli Konut Kredisi: 

Kira öder gibi ev sahibi olma fikri ile ortaya çıkan bu konut kredisi tipinde kira artış oranına bağlı olarak kredi ödemeleri artar. Konut kredisi kullanacak kişinin ödediği kira miktarı ya da ödeyebileceği kira miktarı ile başlayan ödemeler her yıl kira zammı gibi belirli bir oranda artırılır ve bu artış ile kira ödeme mantısı ile kredi ödemesi yapılarak ev sahibi olunabilir.

Faiz Değişimli Konut Kredisi: 

Hayallerindeki konutu bulan ancak mevcut piyasa durumu sebebiyle yüksek faiz ödemek istemeyenler tarafından tercih edilen konut kredisi türüdür. Bu konut kredisinde belirli dönemlerde Tüketici Fiyatları Endeksine göre faiz değişimi hesaplanır. Bu hesaplama ile faizlerde yaşanan dalgalanmalara göre kredinin durumu güncellenir ve faiz düşüşlerinde kredinin ödemesi azalır. Faizlerin yüksek olduğu dönemde konut sahibi olmak isteyenler için bu konut kredisi türü istedikleri evi kaçırmamaları için önemli bir fırsattır.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

Haftanın Kitap Önerisi: “Görünmeyeni Satmak” Harry Beckwith


Onları göremezsiniz – peki onları nasıl satarsınız?

Hizmet satışı ile ilgili sorun da budur.

Bu zorluğu, bundan ondört yıl önce, bir hizmetle ilgili ilk reklamımı yazmaya çalışırken fark ettim. Bir ürün değildi. O nedenle hizmeti, virajlı yollarda ilerlerken çizemezdim. Ya da Cindy Crawford’un üstünde veya pahalı porselenlerle sunulurken… Hizmeti, hiç bir şey yaparken çizemezdim, çünkü hizmetler görünmezdir; hizmetler, birilerinin bir şey yapacakları ile ilgili verilen sözlerdir. Bunu nasıl satarsınız?

Çoğu insan, “pazarlama” sözcüğünü, satış ve reklamcılıkla bir tutacaktır. Bu yaklaşıma göre pazarlama, elinizdeki şeyi alıp, müşterinin boğazından aşağıya dökmektir. “Daha iyi pazarlama yapmalıyız” ifadesi, reklamlar, halkla ilişkiler ve e-posta kampanyalarıyla “Sesimizi dışarıya duyurmalıyız” demektir.

Ne yazık ki, “dışarı” ifadesi, şirketlerin dikkatini “içeriden” dağıtır ve hizmet pazarlamasının ilk kuralı, dikkatlerden kaçar: Hizmet pazarlamasının esası, hizmetin kendisidir.

Size daha iyi bir hizmet sunarsanız, bütün dünya kapınızda birikecektir demiyorum. Bir çok iyi hizmet, kötü pazarlama yüzünden başarılı olamamıştır. Ama, dışarıda duyulmanın da tek başına yeterli olduğunu söylemiyorum. Bir hizmet şirketini yok etmenin en etkili yolu, dışarıda sesini duyurarak, insanları sorunlu bir hizmete çekmektir.

Hizmet kalitesi gittikçe kötüleşmektedir. Telefonda dakikalarca beklemeye alınmanız, banka işlemlerindeki yavaşlık, söz verip de gelmeyen tamirciler, hep bu kötü hizmetin sık karşılaştığımız örnekleridir. Hizmet kalitesi o kadar düşmüştür ki, kimse hizmetinizle ilgili şikayette bulunmuyorsa, kendinizi iyi hissetmeyin. Çoğu kimse, şikayet etmekten, epey zaman önce vazgeçmiş bulunuyor.

Peki hizmet sektörü neden bu kadar kötüleşti?

Bunun ana nedeni, şirketlerin çalışan sayısı, verilen eğitimler ve ücretler gibi konularda maliyet tasarrufuna gitmeleridir. Karlılıklarını arttırmak amacıyla şirketler – ta ki bir müşterin olay çıkarana kadar – tüm maliyetlerini kısmaktadırlar. Oysa şirketlerin anlaması gereken şey, memnun müşterinin daha fazla para harcayacağıdır.

O nedenle, reklam kampanyanızı başlatmadan önce, hizmet kalitenizi düzeltin.

Lake Wobegon Etkisi: Kendinizi Kendi Gözünüzde Büyütmek

Bizler, olduğumuzdan daha iyi olduğumuzu düşünürüz.

Araştırmacılar, öğrencilere sorduklarında, yüzde altmışından aldıkları cevap, diğerleriyle iyi geçinme konusunda, kendilerini en üst yüzde onluk dilim içinde gördükleri şeklindeydi.

Üniversite profesörlerinin yüzde doksan dördü, ortalama bir meslektaşından daha iyi iş çıkardığını söylemektedir. Çoğu erkek, yakışıklı olduğunu düşünür.

Üstünlük illüzyonumuz o kadar yaygındır ki, psikologlar bu duruma bir isim bile vermişlerdir. Garrison Kellor’un ünlü radyo programında yer alan hayali kasabanın adından esinlenerek, bu duruma, Lake Wobegon Sendromu diyorlar. Lake Wobegon kasabasında, bütün kadınlar güçlüdür, bütün erkekler yakışıklıdır ve bütün çocuklar ortalamanın üstündedir.

Bir insan olarak, şirketinizdeki herkes, Lake Wobegon etkisi altındadır. Unutmayın ki, siz de olduğunuzdan daha iyi olduğunuzu düşünmektesiniz ve verdiğiniz hizmetin de olduğundan daha iyi olduğuna inanıyorsunuz…

Üstelik, hizmet sektörünün genel performansı o kadar düşük ki, siz ortalamanın üstünde olsanız dahi, kötü bir hizmet veriyor olabilirsiniz.

Hizmetinizin kötü olduğunu varsayın. Bunun bir zararı olmaz, sadece sizi onu sürekli geliştirmeye teşvik eder.

Standartlarınızı Müşterileriniz Belirlesin

Bir çok hizmet işinde, kaliteyi müşteriler değil de, sektör tanımlar. Örnek olarak, reklamcılık ve mimarlığı düşünebilirsiniz.

Reklamcılıkta, çoğu yaratıcı kişi “Bu cidden de iyi bir reklam” dediğinde, söyledikleri şey o reklamın, müşterinin işini geliştirmesine destek olacağı değildir. İfade etmek istedikleri, reklamın görselinin ve başlığının havalı olduğudur.

Bir çok mimar, içinde yaşayan ya da çalışan insanlar için, inanılmaz kullanışsız olan binalar tasarlarlar. Yine de mimarlar bu binalara, muhteşem eserler diyebilirler. Bunun nedeni, standartları kendilerinin belirlemesidir.

Sizin standartlarınızı kim belirliyor? Sektörünüz mü, egonuz mu yoksa müşterileriniz mi?

Reklam Yazımında Asid Testi

Bir reklamcı olarak rahatlıkla şunu ifade edebilirim: Reklamı hazırlamakta gerçekten zorlanıyorsanız, büyük ihtimalle o ürün kusurludur. Siz de hizmetiniz için müşterilerinize vaat edeceğiniz şeyi bulmakta zorlanıyorsanız, hizmetinizin düzeltilmeye gereksinimi var demektir.

Hizmetinizle ilgili bir reklam yazın. Ama yayınlamayın. Bir hafta sonra, bu reklamın yeterince güçlü olmadığını düşünüyorsanız, reklam üzerinde çalışmayı bırakıp, hizmetiniz üzerinde çalışmaya başlayın.

Pazarlama Planının İlk Kuralı

Farklı bir uyarı almadıkları takdirde, bir hizmetin pazarlamasından sorumlu kişiler, işe pazarlamayla ilgili son bıraktıkları yerden başlayacaklardır.

Herkes, şirketinin doğru işte olduğunu düşünür. Doğru şekilde organize olduğunu ve gerektiği gibi kadrolaştığına inanır. Ufak tefek geliştirmeler haricinde, her şey olması gerektiği gibidir.

Ve herkesin pazarlama ile ilgili o yılki odağı, “Bunu nasıl satarız?” şeklindedir.

Bunun yerine, herkes sıfır noktasından başlamalıdır. Sormaları gereken sorular : “Bu hala geçerli midir?” ve “Sunduğumuz şey, dünyanın istediği şey midir?” olmalıdır.

Yeni pazarlara hizmet vermemize olanak tanıyacak şekilde, yetkinlik ve becerilerimizi geliştirdik mi? Yeni yetkinlik ve beceriler edinmeli miyiz? Ya da, faaliyet alanımızı daraltıp uzmanlık gerektiren hizmetlere mi odaklanmalıyız?

Hangi soruyu sorarsanız sorun, pazarlama planlamasının ilk kuralını izlemeniz gerekir:

Her zaman sıfır noktasından başlayın.

En İyi Arkadaşlarınız dahi Size Söylemeyecektir

Dün, değerli bir hizmet sunan bir kişi beni telefonla aradı ve bana pazarlama dersi vermeye kalktı. Planındaki her öğenin, pazarlama karışımının bir parçası olduğunu tam üç kez tekrar etti. Duyduğum en kötü satış konuşmalarından birini yaptı.

Ben kolay alınan bir kişi olabilirim ama, müşterilerimin hiç bir zaman onun hizmetine gereksinim duymayacaklarını ümit ettim. Üstelik, gerçekten de değerli bir hizmet sunuyordu.

O satışçı bana satış yapamamaktan daha fazlasını gerçekleştirdi. Bana satış yapmakla ilgili gelecekteki tüm şansını da yitirdi.

Satış konuşmasının, ne kadar kötü olduğunu ona söyledim mi? Hayır, söylemedim. Hem konuşmayı uzatmaya değmezdi, hem de onu kırmak istemedim.

Peki, bir sonraki müşteri adayına ne anlatacak? Aynı şeyleri…

İnsanlar size neyi yanlış yaptığınızı söylemezler.

Müşteri adaylarınız da söylemeyecek.

Müşterileriniz de söylemeyecek.

Bazen, eşiniz dahi söylemeyecek.

O zaman hizmetinizi geliştirmek için ne yapmanız gerekiyor?

Sorun…

Ama Arkanızdan Konuşurlar

Geçenlerde bir müşterimle yaptığım konuşma, beni çok şaşırttı. Ona, “Bir hizmeti pazarlamaya başlamanın ilk adımı, hizmeti düzgün biçimde verebilmektir. O nedenle, bunu yapıp yapmadığınızı öğrenin. Müşterilerinize sorun.” dedim.

Verdiği cevaba hazırlık değildim:

“Bunu yapmak istemiyorum. Ne düşündüklerini öğrenmekten korkuyorum” dedi.

Aslında müşterilerinin ne düşündüklerini duymak istememesi, iyi bir şeydi çünkü anketleri onun göndermesini istemiyordum. Anketleri, bağımsız bir kuruluşun göndermesini tercih ediyordum.

Yaşamla ilgili basit bir prensip, müşteri araştırmaları için de geçerlidir:

En iyi arkadaşlarınız dahi yüzünüze söylemezler ama, arkanızdan konuşurlar.

Müşterilerinizin, arkanızdan konuşmasını sağlayın ve ne dediklerini öğrenin. Doldurdukları anketleri, üçüncü bir tarafa göndermelerini isteyin. İsterlerse isimlerini boş bırakabilirler ya da isimlerinin açıklanmayacağı garantisi verilebilir. Bu durumda, müşterileriniz çok daha samimi yanıtlar vereceklerdir.

Neden Araştırma?

Müşterileriniz bunu takdir edeceklerdir. Sizin hizmetinizi geliştirmeye çalıştığınızı göreceklerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalardan birinde, bir müşteri şöyle demişti: “Bu araştırma, bu şirketi neden kullanıyor olduğumun iyi bir örneğidir. Her zaman bana daha iyi hizmet verecek yolları araştırıyorlar.”

Müşterilerinizin sizi farklı açılardan değerlendirmelerini isteyebilir, daha sonra ise yüksek puanlarınızı, pazarlama malzemenizde yayınlayabilirsiniz. Bu, hizmet kalitenizle ilgili söylemlerinize saygınlık kazandırır.

Araştırmalar, müşteri ile temasta kalmanıza yardımcı olur.

Hatalarınızdan öğrenmenize olanak sağlar.

Olası sorunlu alanları ve sorun yaşayan müşterileri fark etmenizi kolaylaştırır.

Nerede hata yaptığınızı merak etmekten kurtarır.

Araştırmalar size, müşterilerinizin sizden gerçekte ne almakta olduklarını gösterir.

Araştırın, araştırın, araştırın…

“Hizmetimiz ya da Şirketimizle ilgili neyi sevmiyorsunuz?”

Bunu sormayın.

Birinden, sizin şirketinizi seçmekle kötü bir seçim yaptığı konusunda itirafta bulunmasını istiyorsunuz. İnsanlar bunu yapmazlar. İnsanlar zeki görünmeyi severler.

Hiç bir zaman “Neyi beğenmiyorsunuz?” diye sormayın.

Odak Grupları İşe Yaramıyor

Tipik bir konuşma:

“Bazı bilgilere ihtiyacımız var.”

“Tamam, o zaman bir focus grup (odak grubu) çalışması yapalım”

Focus gruplarla çalışmanın çekiciliği vardır. Anket çalışması yapmaktansa, odak grup çalışmaları, daha kolay ve anlamlı gelmektedir.

Ancak, gruplara değil de, bireylere satış yapmaktasınız. Focus gruplar, size daha ziyade pazar dinamikleri hakkında bilgi verir. Odak grup çalışmaları esnasında, baskın tipler konuşmayı ele geçirerek diğerlerini ikna etmeye çalışırlar. Akıllı ancak sessiz tipler ise, sakin bir şekilde oturarak zamanın dolmasını beklerler. İnsanların görüşleri ve bakış açıları, diğerlerinden etkilenir ve değişebilir.

Bireylere satıyorsanız, bireylerle görüşün…

Pazarlama Bir Departman Değildir

Kurumsal satış yapan bir şirketin güçlü satış danışmanları, ödüllü bir satış yöneticisi ve bir de problemi vardı:

Şirket, satış ve pazarlamanın, yalnızca satışçı ve pazarlamacıların işi olduğunu düşünüyordu.

Oysa ki, şirketimizdeki herkes, şirketin pazarlamasından sorumludur.

Yapılan her hatanın bir maliyeti vardır.

Japon firmalarının yarısından fazlası, bir pazarlama departmanı kurmakla uğraşmazlar, çünkü onlar, şirkette çalışan herkesin, pazarlamanın bir parçası olduğuna inanırlar.

Pazarlama bir departman değildir. O, sizin işinizdir.

Kitaptan İnciler…

  • Pazarlamacılar giderek karmaşıklaşan dünyamızda basitlikten daha etkili bir şey olmadığının farkına varıyorlar.
  • Hizmet pazarlamacılığının özü hizmetin kendisidir.
  • Hizmetiniz için, hedef kitleniz için cazip bir vaadi olan makul bir reklam yazamıyorsanız, o zaman sunduğunuz hizmeti düzeltmeniz gerekiyor demektir.
  • Pazarlama bir departman değildir. İşin kendisidir.
  • Pazarlamanızı düşünürken yalnız işi düşünmeyin. Becerilerinizi de düşünün.
  • “Müşteriyi” memnun etmeden önce, içindeki insanı anlayın ve memnun edin.
  • Hizmet pazarlaması büyük ölçüde bir popülerlik yarışmasıdır.
  • Müşterilerin çoğu bir hizmet firmasını seçerken onun referanslarını, ürününü ya da sektördeki pazar payını satın almaz. Onlar, tıpkı yaşamımız boyunca olmaya devam ettiğimiz liseliler gibi, kişilik satın alırlar.
  • Hizmet işi ilişkidir. İlişkide duyguya bağlıdır. İyi ilişkilerde duygu iyidir, kötü ilişkilerde ise kötü.
  • Profesyonel olun ama daha da önemlisi; cana yakın olsun.
  • Ne yapacaksanız şimdi yapın. İş dünyasının ölüm ilan sayfaları beklemeyi seçen planlamacılarla dolu.
  • “Olgulara” güvenmeyin. Planlamaya kesin bir bilim olarak yaklaşmayın. Planlama kesin olmayan bir sanattır.
  • Başarısız olmaya başlayın ki, başarıya yaklaşabilesiniz.
  • Eğer olası bir müşterinin yalnızca mantığına hitap derseniz, boşa hitap etmişsiniz demektir.
  • Hizmetinizi en kaliteli düzeye yükseltin, ama onu n az riskli hale de getirin.
  • Bir müşteri için yapabileceğiniz en iyi şey onun korkusunu ortadan kaldırmaktır.
  • İnsanlar aldıkları kararları kendilerine haklı gösterme gereği hissederler.  Bu yüzden de, kararlarını dayandırabilecekleri farklılık ararlar.
  • Seslendirdiğiniz kesimi genişletmek istiyorsanız, konumunuzu daraltın.
  • Her hizmet farklıdır. Bu farklılıkları saptamak, ortaya koymak ve yenilerini yaratmak başarılı bir pazarlamanın merkezinde yer alır.
  • Birçok kişiye birden birçok şey vermek kimse için, işkolunun en yenilikçi ve en kayda değer şirketi için bile, mümkün değildir.
  • Marka, paradır.
  • Markanızı oluşturmak için milyonlar gerekmez. Hayal gücü gerekir.
  • İyi bir misyon bildirimi bugünü değil geleceği tarif eder; müşteriler ise şu anda sizin kim olduğunuzu öğrenmek ister. Bir misyon bildirimi yazın, ama sizde kalsın.
  • Her şeyden önce mutluluk satın.

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

En İyi Gayrimenkul Yatırımı Hangisi?

Endeks (3).jpg

 

 

Birikimlerini değerlendirmek isteyenler için emlak yatırımı yapmak her daim tercih edilen seçeneklerden biridir. Gayrimenkul yatırımı uzun vadeli düşünüldüğünde de kısa vadeli hedefler doğrultusunda planlandığında da kendine has avantajları ile en zorlu ekonomik koşullarda bile önemini sürdürür.

Alım Satım Amacı ile Emlak Yatırımları

Emlak yatırımı yapmak tercihinin farklı gayeleri olabilir. Genellikle orta ve uzun vadeli kazanç sağlayacağı düşünülse de alım satım amacı ile yapılan emlak yatırımları sahiplerine kısa vadede getiri sunabilir. Alım satım amacı ile emlak yatırımları iki farklı gayrimenkul türü özelinde gerçekleştirilir.

Alım Satım Amacı ile Arsa Yatırımları

Nüfusun giderek artması, şehirlerin genişlemeyi sürdürmesi ve konut ihtiyacının hız kesmeden devam etmesi arsa yatırımlarını çok karlı gayrimenkul yatırımları arasında konumlandırır. Özellikle orta vadeli kazanç hedefleyen yatırımcıların gözdesi olan arsa yatırımları dikkatli bir şekilde planlanmalıdır. Her arsanın imar izninin bulunmaması, bazı arsaların kısa sürede imara açılabilecek statüde olması, arsanın çevresindeki kentleşmenin seyri gibi unsurlar yatırımcılar tarafından değerlendirilmelidir. Bu şekilde henüz imara açılmayan arsalar uygun fiyatlarla satın alınabilir ve sonrasında yüksek fiyatlara satılabilir.

Alım Satım Amacı ile Konut Yatırımları

Alım satım amacı ile konut yatırımı yapacak olanların konut için ayırdıkları sermayeden daha fazlasına sahip olmaları önerilir. Bu şekilde merkezi yerlerde tadilata ihtiyaç duyan konutlar bulunarak harcama yapıldığında yüksek karlılık bırakabilir. Kısa vadede para kazanmak için önerilen konut yatırımları için izlenen strateji değer yükselmesinin beklenmesi olduğunda karlılık için bir süre sabredilmesi gerekir. “Ev almak mantıklı mı?” sorusunun yanıtı da haliyle beklentilere göre değişebilir. Doğru tercih yapıldığında ev almak en karlı yatırım amaçlarından birine dönüşebilir.

Kira Getirisi Amacıyla Emlak Yatırımları

“En çok hangi emlak kira getirir?” tüm yatırımcıların merak ettiği soruların başında gelir. Kira geliri elde etmek için yatırım yapmayı düşünenler genellikle dükkan yatırımları ve sanayi yapıları yatırımları arasında kararsızlık yaşayabilir. Tıpkı emlak yatırımlarında olduğu gibi birikimlerin korunmasını sağlayan ve kira getirisi sunabilen işyeri yatırımları sahiplerinin yüzünü güldürebilir.

Kira Getirisi için Dükkan Yatırımları

İşlek caddelerde küçük bir dükkan sahibi olmak dahi yatırımcıların süreklilik arz eden bir kira getirisine sahip olmak anlamına gelir. Cadde üzeri dükkanların boş kalma ihtimalinin neredeyse hiç olmaması, kira getirilerinin yüksekliği ve artan değerleri yatırımcıların karlılığını fazlalaştırır. Kira getirisi için dükkan yatırımlarına karar veren yatırımcılar tadilat gereksinimini, lokasyonu, dükkanın iç özelliklerini göz önünde bulundururlarsa uzun vade kendilerini güvence altına alan tercihler yapabilirler.

Kira Getirisi İçin Sanayi Yapıları Yatırımları

Yüksek sermayeye sahip olan yatırımcılar için sanayi yapıları yatırımları ön plana çıkar. Uzun vadede çok ciddi gelir sunabilen sanayi yapıları yatırımları sürekli değer kazanmaları ile avantajlarını arttırır. Sanayi yapılarını kiralayan işletmelerin faaliyetlerine devam ettiği süre boyunca yatırımcılara gelir sunan sanayi yatırımları da diğer tüm gayrimenkul yatırımları gibi ince elenip sık dokunmalıdır.

Sonuç olarak, gayrimenkul yatırımları çeşitli amaçlara hizmet eden karlı yatırım araçları arasındaki yerlerini koruyor. Siz de karlı bir yatırım yapmak isterseniz ve konu hakkında kapsamlı bilginiz bulunmuyor ise, alanında uzman gayrimenkul danışmanları ile iletişime geçerek en doğru kararı verebilirsiniz.

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Prens” Niccolo Machiavelli

Haftanın Kitabı (1).png

 

 

Niccolo Machiavelli (Makyavel) ve Prens Kitabı

Principe (Prens), Floransalı yazar Niccolo Machiavelli tarafından yazılmış politika hakkında bilimsel bir incelemedir. Asıl adı “De Principatibus” (Prenslikler Hakkında) olup 1513 yılında yazılmasına rağmen 1532’ye kadar, yani Machiavelli’nin ölümünden 5 yıl sonrasına kadar basılamamıştır. Yaşadığı süre boyunca yayımlanmamasına rağmen Machiavelli’in en bilinen eseri sayılır ve daha sonra ortaya atılan “Makyavelist düşünce” teriminin temelini oluşturur.

 

Prens’in Özeti

Prens’te anlatılan görüşler okuyana uç noktalarda gelebilir, fakat eserin Floransa’da süren kargaşa sırasında yazılmasından dolayı Makyavel ancak mutlak güç sahibi kararlı bir yöneticinin bütün sorunları aşabileceğini düşünür.

Prens’te dile getirilen görüşler genellikle bir hükümdarın saltanatını ayakta nasıl tutabileceği ve hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği üzerinedir. Makyavel’e göre ahlaki ilkeler her özel durumun ihtiyaçlarına tamamen teslim olmalıdır. Bu yüzden, Prens gücünü koruyabilmek için gerekirse her şeyi yapmaktan çekinmemelidir. Makyavel, bir hükümdarın asıl gücünü sevilmekten çok korkutmaktan alması gerektiğini söylerken gene de kendinden nefret ettirmemesini öğütler.

Prens açılış bölümünde, çeşitli prenslikleri (yeni kurulmuş ya da babadan oğula geçmiş) yönetmeyi sağlayacak etkin yöntemleri anlatır. Floransa aristokrasisinden olan Makyavel bir devleti ele geçirmenin, yönetmenin ve korumanın en iyi yollarını okuyucuya anlatır. Bu bakımdan yöntemler savaşı ve acımasızlığı telkin eder.

Daha sonra, Cesare Borgia’nın ilham kaynağı olduğu ideal prensin sahip olması gereken özellikleri anlatır. Günümüzde yazılan modern liderlik metinlerinin birçoğu bu bölüme gönderme yapmaktadır.

Etkili bir politik liderin özellikleri şöyle sıralanabilir:

– Büyük liderleri kendine örnek almaya istekli olmak. Özellikle Antik Roma’dan.

– Hükümetin halkın yaşam kalitesini yükseltmek için ne kadar gerekli olduğunu göstermek. Örnek olarak: Herhangi bir birey veya kurum üzerindeki kontrollü baskıyı geçici olarak gevşetmenin neticesinde oluşacak kaos ortamının etkilerini göstermek.

– Savaş sanatına hakim olmak.

– Var olan acımasızlığın ve ahlaksızlığın gücü ve dengeyi koruyabilmek için gerekli olabileceğini anlamak.

– Kaba ve ahlaksız sanılmamak için dindar görünmeye çalışmak. Makyavel, İspanya kralı Ferdinand’ın İtalya’ya dini bahane ederek saldırmasını över.

– Gerektiği yerde öğüt ve tavsiye dinleyecek kadar erdemli olmak.

– Makyavel’in etik ve politika arasında kurulacak bağlantıya fazla aldırış etmediği görünür, bu da çağdaşlarından tepki toplar. Prens merhametli, güvenilir, karşısındakini anlayan, dürüst ve güvenilir görünmeye çalışmalıdır. Fakat aslında Prens’in kudreti onun gerçekten merhametli olmasına çok az izin vermelidir.

Son bölümler İtalya’nın o zamanki durumuyla ilgili duyulan endişeleri dile getirir (İtalya’nın barbarlardan kurtarılması için teşvik edilmesi gibi..)

Prens Kitabının Girişi ve İçindekiler Bölümü

Prens’in politika hakkında yazılmış en etkileyici kitap olduğu kabul edilir. Beş yüz yıl öncesinde yaptığı insanlığın halleriyle ilgili gözlemleri bugün için de geçerli sayılabilir. Bu kitabı güç kazanması ve bu gücü tutması için Medici Ailesi’ne yazmıştır. Günümüzde “Prens” kelimesi insanları tarafından sevilen görkemli bir adam çağrışımı yapsa da, Makyavel’in prensleri bu anlamda romantik değillerdir ve gücünü korumak için sürekli savaşan kişilerdir. Prens’te anlatılan yöntemlerin birçoğu zamanında olduğu gibi günümüzde de uygulandığı görünmektedir.

Prenslikler ve Krallıklar

En başta, Makyavel var olan bütün devletlerin ve idarelerin ya Prenslik ya da Cumhuriyetle yönetildiğini söyler. Prens’te sadece Prenslik konusuyla ilgilenmiş, Cumhuriyet kısmını diğer eserlerinden birinde (Discourses) incelemiştir. Prensliklerin ilk türünün halihazırda var olan ve babadan oğula geçen, ikinci türünün de yeni kurulmuş ya da geniş bir büyüme göstererek Karma halini almış olanlar olduğunu söyler.

Babadan Oğula Geçen Prenslikler

Prenslik, hükümdarının prens olduğu servet ya da güçle elde edilen bir devlettir. Bütün prenslik türleri içinde uzun yıllar babadan oğula geçen prenslikler, geçmişte kazanılan bir aile başarısı taşıdığından yönetmesi en kolay olanıdır. Kalıtsal prensliklerde insanlar kendiliğinden prense bağlı olacaklardır, çünkü o geçmişten gelen bir soyu temsil etmektedir ve insanlar onun soyadına alışmıştır, bu yüzden halk ona doğal bir eğilim gösterecektir. Eğer dışardan bir güç tehdit ederse, güç kolayca toparlanabilir çünkü insanların yöneten aileyle ortak bir geçmişi vardır.

Sevilmek mi Daha İyidir, Yoksa Korkulmak mı?

Yazarın kitabındaki düşüncesi “Korkulan” ama nefret edilmeyen bir hükümdar olmaktır.Detaylı bir şekilde tarihsel örneklerle açıklamalara yer verdiği konu,kesinlikle üzerinde vakit ayırılması gerekli bir konu başlığıdır.

“..Ve insanlar kendisini sevdiren birinden çok,kendisinden korkulan birine zarar vermeyi pek göze alamazlar…”

Prens’in Şöhreti

Prens dünyaya yön veren bir kitaptır. İtalyan yöneticilerden sonra diğer Avrupa ülkelerine de bir düşünce akımı yaymıştır ve hala önemli devlet eleştirilerinin arasına girmektedir.

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Ulysses” James Joyce

Haftanın Kitabı.png

 

“HUKUKUN DÜSTURUDUR BU. MASUM BİR İNSANIN NAHAK YERE MAHKUM EDİLMESİNDENSE DOKSAN DOKUZ SUÇLUNUN SERBEST BIRAKILMASI DAHA EVLADIR.”

Yayımlanmasının üzerinden geçen yüz yıl boyunca hakkında yığınla efsane türetildi, daha çok tercümesinin zorluğu ve kavranmasının imkânsız oluşuyla anıldı, yazarı James Joyce’u bir bakıma ulaşılmaz yazar mertebesine taşıdı. “İçine o kadar çok bilmece- bulmaca ve zekâ oyunu koydum ki, profesörler yüzyıllarca ne demek istediğimi tartışacaklar, insanın ölümsüzlüğü garantilemesinin tek yolu da budur,” diyen Joyce hedefine çoktan ulaştı. Fakat okur katında işlerin o kadar parlak olduğunu söylemek zor. Çünkü Ulysses denince, ister istemez sözcük oyunlarının izini sürmekten perişan olmuş, göndermelerin şiddetinden bitip tükenmiş ya da daha çok ikinci sayfayı bile göremeden lanetler okuyarak kitabı elinden atmış bir okur profili geliyor insanın gözü önüne.

Ulysses’i okumak demek mutlaka göndermelerin tamamına vâkıf olmak demek değil asla. Ayrıca Joyce’un kast ettiği ve romanına dâhil ettiği bilmece-bulmacaların, mesela Oulipo’cuların romanlarında sıklıkla rastlanan şifreli, oyunlu, oyuncaklı anlayışla üretilmiş örneklerden çok farklı olduğunu söylemeliyiz.

Bu hususta enseyi karartıp Ulysses’in hükmüne boyun eğmek; bugüne dek yapılageldiği şekilde erişilemez bir derinliğe sahip olduğunu kabullenerek hakkında türetilen efsanelerden, çevirmenin takdire şayan başarısından, Joyce’un biyografisinin dikkat çekici taraflarından bahseden yazılara ve “Olay Dublin’de geçiyor”un çok da ötesine geçmeyen yorumlara kanaat etmek zorunda değiliz aslında. Ulysses’in derin, okurdan sabır isteyen ve fazladan bir okuma- araştırma uğraşı talep eden bir metin olduğu elbette açık; ancak romanda yapılan göndermelerin karşılığını, hangi metnin temel ya da model alınarak ve ne maksatla kullanıldığını, nereyi işaret ettiğini araştırıp bulmak, bu uğurda kılavuzların, ansiklopedilerin ya da Shakespeare ve Homeros’un yapıtlarının satır aralarında gezinerek şifreler çözmek ne kadar saygı duyulası bir uğraş olsa da apayrı bir disiplin olarak görülmeli ve olmazsa olmaz bir gereklilik değil okuma zevkini artırmak yönünde bir heves biçiminde algılanmalı sadece. Çünkü Ulysses’i okumak demek mutlaka göndermelerin tamamına vâkıf olmak demek değil asla. Ayrıca Joyce’un kast ettiği ve romanına dâhil ettiği bilmece-bulmacaların, mesela Oulipo’cuların romanlarında sıklıkla rastlanan şifreli, oyunlu, oyuncaklı anlayışla üretilmiş örneklerden çok farklı olduğunu söylemeliyiz. Zaten okuru da içine alan, kurguda hayati görev üstlenen oyunlar tasarlamak ve varlığını oyunlara borçlu romanlar kaleme almak Joyce’a çok uzak bir anlayış.

Kısacası kendimizi gönderme ve çağrışımlardan kutsallık veya yüce nedensellikler devşirmek zorunda hissetmediğimiz durumda Ulysses’i bir roman olarak anlama şansımız daha yüksek olur. Bu yüzden, ağırlığıyla nam salmış bir metnin, öncelikle iyi roman okuru açısından gerçek değerini ve roman tarihi içindeki yerini sorgulamak, kavranamaz oluşundan ziyade bir roman olarak nasıl bir anlayışla kaleme alındığını, nerede durduğunu araştırmak ve çağdaşlarıyla arasındaki benzerlik ya da farklılıklara eğilmek Ulysseshakkında daha sağlıklı ve ferasetli sonuçlara ulaşmamızı sağlar.

Özünde Yahudi, Protestan kilisesinin öğretilerine inanmayan, sonradan Katolik olan, ama evrime inanan Bloom; Tanrı, inanç, Hristiyanlık ve kilise kavramlarına her zaman mesafeli ve alaylı yaklaşan biridir. Bloom’un zihni aracılığıyla Joyce, başta öte dünya anlayışı olmak üzere tüm dinî değerleri ve ritüeli acımasızca yargılar.

“Zor bulursun bütün parçalarını o sabah”

Aslında basit sayılabilir bir öyküye sahip olan Ulysses, 1904 yılının Haziran ayının onaltısı, bir perşembe günü evinden çıkan Leopold Bloom’un Dublin sokaklarında geçirdiği bir günü yatay bir kurguyla ve bilinç akışı tekniğiyle nakleder. Romanın birden fazla anlatıcısı olsa da; Bloom dışında Tanrı anlatıcı, Stephen Dedalus, Gerty ve Molly bazı bölümlerde devreye girseler de; yine de sanki her şey Bloom’un zihninde yaşanır gibidir. En büyük ideali, gelip geçenlerin hayran olacakları bir afiş tasarlamak olan Bloom, atık kâğıtların, lağım farelerinin postlarının, kimyasal özelliklere sahip olan insan dışkısının ekonomik olarak değerlendirilmesi ve sabahları süt dağıtmak için köpek ya da keçi kuvvetiyle çekilen arabalar kullanmak benzeri projeler yumurtlayan bir reklamcıdır. O gün evden çıkışının birden fazla sebebi vardır; ancak muhtemelen bunlar içinde en önemlisi kalp sektesinden merhum olan Dignam’ın cenazesine katılmaktır. Bu cenaze, romanın bütününde fonda yer alarak inanca dair sorgulamaların hareket noktasını oluşturur. Özünde Yahudi, Protestan kilisesinin öğretilerine inanmayan, sonradan Katolik olan, ama evrime inanan Bloom; Tanrı, inanç, Hristiyanlık ve kilise kavramlarına her zaman mesafeli ve alaylı yaklaşan biridir. Bloom’un zihni aracılığıyla Joyce, başta öte dünya anlayışı olmak üzere tüm dinî değerleri ve ritüeli acımasızca yargılar.

-Kıyamet ve hayat benim. Nasıl insanın kalbine dokunuyor bu sözler.

Senin kalbine dokunuyor belki de iki seksen uzanıp ayaklarını papatyalara dayamış adamcağıza ne faydası var? Ona dokunması zor biraz. Duyguların makamı. Kırık kalp. Epi topu bir pompa, her gün binlerce galon kan pompalıyor. Günlerden bir gün arıza yapıveriyor, al bakalım, kendini burada buluyorsun. Etrafımızda bir sürüsü gömülü duruyor: akciğerler, kalpler, karaciğerler. Eskimiş, paslı pompalar: başka hiçbir şey değil valla. Kıyamet ve hayat. Öldün mü ölüyorsun. Şu ahiret günü inancı. Hepsini mezarlarından çekip çıkaracaklarmış. Lazar, dışarı gel! Lazar da dışarı geldi ve korundular. Ayaklanın! Ahiret günü! Sonra bütün millet kendi karaciğerini, akciğerlerini ve diğer sakatatını aramaya başlayacak. Zor bulursun bütün parçalarını o sabah. Şahane bir organizasyon şüphesiz, saat gibi işliyor. Günah çıkarma. Herkes istiyor. Sonra size her şeyi anlatacağım. Kefaret. Cezalandırın beni, ne olur. Ellerinde müthiş bir silah var. Doktordan, avukattan daha güçlüler. Kadınlar bayılıyor… Pişmanlık dediğin tamamen göstermelik. Utanmak da pek yakışıyor. Sunakta dua ediyor. Ey Meryem, Kutsal Meryem. Çiçekler, buhur, eriyen mumlar. Yüzünün kızarmasını saklıyor. Salvation Army, düpedüz taklit etmiş. Doğru yolu bulmuş hayat kadını toplantımızda konuşacak. Nasıl Rabbi buldum. Roma’dakiler pek uyanık herifler olmalı: bütün bu gösteriyi onlar sahneliyor. Çuvalla parayı da cebellezi etmiyorlar mı? Millet mirasını da bırakıyor onlara: mahallemizin şu andaki papazına, tamamen kendi takdirine bırakılmış olarak.

Kadir-i mutlak dediğiniz öyle on paralık baldır bacak şovlarına benzemez. Ben size söylüyorum, dörtdörtlüktür kendisi ve onunla ticaretin en kralı yapılır. Gelmiş geçmiş en muhteşem şey odur sakın unutmayasınız bunu. Kral İsa’ya kavuştum kurtuldum diye bağırın. Sabahın köründe kalkmaya başlaman gerekecek, evet sen, oradaki günahkâr, eğer Kadir-i Mutlak Allah’ın keyfini gıdıklamak istiyorsan. Daa dii! Aynen öyle. Rabbin arka cebinde öyle bir öksürük şurubu var ki bir yudum içtin mi ne olduğunu şaşarsın, dostum. Denemesi bedava.

Önce bir kasaba uğrayan Bloom kahvaltılık böbrek alarak evine döner; kahvaltı edip yeniden dışarıya çıkar. Sonra roman boyunca labirentin içinde dolaşıp duran fare gibi Dublin’i arşınlar ve sırasıyla, postaneye, kiliseye, mezarlığa, gazete idarehanesine, kütüphaneye, bara ve hastaneye gider. O gün yapması gereken bir diğer iş, karısı Marion Bloom, yani Molly’ye kitap almaktır ve bu yüzden kütüphanede karısının tercih ettiği bazı ‘arzulu’ romansların sayfaları arasında gezinmek durumunda kalır. Bu vesileyle Joyce, günümüzde de popülaritesini devam ettiren, hatta son zamanlarda tam bir çılgınlığa dönüşen erotik romans furyasıyla ağır biçimde dalgasını geçer. Bunu taklit bir dil üreterek, yani o kurmacaların bir benzerini yazarak yapar.

Kocasının kendisine verdiği tüm papeller mağazalardaki en şahane elbiselere, en pahalı dantelli çamaşırlara gidiyordu. Hepsi o adam içindi. Raoul için! Ağzı adamın dudaklarına şehvetli ve dolgun bir öpüşle yapışırken adamın elleri kadının deshabille’sinin içinden cömert kıvrımlarını yokluyordu.

– Geciktin, dedi adam hırıltılı bir sesle, ona şüpheyle ve dik bir nazarla baktı. Güzel kadın kenarları siyah kürklü pelerinini atıp sultanlara layık güzel omuzlarını ve nefesiyle inip kalkan gerdanını gösterdi. Kusursuz dudaklarının çevresinde varla yok arası bir tebessüm oynaşırken sakince yüzünü adama döndü.

Burada Joyce’un maksadı, erotik metin yazarlarının yöntemiyle ıslak cümleler kurarak okurda şehvet uyandırmak değil elbette; tam aksine o, “kabartma tozu” işlevi gören bu türdeki mamulleri sarakaya almak uğraşında. Mr Bloom, Molly’nin zevkle okuyabileceği bir şeyler aranırken, Rahibe Maria’nın Feci İtirafları türünde cömert kitaplar arasında bolca gezinir ve sonunda Zinanın Zevkleri adında, yukarıdaki şehvetli anlatımların da yer aldığı bir kitapta karar kılar.

Ulysses’in kitap olarak ilk yayımlandığı yıl, 1922; ancak 1914 yılından itibaren yazılmaya başlanmış. Bu tarihler, Rahibe Maria’nın Feci İtirafları veya Zinanın Zevkleri gibi metinlerin yalnız şu yaşadığımız dönemde değil, geçmişte de fevkalade, Joyce’u da çileden çıkaracak derecede ilgi gördüğünün basit ve kronolojik bir kanıtı. Bunun yüzyıllar öncesi de var elbette, Joyce’u da aşar mertebede; bu tür kitapların gelecekte, yüzyıllar sonrasında da milyonları cezbedeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

“Ödüllü hikâye için fikir”

Ulysses baştan sona mimetik bir öz üzerine kuruludur; Homeros’un Odysseia destanı şekilsel olarak romana altyapı sağlar. ‘Ulysses’ adı, Odysseus’un Latince kanalıyla İngilizceye geçmiş halidir. Ulysses’in baş karakteri Bloom sembolik olarak Odysseus’u (Ulysses’i) temsil eder. Odysseia’nın Penelopeia’sının Ulysses’teki karşılığı ise Bloom’un karısı Molly’dir. Romanda yer alan karakterler kişilikleriyle de Homeros’un kahramanlarına benzerler. Ancak romanını Homeros’un Odysseia’sı paralelinde karşıtlıklar ve koşutluklar kurarak oluşturması Joyce’un epik metinlere saygı göstereceği anlamına gelmez. Çünkü Joyce’un destan formunu yankılaması, geleneksel metinlere methiye düzmek için değil, bu türde anlatıların ipini çekmek gayesiyledir.

…seyyah Leopold oraya şifa bulmaya gelmiş idi korkunç ve ürkünç bir ejderhanın ona sapladığı bir kargı ile bağrı pek fena yaralanmış olduğu için yarasına nışadır kaymağı ile pelesenkten bir merhem yaparak elinden geldiğince deva olmuştu.

…hepsi birden cümleten Aziz Zekeriya üzerine yemin ederek dediler ki asıl ondaki alet ve edevat öyle idi ki bir adamın yapması beklenen her türlü vazifenin her birini bihakkın ifa edebilir idi. Bunun üzerine hepsi pek hakiki bir neşe ile güldüler yalnız genç Stephen ile sir Leopold hariç sir Leopold ki hiçbir vakit çok belli ederek gülmez idi çünki onda tuhaf bir ahlat var idi onu belli etmek istemez idi ve ayrıca nerede ve kim olursa olsun doğum yatağındaki kadına karşı merhamet besler idi.

Diğer bütün modernist yazarlarda olduğu gibi Joyce, tezgâhını hikâyenin bittiği yere açar. Ulysses’te Buck Mulligan’ın kendi zihni adına sarf ettiği şu söz, aslında bir yanıyla modern romanı da özetler: “Ne? Nerede? Ben hiçbir şeyi hatırlayamam ki. Yalnızca fikirleri ve hisleri hatırlarım.” Kahramanlıkların bitişini duyuran Cervantes’ten 400 yıl kadar sonra Joyce, bildiğimiz anlamda olay akışı, hikâye ve düz aktarımın bitişini duyururken hislerin, fikirlerin ve eğretilemelerin hâkimiyetindeki modern romanı müjdeler. Zaten fotoğraf ve sinemanın icadından sonra her şeyin eskisi gibi olması beklenemez. Roman sanatı, bir korunma refleksi olarak fotoğrafı çekilemeyen, filme alınamayan, hatta röportajla nakledilemeyen bir metnin izini sürer ve bu sebeple dönüşüm geçirir. Roman tarihi dediğimiz şey de bir bakıma, dönüştürme gücüne sahip yazarlar eliyle romanın kendini korumaya ve ayrıştırmaya çalışmasının tarihidir. Artık bildiğimiz romanın aynı roman olarak devam etmesi, ısrarla devam ettirilmeye çalışılması, günümüzde de sık sık karşılaştığımız “Nerede o eski romanlar?” ve “Bizi alıp götürecek romanlar yazılmıyor artık” türünde yakınmalarla eski romanın ruhunun çağrılması bir tutum olarak kolaycı, konformist, muhafazakâr ve çağdışı kalır.

Bildiğimiz anlamda romanın bitişini en keskin hamlelerle duyuran Joyce, zihinde yaşanan temsiller ve taklide dayalı temaşalarla maddesel olarak gerçekleştiği şüphe götürür, bütünüyle sembolik olay ve durumlardan bir kurgu çatar ve bunu zapt edilemez bir dil ve bölük pörçük bir zihnin dizginlenemez çağrışımlarıyla ve yoğun bir alayla bezer.

1918 yılında tefrika edilmeye başlanan Ulysses’i, Joyce’un 1914 yılında yazmaya başladığı bilinir. Buddenbrooklar’ı modern romanlar arasında saymazsak (ki saymamak için elimizde çok sayıda geçerli neden var) Thomas Mann’ın Tonio Kröger’i 1903, Venedik’te Ölüm’ü 1912’de, Robert Musil’in Genç Törless’i 1906’da, Proust’un Swan’ların Tarafı 1913’te yayımlanmıştır. Bu tarihlerde Kafka’nın eserlerinin büyük kısmının yazılmış ama daha yayımlanmamış olduğu iddia edilir. Saydığımız romanlar, her ne kadar modern romanın tarihi için vazgeçilmez öneme haiz de olsalar, klasik anlatılara karşı Ulysses çapında bir yıkıcılık içermezler. Bildiğimiz anlamda romanın bitişini en keskin hamlelerle duyuran Joyce, zihinde yaşanan temsiller ve taklide dayalı temaşalarla maddesel olarak gerçekleştiği şüphe götürür, bütünüyle sembolik olay ve durumlardan bir kurgu çatar ve bunu zapt edilemez bir dil ve bölük pörçük bir zihnin dizginlenemez çağrışımlarıyla ve yoğun bir alayla bezer. Joyce’un itirazı elbette sadece erotik romanslar ya da epik metinlerle sınırlı olmadığından polisiye de dâhil olmak üzere tüm ucuz, hazır ve kolaycı üretimler bu alaydan nasibini alır.

Kurutma kâğıdını öbürünün üzerinden de geçireyim ki okuyamasın. Bak ödüllü hikâye için fikir. Dedektif kurutma kâğıdının üzerinden bir şey okuyor. Sütun başına bir gine altını ödül.

“Yaşadığımız şu dünyanın minyatür bir portresi”

“Kurutma kâğıdını öbürünün üzerinden de geçireyim ki okuyamasın,” cümlesi aslında Bloom’un karısından gizlediği bir mektuba ilişkin söylenir. Aldatma olgusu, romanda iki yönlü yaşanır; karısını aldatma çabalarından asla vazgeçmeyen ve bunun çok da büyütülmemesi gerektiğini düşünen Bloom, cebinde Molly’ye aldığı Zinanın Zevkleri adlı kitapla Dublin’i boydan boya turlarken, karısının onu Blazes Boylan’la aldatıyor olma ihtimalini kafasında taşıyarak ıstırap çeker. Doğum hastanesinin bekleme salonunda Stephen Dedalus ve arkadaşlarına takılır, aralarında yoğun tartışmalar yaşanır.

Takip eden tartışma kapsamı ve gidişatıyla hayat macerasının bir özeti gibiydi. Ne mekânın ne de meclisin vakarında bir noksan vardı. Tartışmacılar memleketin en keskin zekâlılarıydı, ele aldıkları konu da konuların en yücesi ve en hayati olanıydı.

Buna bir de tesadüfen rastlaşmaları, dans, arbede, haydan gelip huya gidergillerden denizci eskisi, gece kuşları, tüm bu vakalar galaksisi, hepsi birden eklenince karşımıza yaşadığımız şu dünyanın minyatür bir portresi çıkıveriyordu.

Stephen Dedalus, romanda Odysseus’un oğlu Telemakhos ile özdeşleştirilir ve her geçen sayfa roman içindeki ağırlığı artar. İkisinin birlikte gerçekleştirdikleri yolculuk, Odysseia’ya yapılan göndermeleri bir kenara bıraksak da, simgesel anlamda önemlidir. Çünkü babası 70 yaşında bir otel odasında zehir içerek intihar eden, hayatının sonraki bölümlerinde babasının ölüsünün yüzü sık sık gözlerinin önüne gelen, kendi oğlu doğumdan birkaç gün sonra ölen ve erkek evlat özlemini daim içinde yaşatan Bloom, önce bir meyhaneye, sonra da geneleve giden ve kendisi için erkek evladı simgeleyen Stephen Dedalus’un peşine bir biçimde takılmış sayılır (Bloom’un kendi kızı Milly romanda hiç görünmez, sadece zihinde ve aktarımlarda belirir). Konuştukları konuların kaydını tutmak imkân dahilinde değildir. Burada yer alan soru- cevap kısmında yazılmış olan uzun bölüm, röportaj romana bir gönderme olarak da okunabilir.

Güzergâhları esnasında eşbaşkanların eşeledikleri meseleler nelerdi?

Müzik, edebiyat, İrlanda, Dublin, Paris, dostluk, kadın, fuhuş, beslenme, gaz ışığının yahut ark lambalarıyla ampullerin yanıbaşlarındaki parahelyotropik bitkilerin boy atmaları üzerindeki etkisi, belediye tarafından acil durumlarda kullanılmak üzere ortalık yere konabilecek çöp kovaları, Roma Katolik kilisesi, papazların evlenmemesi, İrlanda milleti, cizvit eğitimi, kariyerler, tıp tedrisi, geçirdikleri gün, şabat arifesinin muzır etkisi, Stephen’ın düşüp bayılması.

Sarhoş ve asabi Dedalus genelevde olay çıkarır, sonra da bir İngiliz askerine sataşır. Bu çocuklukları yaparken koruyucu kollayıcı misyonla yanında gerçek babası değil, simgesel babası Bloom yer alır, ona destek olur. Ancak Bloom’un o kadar da gönülden ve iyi niyetli olduğunu söylemek için biraz erkendir, çünkü bir yandan da Stephen üzerine ticari planlar kurgular.

Böylesine fenomen derecesinde güzel bir tenor ses nimetlerin en enderiydi, Bloom daha ilk notayı duyar duymaz değerini anlamıştı bu sesin… olması gerektiği gibi işlenirse bir de nota okumayı bildiğini de hesaba katarsak artık ne fiyat isterse çekebilirdi böyle bir sesle çünkü baritonların bini bir paraydı.

Sonunda Bloom, Stephen Dedalus’u evine götürür. Bu, bir babanın oğlunu tehlikelerden koruyup eve çağırmasına benzetilebilir. Sonunda ayrılırlar ve Bloom karısının yanına yatmaya gider. Diğer modernist yazarlarda da görüldüğü üzere Joyce, günlük olaylara ve sıradan eylemlere bilimsel bir çerçeveden bakar. Bu çok bildik bir modern tutumdur; Musil’de en keskin ve belirgin biçimde kendini hissettiren bu tutum, Svevo, Proust ve Broch’un metinlerinde de yaygın olarak gözlenir.

Ayrılık esnasında, her biri yekdiğeriyle, nasıl vedalaştı?

Aynı kapıda dikey olarak ve kapı tabanının değişik taraflarında durarak, veda için uzanmış kollarının çizgileri herhangi bir noktada kesişerek ve iki adet dik açının toplamından daha az olan herhangi bir açıyı yaparak.

Leopold Bloom karısının yanına uzanır ve bundan sonra Mrs Marion Bloom, yani Molly’nin uzun ve noktasız iç monoloğu ile roman sonlanır.

Evrenselliği konusunda herhalde kimsenin şüphe duymayacağı Ulysses tamamen yerel, kopmamacasına kendi toprağına ve insanına bağlı bir anlatı. Ulysses’in evrenselliğinin alâmeti, aslında tam da yerel olması.

“Vazife çağırınca İrlanda bugün her adamdan”

Daim tartışılır durur; bir yapıtın evrenselliği ne ile ölçülür? Coğrafyamızda evrensellik, ekseriyetle başka milletlerle kurulan münasebetler ya da maddesel bağlarla ilişkilendirilir. Evrensel olma iddiasındaki metinlerde çokluk mekân, memleket ve coğrafya değişir, akıştan bağımsız kıta aşırı hadiseler cereyan eder. Peki, seyahat halindeki karakterlerin veya gözü kulağı dışarıda bir anlatıcının varlığı bir romanın evrenselliğinin teminatı mıdır? Ulysses’le birlikte bu soruyu tekrar sormakta yarar var. Evrenselliği konusunda herhalde kimsenin şüphe duymayacağı Ulysses tamamen yerel, kopmamacasına kendi toprağına ve insanına bağlı bir anlatı. Ulysses’in evrenselliğinin alâmeti, aslında tam da yerel olması. Bu yerellik, inandırıcılık ekseninde de önemli; çünkü kendi toprağının ve insanının çelişkilerini aktaran birinin transfer edilen dertlerden mustarip birine göre daha konsantre, inandırıcı ve donanımlı olması beklenir. Bu açıdan Ulysses, bir Ulusal Ses olarak da okunabilir. İrlanda’nın bağımsızlığı sorunu, topyekûn yaşanan bir aşağılık kompleksi, yerel özgürlük mücadelesi yöntemleri, İrlanda’ya has hastalıkların nesillerce taşınması vesaire salt İrlanda’ya dair olmaktan çıkar, bir yerden sonra bütün memleketlerin anladığı, anlamaya çalıştığı, kısmen yaşadığı olgulara dönüşür.

aynı şu cehennem fikri gibi, piyango ve sigorta da öyle, tıpatıp birbirinin aynı prensipler üzerine kuruluydu bunlar da, zaten başka hiçbir neden olmasa da işte bu nedenle şu cankurtaran pazarları kurumunu takdir etmek gerekiyordu, ülkenin iç tarafları ya da kıyıları fark etmez, nerede yaşarsa yaşasın, tüm kamuoyunun bu şekilde ayaklarına getirilen bu hizmete minnettar kalmaları gerekiyordu, ayrıca liman yöneticilerine ve sahil güvenlik servisine de, onlar da yelken mekanizmalarına adam koyup doğa koşullarına maruz kalarak çıkıp gezmek zorunda kalıyorlardı, mevsim ne olursa olsun, vazife çağırınca İrlanda bugün her adamdan vesaire.

Düşünürsen sırf birileri yan sokakta yaşıyorlar ve başka bir lisan konuşuyorlar diye onlardan nefret etmek de saçmalığın daniskası. Bloom.

Tüm bu sefil tartışmalar, naçizane kanaatince, tüm bu düşmanlık tohumu ekmeler, -artık insan kafasındaki hırçınlık çıkıntısı yüzünden midir yoksa bir bezenin salgısı mıdır o tarafını bilemiyordu fakat bunların falanca şeref meselesinin ıncığının cıncığından ya da vatan millet bayrak meselelerinden çıktığını sananlar yanılıyordu- hepsinin dönüp dolaşıp bağlandığı yer yine para meselesiydi her şeyin arkasında bu vardı, açgözlülük ve tamah vardı, insanlar hiç nerde durmaları gerektiğini bilmiyorlardı.

Ulysses’i yorumlamak, aslında biraz kutsal kitapları yorumlamak gibidir. Anlam her tarafa çekilebilir, göndermeler arasında edebî, tarihî, dinî ve sosyal sayısız bağlantı tespit edilebilir. Zaten genelde modern romancılar kutsal metin yazımında peygamber olduğunu iddia eden kişilerle yarışacak düzeyde ve kıvamdadırlar. Modern yazarlar, bir açıdan Tanrı’ya şirk koşarlar; sıfırdan, bütünlüklü, bireye özgü ve zihinde yaşayan bir dünyayı tasavvur ederler, anlatımlar çoklukla semboliktir. Ancak burada bahsi geçen “kutsallık” vurgusunun tamamen yazarın kendi eserine bakışına dair bir vurgu olduğunu öncelikle belirtmekte yarar var. Zira Joyce ve diğer modernler, kutsal anlatıların, dinî kıssaların da çoğu kez taklidini üreterek mizahını yapacak kadar kutsallığa değer atfetmekten uzak yazarlardır.

Joyce’un metninde modernizm adına bir sorun olarak algılanabilecek şey, “eğer bir gün Dublin yok olursa, onu benim romanıma bakarak tekrar inşa edebilirler,” şeklindeki kendi açıklamasında da görülebildiği gibi, bir haritacı iştahıyla sokakların, caddelerin arşınlanması ve sabırla, uzun uzun not edilmesidir. Romanın bazı bölümlerinde bu tavır, fikirlerin ve hislerin de üzerinde bir egemenlikle yer alır ve asla bir taklit eğiliminden kaynaklanmaz. Sokaklar, caddeler, boyuna, boyunca, kadar yürümeler, oradan, buradan, bir köşeden, bir caddeden aşmalar, dönmeler, tepmeler, geçmeler bir yerden sonra can sıkmaya başlar. Ayrıca mesela Musil’in Niteliksiz Adam’ına bakarak Viyana’nın tek bir çeşmesini bile yerli yerine koyamazsınız. Zaten modern romanda böyledir; taşlarla, kemerlerle, eylemlerle ya da duygu selleriyle değil fikirlerle yazılan modern romana bakarak değil kent kıytırık bir sokak lambası bile dikemezsiniz.

Siz fazla aldırmayın Ulysses’in asık suratlı, ciddi bir roman olduğunu iddia edenlere. Öyle de olsa, her göndermenin, her çağrışımın profesörü olmak zorunda değil kimse.

Bugüne kadar UluSes ya da UlviSes türünde ses benzetmeleri ışığında çok ağır bir metin, anlaşılamaz bir roman, asla kavranamaz bir göndermeler bütünü şeklinde yansıtılan Ulysses’e yaklaşmak için, Armağan Ekici’nin güncel argolarla bezeli şahane çevirisi, aslında çok iyi bir fırsat. Siz fazla aldırmayın Ulysses’in asık suratlı, ciddi bir roman olduğunu iddia edenlere. Öyle de olsa, her göndermenin, her çağrışımın profesörü olmak zorunda değil kimse. Dinî kurumların ticari mekanizmalarını teşhir eden, kolaycı üretimlerin ipliğini pazara çıkaran, ulusal hastalıkları serip döken, cinsiyete özgü yalpalamaları denetimsiz yansıtan, en önemlisi klasik gerçekçi romanın bitişini duyuran ve bütün bunları yaparken de muzip muzip gülümseyen bu fevkalade eğlenceli, oyunlu, müstehcen, mizahi, edepsiz ve zapt edilemez metni okumanın zevkinden kendinizi mahrum etmeyin. Yazıktır.

 

 

 

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…

 

 

Haftanın Kitap Önerisi: “Düşüş” Albert Camus

Happy World Book Day!.png

 

 

“İNSANLAR GÖSTERDİĞİNİZ NEDENLERE, İÇTENLİĞİNİZE VE ACILARINIZIN AĞIRLIĞINA ANCAK SİZ ÖLDÜĞÜNÜZDE İNANIRLAR. HAYATTA OLDUĞUNUZ SÜRECE DURUMUNUZ KUŞKULUDUR, ANCAK ONLARIN KUŞKUCULUĞUNU HAK EDERSİNİZ.”

Düşüş ya da orijinal adıyla La Chute, Albert Camus’nün 1956 yılında yayımlanan romanıdır. Aslında kitap için roman demek pek doğru değil daha çok Camus’nün insan varlığının absürtlüğünü anlattığı 99 sayfalık bir monologdur. Düşüş’ü incelemek, Albert Camus’nün bu kitabı neden yazdığını anlamak için Albert Camus’nün ortaya koyduğu “absürtlük” konusunda bilgi sahibi olmak, Camus’nün temsil ettiği felsefi akımı iyi sindirmiş olmak gerek ki bu da epey zor bir iş. O yüzden bu yazının aslında bir inceleme mahiyeti taşıyacak kadar iddialı olmadığını söyleyerek söze başlamakta fayda var.

Kitapta bir olay örgüsünden söz etmek pek mümkün değil. Kısaca Jean Baptiste Clemence isimli karakterin Amsterdam’da bir barda geçmişiyle hesaplaşması, yaşadıklarını ve düşüncelerini karşısına çıkan bir (ya da birkaç) kişiye aktarması şeklindeki monologlar üzerine dönen bir eser Düşüş. Clemence karakterinin temsil ettiği “modern insan” ve Clemence’in kendiyle ve modern insanla hesaplaşması kitabın ana eksenini oluşturuyor ve Camus Clemence’in ağzından sıkça Avrupa’nın modern insanını “Onlar gazete okurlar ve zina yaparlar.” gibi cümlelerle eleştiriyor.

Clemence, kendini başlarda iyi niyetli, yardımsever ve dost canlısı olarak tanımlarken, kitabın sonlarına doğru kendine ve etrafına ne kadar yabancılaşmış olduğunu görüyoruz. Clemence’in iyi bir insan olup olmadığı hakkında net bir yargıya varmak zor zira hepimizin zaman zaman yaşadığı, olaylar karşısında aldığı duruş, Clemence’in karakteri konusunda bu yargıya varmamızı engelliyor, doğru ve yanlış arasındaki sınırı okuyucu kendi belirliyor.

Albert Camus’nün bu noktada Clemence’in mesleğini avukatlık olarak seçmesi elbette tesadüfi bir şey değil. Clemence’in başlarda geçmişini anımsarken yaptığı savunmalar, doğru ile yanlış arasındaki keskin fikirleri ve yargı meselesi kitapta önemli bir yere sahip. Savunduğu iyi ve kötü insanları hatırlarken Clemence, zaman geçtikçe kendi başarılarının ve iyiliklerinin, başarısızlığa ve kötülüğe dönüştüğünü görür fakat doğru­yanlış ayrımında etrafındaki bütün insanlar hakkında yargıda bulunmaktan geri durmaz. Kendi üzerinde yapılan yargılamalar konusunda ise başlarda umursamaz gibidir fakat sonlara doğru bu yargılardan kaçmanın yollarını arar.

Yargılama meselesi Düşüş’ün temel meselelerinden biri. Daha evvel de belirttiğim üzere, Clemence’in bir avukat oluşu, yargılamanın kitapta ne kadar önemli bir yerde olduğunu kanıtlar nitelikte. Clemence karakteri, insanın amacının yargılamak olduğunu ve yargılamadan kaçmanın yalnızca başkasını yargılamaktan ya da ölümden geçtiğini bize açıkça gösteriyor. Clemence yargılamayı seçmiştir fakat yargılama ile ölüm arasında bocalamaktadır. Paris’te bir köprü üzerinde şahit olduğu bir intihar eylemi, “Düşüş” kavramının kitaptaki önemli tezahürlerinden biri olduğu gibi Clemence’in de bocalayışını ve varoluşun anlamsızlığını göstermektedir.

Öte yandan “Düşüş”, Clemence’in de belirttiği üzere Ortaçağ’daki boğuntu hücrelerinde insanın yaşadığı bir deneyime benzer. Uyanıklık bir çömelme ise uyku bir düşüştür. İnsan, varoluşu karşısında hiçbir zaman rahat değildir. Sartre’ın da belirttiği gibi arkada sırıtan bir palyaçodur, hayatın bütünü anlamsızdır. Burada şunu soran sesleri duyar gibiyim: “Madem hayat bir kaos ve yaşam anlamsız, o zaman neden ölmüyoruz?”. Camus bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Ölüm de yaşamın kendisi kadar anlamsız olduğu için insanın kendi eliyle hayatına son vermesi de anlamsızdır.”. Yani Camus’nün felsefenin en temel problemi olarak tanımladığı “intihar” kavramı da hayatın kendisi kadar anlamsızdır ve bu sebeple insan yaşamı seçmeye zorunludur.

Clemence’in, insanlara karşı takındığı tavır riyakâr bir tavırdır. İnsanın hayatta dostları olması gerektiğini söylerken, sonunda “Dostlarım yoktur benim yalnızca yardakçılarım vardır.” der ve öldükten sonra onu kimin hatırlayacağı konusunda düşünür ve bir süre sonra varoluşunun unutulacak olduğu sonucuna vararak şunu ekler : “Ölülere karşı neden daha dürüst ve cömertizdir? Nedeni basit, çünkü onlara karşı yükümlülüğümüz yoktur.”.

Camus’nün bu eserinde şu yargıya vardığını söylemek gerek: “Ölüm yalnız başına olur. Kölelik ise ortaklaşadır.”. Modern insan ölüme kadar topluma bağlıdır, toplumun değer yargıları karşısında çıplaktır ve köleleştirilmiştir. Kitap yalnızca bir modern insan ve modern hayat eleştirisidir: “Evet, cehennem böyle olmalı: Tabelalı caddeler ve düşüncesini anlatma olanaksızlığı. İnsan kesin olarak sınıflandırılmıştır.”. İnsan, çözülmeyen ve çözülmesi de mümkün görünmeyen bir davanın peşinde Joseph K. gibi koşturup durur. K, gibi Şato’ya ulaşmaya çabalar ve Gregor Samsa gibi her sabah başka bir kimlikle uyanır. İşte Camus ile Kafka arasındaki ortak nokta, modern insanın yaşadığı bu “Korku Çağı”nı tüm gerçekliğiyle insanın yüzüne vurmaları olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında Camus de Kafka gibi önümüze cevaptan çok soru koymaktadır.

 

TANJU HAN

Lütfen BENİ takip etmeye devam edin…